Sayfalar

Sayfalar

23 Mart 2010 Salı

Halk iradesi hakkında


İnsanları mezarsız bırakacak bir zulüm anlayışın bölük bölük mağdur yarattığı, askeriyenin hukuka rahatça silah çektiği ve kısmi bir anayasa değişimine bile statükonun barikat kurduğu bir manzara...
Tümünün hakkından “referandum” gelir...
Çünkü bu doğrudan “halk iradesi” demek...

20 Mart 2010 Cumartesi

Resul Tosun ,18 Mart'ın Gerçek Hahramanları

18 Mart'ın gerçek kahramanları Hakkında Mütalaa:


18 mart 1915 gününde Mustafa Kemal nerde idi ne yapıyordu... Evvela bu sorularımıza Resmi Tarihin bir cevap yazması lazım, Öyle bedavadan kahramanlık yok.Kimin ne işler yaptığı nasıl haltlar işlediği belgelerle açıktır . Artık kimse Dürzilik yapıp milletin kafasını bulandırmasın. Hayali uyduruk kahramanlara son..


18 Mart'ın gerçek kahramanları
Çanakkale Deniz Zaferinin 95. yıldönümünde bir yazı yazmak için oturduğumda 18 Mart 2006 tarihinde yayınladığım yazıyı tekrar okudum ve ona herhangi bir ilave yapmaya gerek görmedim. 4 sene önce şunları yazmıştım:

"20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlının 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915'de başlayıp 18 Mart'ta yenilmez zannedilen düşman gemilerinin kiminin batırıldığı, kiminin yan yatırıldığı kiminin savaş alanı dışına kaçmaya zorlandığı Deniz Zaferidir.
İkincisi de 25 Nisan 1915'te başlayıp 8 Ocak 1916'da biten Çanakkale Kara Savaşlarıdır.
18 Mart 1915 günü elde edilen büyük deniz zaferinin asıl kahramanları, başta boğaz savunmasının devam etmesi kararını sağlayan devrik Sultan II. Abdulhamid'dir. İkinci olarak da savaşın seyrini değiştirip zafer yolunu açan, Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa, Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret gemisi mürettebatı ve kıyılardaki topçularımızdır. Eğer II. Abdulhamid'in tarihi tavrı olmasaydı İttihat ve Terakkiçiler ta baştan boğaz savunmasını terk etmişlerdi.

19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı'na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere'ye bir telgraf çekerek, "14 gün sonra İstanbul'da olacağız" diye yazmıştı.

19 Mart 2010 Cuma

Ahmet Altan: Müslümanlık ve Milliyetçilik Yazısı


 
Ahmet ALTAN'ın 19.03.2010 tarihinde Taraf gazetesinde çıkan  Müslümanlık ve milliyetçili ile ilgili yazısı hakkındaki şahsi fikirlerim:
  
Öncelikle ahmet bey bu cesur yazınızdan dolayı sizi tebrik ediyor, ayrıca teşekkür ediyorum. Türkiyenin 87 yıldır kaynayan yarasına cesurca bastığınız bu tuz  inanın ilerde bu ülkenin evlatları için bir kandil ışığı ilerde bir meşaleye dönüşüp sizin isminizin yanında daima yanacaktır ... Yıllardır bu ülkenin çocujlarını birbirine düşüren bu "izm'ler" ,"devrimler" , "ilke ve inkilaplar" gibi insan yapımı, insanlığı birbirine düşüren ve insancıl bir düşünce örneği olmayan bu fikirler sizinde yazınızda belirttiğiniz gibi bir toplumun birlik ve beraberliği için en büyük engeldir. Bir toplum için gerekli olan en önemli unsur birlik ve beraberliktir. Birlik ve beraberliğini tamamlayamayan toplum örneği olarak 1970 ve 80 arasındaki geçmişimiz en büyük tarihi vesikadır. Başka bir örnek aramaya lüzum dahi yoktur... Tarihin bu ışığı altında sizi bu güzel yazınızdan ötürü bir kez daha en içten muhabbetlerimle tebrik eder,  muhabbetlerimi sunarım.


Sayın okuyucu eğer bugüne kadar okuma fırsatı bulmadıysanız sizi Ahmet altanın o güzel yazısı ile baş başa bırakıyorum..

--------------------------
Bu ülkenin “kimliğinin” belirlenmesinde önemli bir yeri olan “muhafazakârların” tercihlerini iyi anlayabilmemiz için bizim Müslümanlıkla “milliyetçilik” arasındaki ilişkileri tartışmamız, bu konudaki soruları aydınlığa kavuşturmamız gerekiyor.
Özellikle “din vurgulu” siyasi partilerin bilinçli bir şekilde birbirine karıştırdığı, birlikte sahip çıkmaya çalıştığı bu iki kavram gerçekten de “birlikte” var olabilirler mi?
Daha açık ve net sorarsak...
Müslüman biri milliyetçi olabilir mi?


Eninde sonunda biz bunu tartışmak zorunda kalacağız.
Çünkü Türkiye’nin çizdiği zikzakların en önemli nedenlerinden biri, bizim bu kavramları açıklığa kavuşturmamamız.
Siyasilerin bu “iki kavramı” hep bulanık tutması. Bir kere, bu ülkenin kimliğini bulmasını, ne siyasilerin, ne askerlerin, ne yargıçların, ne aydınların sağlayabileceğini düşünüyorum, bu ülke, “kimliğini” burada yaşayan insanların “ortak değerleri ve ortak vicdanıyla” bulacak.


O “ortak vicdan” bizim nasıl bir toplum olduğumuzu belirleyecek.
Görünürde biz “Müslüman” bir toplumuz.
Ama gerçekte “milliyetçiliğimiz” ağır basıyor.
Ben milliyetçiliğin “vicdanla” biraraya kolayca gelemeyeceğini ama Müslümanlığın bir vicdanı olduğuna inanıyorum.


Din, dünyevi bir çıkara dayanmaz çünkü.
Milliyetçilik ise “bir grup” insanın diğer insanlardan üstün olduğuna, o “grubun” çıkarının dünyadaki bütün diğer insanların çıkarından daha önemli olduğuna inanır.
Milliyetçiliğe göre “bir grubun” çıkarını savunmak en “kutsal” değer ve haktır.
Din, bilebildiğim kadarıyla herhangi bir “grubun” diğerinden daha üstün olduğunu kabul etmez.


Eğer bir tanrıya inanıyorsanız, yeryüzündeki bütün insanları yaratan o “kudretin” bazı insanları diğerlerinden daha üstün yarattığına inanmak, o “yaratıcının” hakkaniyetini, adaletini, şefkatini, “rahmetini” daha baştan yaralamak anlamına gelmez mi?
Bir Türk milliyetçisi için en yüce değer “Türk olmaktır”, Türklerin çıkarları ve hakları diğerlerinden üstündür ona göre, Türkleri diğer insanlardan ayırır.
Türkleri diğer insanlardan ayırmıyorsa, Türkleri diğerlerinden daha farklı ve üstün görmüyorsa, zaten “Türk milliyetçisi” olmasına, “Türklerin çıkarlarını” diğerlerinden üstün tutmasına gerek yoktur.


Bütün insanlar eşitse, bütün insanlar aynı haklara sahiplerse neden kendi “ırkımızı” önde tutacağız, kendi ırkımızın çıkarlarını diğer insanların çıkarlarından daha önemli göreceğiz, neden insanları “ırklarına” göre tanımlayacağız?


Milliyetçilik, insanları “böler”, gruplara ayırır, kendi grubunu, ırkını, soyunu yüceltir.
İnsanları birbirinden ayırdığınız, böldüğünüz, bir grubu diğerinden üstün bulduğunuzda da zaten vicdanınız yaralanır, kararlarınızdaki hakkaniyet kuşkulu hale gelir.
Din ise insanları bölmez.
Irklarına göre gruplamaz.
Hatta dinlerine göre bile ayırmaz, böyle bir ayırımı yapmak hakkı yalnızca Yaradan’ındır.
“Irk” zaten bir tercih değildir ve bizzat “Yaradan” tarafından insanlarına doğuştan bağışlanmıştır, kimse “tanrının” verdiği bir özelliği küçümseyemez, aşağılayamaz.
Böyle bir hakkı yoktur.


Bir Müslüman, bir ırkı nasıl olur da diğer bir ırktan üstün görür?
Bir grubu nasıl bir başka gruptan daha ayrıcalıklı kabul eder?
Bir ırkı ya da bir grubu diğerlerinden daha “önemli” görmeden de milliyetçi olunmaz.
Bu nedenlerle ben Müslümanlıkla milliyetçiliğin bağdaşamayacağını düşünüyorum.
Bu ülkenin “muhafazakâr” insanları hangi değeri benimseyecekler, Müslümanlığı mı milliyetçiliği mi?


Biraz daha keskin soralım.
Bir Müslüman, Türklerin, Kürtlerden ya da Ermenilerden daha önemli olduğuna inanır mı?
Ben, gerçek Müslümanlığın “vicdana, adalete, hakkaniyete” sahip olduğunu, eşitliği savunduğunu, ırkları birbirinden asla ayırmadığını, “inançların” ya da “inançsızlıkların” cezasının Allah tarafından verileceğini kabul ederek bu dünyada kendini “cezalandırıcı” konumunda göremeyeceğini, bütün bu özelliklerinden dolayı da “eşitliğe” ve özgürlüğe önem veren demokrasiyle bir sorunu olmayacağını düşünüyorum.


Buna karşılık milliyetçiliğin “eşitliği” kabul edemeyeceğine ve asla demokrat olamayacağına inanıyorum.
Kabul edeyim ki bunlar benim çok da iyi bildiğim konular değil.
Din hakkında yanlış şeyler söylemiş olabilirim.
O zaman, bu işi daha iyi bilenler “Müslümanlıkla milliyetçilik” arasındaki ilişkiyi anlatsınlar.


Anlatsınlar ki Müslümanlıkla milliyetçilik birarada olur mu yoksa birileri bizi kandırıyor 
mu net bir şekilde öğrenip anlayalım.

ahmetaltan111@gmail.com


Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?


M.Ali Bulut Ağabeyim gerçekten acı gerçekleri bir bir haykırmış zalimlerin yüzüne artık bize bir şey düşmez, Gerçek Tarihi bilip de inanmayanlar inanmak istemeyenler utansın...


Çanakkale savaşı bir Ali Cengiz oyunudur beyler. Bir milletin tüm zinde güçlerinin yok edildiği, millete kendi mezarının kendi elleriyle kazıtıldığı ve bunun da kahramanlık diye yutturulduğu bir oyun!


  Bugün yine biraz canınızı sıkacağım ama siz zaten benden sıkılmaya alışıksınız!
Çünkü bildiğiniz, hakkında destanlar yazılmış, en dindarından en solağına kadar herkesin göklere çıkardığı bir olaya tersten bakacağım. 
Hani Akif’in, “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi”  diye medh u sena ettiği Çanakkale Savaşı’na… 
Size savaşı anlatmayacağım elbet. Herkes biliyor o savaşın ne büyük bir savaş olduğunu, nasıl da büyük cenk ettiğimizi? Ve nasıl Çanakkale’yi geçilmez kıldığımızı! 
*  *  *
Siz de inanıyor musunuz Çanakkale’nin geçilmediğine? Çanakkale geçilmediyse milletin şu halini kim izah edecek?  
İşte size bir fırsat! Siz de biraz düşünün. Çanakkale Geçilmedi böyle olduk, ya geçilseydi ne olacaktı? 
1-Osmanlı devleti yıkılacaktı.
2-Osmanlı mirası,  İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından pay edilecekti.
3-Saltanat ilga edilecekti.
4-Hilafet kaldırılacaktı.
5-Anadolu işgal edilecekti.
6-Ayasofya kilise veya müze yapılacaktı.
7-Türkler Kur’andan uzaklaştırılacak, ve Türklük, Avrupa için tehlike olmaktan çıkarılacaktı.
8-Osmanlıyı teşkil eden halklara kendi topraklarında Avrupalılara bağlı devletler kurdurulacaktı.
9-Daha da mühimi Rusya’da devrim olmayacak, yıllarca başımızın belası olan komünist SSCB ile uğraşmayacaktık.
10-…….. (Buraya da herkes kendi bildiği maddeyi yazsın!) 
Şimdi bize deniliyor ki Çanakkale Geçilmedi. Peki geçilmediyse;
1-Osmanlı devleti neden yok edildi. Ve yok edildiği halde, neden borçları güya istiklal savaşı verip, bağımsızlığını kazanmış bir halka zorla ödetildi! 
2- 5-6 milyon kilometre karelik Osmanlı devletinden elimizde kala kala 780 bin metre kare kaldığına ve Osmanlı coğrafyasının maddi ve manevi imkanları; yer altı zenginlikleriyle birlikte batılı şirketlerin eline geçtiğine göre Çanakkale geçilseydi, bundan farklı ne olacaktı? 
3-Saltanat yine ilga edildiğine ve hanedan mensupları dünyanın dört bir bucağında sersefil bir hayat sürdüklerine ve perişanlık içinde ömürlerini tükettiklerine göre, Çanakkale geçilseydi bundan daha aşağılayıcı ne olabilirdi? 
4-İslam dünyasını  sömürmek isteyen İngiltere’yi en çok uğraştıran hilafet mevzuu idi. Hilafet’in Türklerde olması ve İstanbul’un İslam dünyası  üzerindeki nüfuzunu bir türlü kıramayan İngiltere, bir an önce hilafeti Türklerin elinden almak istiyordu. Böylece şurada burada İngiltere’ye direnç gösteren Müslümanlar da tamamen umutlarını kaybedecek ve yeni efendileri olan İngilizlere itaat edeceklerdi. Peki farklı bir şey mi oldu? Üstelik de hilafeti bize ilga ettirdikleri için, Türk milleti, Müslümanlar nezdinde, ‘kendi rızaları ile dinden çıkmış” gibi gösterildiler.  
5- Evet Çanakkale geçilmedi ama Anadolu işgal edildi. Eğer biz, batılılara, Yunanlıların vaad etiğinden fazlasını vermeseydik ve Lozan Barış Konferansı’nın ara devresinde, sipariş üzerine yaptırdığımız İzmir İktisat Kongre’sinde “yabancı sermayeye karşı değiliz” diyerek, Batılılaran asla vazgeçmeyeceklerini belirttikleri kapitülasyonlar konusunda umut vermeseydik, bir tek çapulcu Yunanlıları yenmekle istiklalimizi mi kazanacaktık? Bağımsızlığımızı kabul etsinler diye, bir takla atmadığımız kaldı. Lozan tutanakları ortada. Birinci devre hiçbir şeye evet demeyen Batılılar, neden ikinci devre her şeyi kabilettiler? Onu gidip Meis’in horozlarıyla sabah namazına uyanan Kaşlılara sormak lazım? Nasıl bir bağımsızlık kazandığımızı 12 adaların haritadaki yerlerine bakarak karar verebilirsiniz, Çanakkale geçilmiş mi geçilmemiş mi? 
6-Evet Çanakkale geçilmediği için Ayasofya kilise yapılmadı. Mürted bir müzeye dönüştürüldü. Keşke kilise yapılsaydı. Camiye dönüştürülmesi daha kolay olurdu o zaman! En azından tanrıya adanmış mabet olarak eski hizmetini görürdü… 
7- Çanakkale geçilseydi, Türkler Kur’an’dan uzaklaştırılacak ve Türklük, Avrupa için tehlike olmaktan çıkarılacaktı. Acaba, dünyada, halkına, kutsal kitabını okumayı yasaklayan Türkiye’den başka bir devlet var mı? Komünist Rusya bile Allah’a döndü de biz hala çocuklarımıza 12 yaşını doldurmadan Kur’an okumasına izin vermiyoruz. Yüzde 99’u Müslüman denilen şu memleket halkının bugün kaçta kaçı Kur’an biliyor acaba? Ve kaçta kaçının hayatı Kur’an ahlakı üzeredir? Geçin bunları. Bu ülkenin askerleri, kendi halkalarına karşı düzenlemeyi planladıkları bir darbede cami bombalamayı düşünebiliyor, cami cemaatine katliam yapmayı akıllarına getirebiliyorlar. 
Bugün Türkler, batı  için tehlike olmak şöyle dursun, uşak olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Bugünkü askerimizle o harbi verebilir miydik acaba? O insanlar açlık ve sefalet içinde direnebiliyorlardı. Ellerinde Allah yolunda şehit olmaktan başka bir direnç noktası da kalmamıştı üstelik. Onları bütün o yokluklara rağmen direnmeye, ölümü pahasına o toprakları çiğnetmemeye sevk eden o şanlı kitap, sonraki dönemlerde yasaklandı. Yok sayıldı. Onu yok saymak istemeyenler de sürüm sürüm sürüldü. Acaba Çanakkale geçilseydi bundan daha mı ağır bir hal olurdu? 
8- Osmanlıyı teşkil eden halklara kendi topraklarında –Avrupa’nın kuklası- devletler kurulacaktı. Kurulmadı mı? Şimdi o masa başında çizilen haritaların saçma sapan sınırlarının faturaları da Türk milletinin çocukları üzerinden ödetilmek isteniyor. Çanakkale geçilseydi bundan daha mı kötü olacaktı? Biz Servi parçalayıp attık deniliyor. Bakın bakalım Sevr’in hangi maddesi havada kalmış?  
9- Evet Rusya’da gerçekten devrim olmayabilir ve insanlık komünistlik belasıyla karşılaşmayabilirdi! Türk yurtları, o katliamları yaşamaz, 20 milyon Türk evladı, kasap Stalin ve Lenin cellatları tarafından doğranmayabilirdi. Allahu a’lem bissevab!. 
10… Bu maddeyi de siz yazın! 
* * *
Çanakkale savaşı bir Ali Cengiz oyunudur beyler. Bir milletin tüm zinde güçlerinin yok edildiği, millete kendi mezarının kendi elleriyle kazıtıldığı ve bunun da kahramanlık diye yutturulduğu bir oyun!  
O savaşta herkes kazandı. Türk milleti hariç! İngiliz ve Fransızların oradan buradan devşirip getirdiği gariban halklar bile, bizim sayemizde tarihlerine bir savaş eklemiş oldular. 
Çanakkale Savaşı, Almanların, bir sömürge edinme politikasının neticesidir. Bize, bir imparatorluğa ve 4 milyon insan kaybına mal olmuştur.  
O gün orada Allah için toprağa düşenler, bu topraklarda ezan susmasın, namahreme eller uzanmasın, kadınlarımızın şerefi olan örtüsüne dil uzatılmasın, Kur’an sesleri dinmesin, Bayrak indirilmesin diye can verdiler. Ama yazık ki‘aman olmasın’ dedikleri her şey oldu.
* * *
Peki o savaşın bizim lehimize sayılacak hiç mi iyi bir yanı yok? Var elbet. Şöyle sıralanabilir:
  1. Türk milleti, Batı Medeniyeti denilen canavarın ne kadar adi ve aşağılık olduğunu gördü.
  2. Türk milleti Birinci Dünya Savaşı’nda yenik sayılmakla, mazlumlar safında yer aldı ve böylece, o canavar medeniyetin Asya’daki temsilcisi olmaktan kurtuldu. Onlara müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü.
  3. Millette Avrupa aleyhtarlığı pekişti. Bugün çabalara rağmen bu millet inatla kimliğini ve manevi değerlerini korumuşsa, o savaşta batı medeniyetinin gerçek yüzünü görmüş olmasındandır.
  4. Gaflet ve ihmalkârlık nedeniyle şahsi günahlara batmış milletimizin 4 milyon evladı (şehitlik ve gazilik unvanıyla) evliya mertebesine çıktı.
  5. Cümle âlem ve dahi Türk milletini yok etme palını yapanlar, bu milletin Kur’an ile barışık olduğu zaman neler yapabileceğini gördüler. Bizim de askerlik tarihimize, iman ve azmin nelere kadir olduğunun temrinleri düştü.
  6. Tabi bir de Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi bize kazandırdı! Öyle diyorlar! Çanakkale savaşı nerede ise Akif o mısraları yazsın, Mustafa Kemal de milletin atası olsun diye yapılmış. Dört yıl devam etmiş savaşın altına bakıyorsunuz Mustafa Kemal çıkıyor, üstüne bakıyorsunuz o!. Demek ki Çanakkale Savaşları’nın en mühim neticesi Mustafa Kemal’i kahraman yapmakmış. Eh o da olduğuna göre Çanakkale’nin geçilmemiş olması yetiyor. Zaten o savaşın bir iki cephesi vardı. Oraları da Mustafa Kemal tutunca geçemediler. Siz o savaştan başka isim hatırlıyor musunuz?

     Ne ise. Çanakkale geçilmedi evet. Ama şayet geçilseydi şunlar şunlar olurdu diyebileceğiniz hangi şey var ki olmamış olsun, söyleyin!
     Çanakkale geçildi beyler Çanakkale geçildi. Geçilmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Tekkeler Kapanmaz, ezanlar susmaz, Kur’an yasaklanmazdı. İskilipli atıf Hocalar, 1905’te söylediklari sözlerden dolayı 1922’lerde asılmazdı.
     İrtica da olmazdı ve irtica tehlikesi de. O zaman askerle halk da barışık olurdu. Camideki cemaati topa tutacak komutanlar da olmazdı. CHP çarşaf açılımı yapmazdı. Hatta öyle bir parti olmazdı. Tabii Ak Parti gibi partilere de millet rağbet etmezdi. Bu arada vatanı satan partiler de olmazdı tabii. Belki Apo da olmazdı ve Bahçeli, miting meydanlarında ip sallamazdı…
     Ve tabii bu millet, cenaze namazlarında bile kimisi içerde kimisi dışarıda kalacak şekilde bölüp parça olmazdı..
     Ya böyle işte! 
     “Çanakkale içinde vurdular beni. Ölmeden mezara koydular beni” de kimse farkında değil.
     Bazen düşünüyorum ve diyorum ki, bu milletin yeniden ayağa kalkması için hiçbir gerekçe olmasa, zulmen ve mazlumen yok edilmiş o 250 bin tap taze gencin; çeyrek milyon şehidin ruhu bizi rahat bırakmaz ki böyle sürüp sünepe kalalım!
     Çünkü onlar adeta geleceğin cennet asa baharında yeniden filizlenmek için toprağa düşmüş tohumlar gibidirler. Hiçbir gerekçemiz kalmasa, hiçbir hak edişimiz olmasa, sırf o şehitlerin hatırı için Allah bu millete nusret verse sezadır! Hem de verecek inşallah.
     O fedakârlığın bir karşılığı olmasa yaşananlar abes olur! Biz ümitvarız! İstikbal inkılabatı içinde en gür seda İslam’ın sedası olacaktır!
M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

Fresh antalya fuarındayız.. Tüsemkom ,Fresh Antalya

18-20 Mart tarihleri arasında düzenlenmekte olan Fresh Antalya fuarı için bir gün gecikmelide olsa antalyada Tüsemkom standının yanında yerimizi alarak hazır ve nazır vaziyette bulunmaktayız..

Umarım 2 gün boyunca fuar hayırlı geçer..

Çanakkalenin Gerçek Kahramanları ve Resmi Tarihin Uyduruk Kahramanları


Yıllardır resmi tarih yalanları ile büyütüldüğümüz ,kahramanları ve sahtekarları ayıramadığımız  Çanakkele Zaferi hakkında LAtif beyden güzel ve oturaklı bir yazı..

Yıllardır tek adam yaftası ile büyütülen halkımız, çanakkalede kendisinin üstünde 30 dan fazla üst düzey rütbeli subay ve paşa olan birisini milletimize senelerdir Çanakkalenin kahramanı diye kakalıyorlar. Asıl kahramanlar olan Esad ve Cemal paşa ve diğer şehit ve gazi subaylarımıza büyük bir haksızlık yapılıyor. İnşaallah milletimiz bu numaralrı ve rejimin kendisine attığı kazıkları bir gün temizleyebilir.

Tarihin yorumu 18 Mart 1915
Bile bile yalana tevessül
Bugün (18 Mart), tarihin kaydettiği en büyük kahramanlık destanlarından biri konuşulup tartışılacak Türkiye'de. Bu destan, bundan 95 sene evvel Çanakkale'de yazıldı.
Dünyanın en güçlü donanmalarına karşı hayret ve hayranlık uyandıran bir direniş örneği sergileyen kahraman ordumuz, her saniyesi ölüm kusan çarpışmalar neticesinde, nihayet 18 Mart (1915) günü Çanakkale'nin geçilmez olduğunu bütün dünyaya ilân etti.
Şayet o gün Çanakkale Boğazı geçilmiş olsaydı, çok kuvvetli bir ihtimalle İstanbul da, dolayısıyla Marmara Bölgesiyle birlikte bütün Anadolu da elden gitmiş olacaktı.
Zaten, asıl hedef, asıl maksat da buydu: Anadolu ve Rumeli'yi Türklerden ve Müslümanlardan temizlemek, onları asırlar önce geldikleri yere göndermek...
18 Mart'ta Çanakkale'de kazanılan deniz zaferinin en kısa, en doğru ve en yalın şekilde izahı, yukarıda ifade edildiği gibidir.
Ne var ki, yetmiş–seksen yıldır, bu doğruların yerini yalan ve yanlış şeyler almış durumda.
Yani, Çanakkale'yi geçilmez yapan doğrular olduğu gibi anlatılmıyor, yalana ve yanlış bilgilere tevessül ediliyor.
Göreceksiniz, bugün de benzer şeyler yapılacak. Yalan ve uydurma sokuşturmalarla kamuoyu enforme edilmeye çalışılacak.
Meselâ, destanın yazıldığı ve zaferin kesinlik kazandığı 18 Mart 1915 tarihine kadar savaş mahallinde bulunmayan, harp sahasında esamisi dahi okunmayanlar, yalan yere oraya getirilmeye, mücadelenin içine sokulmaya çalışılacak.
Dahası, yüz binlerce askerin canı ve kanı pahasına elde edilen o muazzam şeref, hiç ilgisiz şahıslara mal edilmesi cihetine gidilecek.
Şehitlerimizin ve ecdadımızın ruhunu muazzeb eden bu haksızlığın en acı tarafı ise şudur: Böylesi kahredici bir yalan ve çarpıtma işi, bilmeyerek değil, bilerek ve kasten yapılıyor.
Hem öyle kahrecidi bir durum ki, zaferin yıldönümlerinde doğru söyleyenin değil, yalan ve yanlış şeyleri dillerine dolayan çığırtkanların sesi daha yüksek çıkıyor, onlara daha çok itibar ediliyor.
Üzüntüyü katmerleştiren en vahim vaziyet ise şudur: Resmî kurum ve ağızların dışında kalan, özerk olan ve özel diller ile konuşmak durumundaki çoğu gazete ve televizyon kanalları da—hiç gereği yokken ve hiçbir mecburiyeti yokken—kendini aynı yalan rüzgârına kaptırarak yayın yapıyor.
Çanakkale'yi geçilmez yapan zaferin doğru, yalansız ve riyâsız şekilde anlatılacağı günleri görmek ümit ve temennisiyle...

17 Mart 2010 Çarşamba

Mustafa Kutlu Büyük değişim


Mustafa Kutlu'nun 17.03.2010 tarihli yazısını okurken gözlerim nedense doldu, Mustafa Abi gerçekten hakikatleri söylüyor hemde en acı gerçekleri, aff afff aff Allahım,,, 
Yazı aşağıda şahsen ben çok düşündüm, tek kelimesine bile haksız diyemedim, ama yazıda geçen bir müslümanın 25 gömleğine itiraz eden gençlere tek kelime acıdım... şahsen benim hayatımda yazlık kışlık dahil  20 tane kıyafetim hiç olmamıştır. Hel ki pantolunum daha 10 u zor bulmuştur.
İnanması zor ama sadece 2 tane takım elbisem var. onlardan birisini cefakar Pederim, diğerinide hocam hutbeye çıktığımda 3 sene önce hediye etmişti sanırım ikisini toplam 5 kez bile giymedim. şuan kardeşime bile olmazlar herhalde...

El insaf be el insaf,,
--------------------------
Mustafa Kutlu 17-03-2010
Büyük değişimBu isimde bir parti vardı ama, doğmadan öldü. Ondan bahsedecek değilim. Bakınız bir televizyon kanalı muhabirini sokağa salıp, aylardır üzerinde konuşulan-tartışılan konuları gelip geçenlere sor demiş.
Muhabir soruyor "Islak imza için ne diyorsunuz?" Adam cevap veriyor "Islak imza mı, nedir o, hiç duymadım". Tuhafınıza gitti ve adamın dünyadan haberi olmadığına karar verdiniz. Ardından gelen varlıklı olduğu kılık kıyafetinden belli olan bayan, sonra her zümre ve yaştan insanlar, gençler, ben on kişi saydım; belki daha fazladır "ıslak imza"dan habersiz. Şimdi siz:
— Ay inanmıyorum, diyeceksiniz. Evet inanılır gibi değil. Ama bu çok gerçekçi bir sınama. Toplumla aktüalite arasındaki kopukluğu ne güzel anlatıyor. Demek ki toplumun gündeminde Dursun Çiçek yok.
Hükumetin, askeriyenin, yargının gündeminde olmalıdır ve ziyadesi ile var, merak etmeyin.
Peki "toplumun gündeminde ne var" onu söyle. Başüstüne, üç kelime: İş, ekmek, özgürlük. Bu yıllardır böyle.
Bunu bilenler çalışıyor, üretiyor. Sadece Büyük Şehir değil, işi kavrayanlar köylü-kentli demeden çalışıyor ve beylik tabir ile "yırtmaya" çabalıyor.
Bakın size bir örnek vereyim.
Osmanlı döneminden itibaren İstanbul-Gedikpaşa'da ve taşranın kundura imalathanelerinde bir tip terlik üretilirdi. Üstü deri, altı kösele. Bu terlikten ev halkı ve misafir için yeter sayıda alırdınız, yirmi otuz senede eskimez atılmazdı.
Bundan otuza yakın yıl öncesinde birileri Türkiye'de modern mânada büyük bir terlik açığı olduğunu gördü. Modern üterim merkezlerinde model ve malzemesini dışardan alarak terlik üretimine giriştiler. Gezer, Polaris, Flo ve benzeri markalar kısa zamanda tek tip terlik yerine dört yüz elli tip terlik yapmaya başladı. Baba için, dede için, anne için, çocuk için, genç kız için, ev için, plaj için, gezinti için, spor için çeşit çeşit albenili terlikler. Genel kural şu: "Kullan at". Niçin? Çünkü seneye yeni modeller çıkıyor, seninki demode oluyor. Evin kızı yenisini ister, almazsan kıyamet kopar, çünkü "trend" diye bir şey var artık. Demek ki Türkiye'de modern mânada büyük bir "terlik açığı" varmış ve bu büyük resmi kimse görememiş.
Türkiye "tüketim toplumu"nun son vagonuna can havli ile atlayıp dünyanın on yedinci ekonomisi oldu. Kim tutar seni.
Ama tutuyorlar. Ülkenin önünü açmıyorlar. "Islak imza" efsanesi böyle doğuyor. Doğuyor da ne oluyor. Yukarıdaki iktidar mücadelesi "dipten gelen dalga"yı engelleyebiliyor mu? İnternet'i, Conwers'i, rezidansları, AVM'leri engelleyebiliyor mu? Hayır.
İşte büyük değişim budur. Hayat tarzının değişmesi. Artık nohut oda-bakla sofada yeni nesilden kimse oturmak istemiyor. Kayserili can dostum Fatih Gökdağ şöyle diyor: "Bizim orda artık gelin olacak kızlar 200 m2 lik daireden aşağısını kabul etmiyor".
Bu ne demektir?
Bu çağı yakalamak falan değil. Türkiye'nin önünün açılması değil. Rahmetli Özal ile başlayan "Yorgandan ayağını bir metre dışarı çıkarmak" demek. Dünyanın ve bizim krizlerle boğuşmasının sebebi bu.
Birkaç yıl önce bir vakfın üniversiteli talebelerine kendi kitabım üzerine bir konuşma yapmıştım. (Şimdi hiçbir vesile ile hiçbir yerde konuşmuyorum).
Kitapta dünyayı felakete sürükleyen "tüketim ekonomisi"ne karşı "kanaat ekonomisi"ni teklif ediyorum. Benden bunun izahını istediler. Ben bir hikâyeciyim, iktisatçı değilim, bunun nasıl olacağını bilmiyorum. Ama inancıma, sezgilerime göre hem ülkemiz hem de bütün insanlık için israf değil kanaat önde gelmelidir, dedim. Bütün salon hep bir ağızdan ısrar etti: "Madem teklif ediyorsun, o zaman izah et". Zor durumda kalmıştım. "Ya Allah" deyip bir misal verdim: "Bugün için bir Müslümanın yirmibeş gömleği olması haramdır" diye bir laf savurdum. Müçtehit misin mübarek ne lüzumu var bu lafın. İşte dolduruşa gelmişim demek.
Salonda kıyamet koptu.
Yeni nesil bunu kat'i olarak reddediyordu.
İşte "büyük değişim" burada. Andıçların, ıslak imzaların altında bu var. Başbakan boşuna nefes tüketmiyor: "Aman dikkatli konuşun, piyasa etkilenir".
Küçük Amerika olamadık belki ama biz de o çılgın kalabalığın içine daldık. Bu tüketimin sonucu çatışma ve savaştır, kaçınılmaz. Şimdilik ne dünyada, ne de ülkemizde "Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak" diyecek ne bir fikir adamı ne de fikir var (Huzursuz Bacak kitabını bu durumdan çok kaygılandığım için yazdım). Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete. Sonumuz hayrola.

İçimizde Hainler

Hani çok sevdiğiniz Ecevit vardı ya 28 şubattan sonra devamı için İslami bir cemaatimizin desteğini alarak iktidara gelmişti,, Hani o onları çok seviyordu, bunlarda onlara methiyeler düzüyorlardı,, sırf yaptığımız hizmetler!!! zarar görmesin diye taviz üstüne taviz veren, ama sonunda ekmek verdikleri itler tarafından ısırılan cemaat.. İşte o  sizi ısıran İnsan kılığındaki hayvandan aşağı mahluklara bir kaç örnek... Umulur ki ders almışınızdır...




DSP'li eski milletvekillerinin, millet adına vekillik yaptıkları dönemde istihbaratçılarla yarışırcasına fişleme yaptığı ortaya çıktı. İşte detaylar:


DSP İstanbul eski Milletvekilleri Erol Al ve Cahit Savaş Yazıcı’nın yanı sıra DSP’li Bursa eski Milletvekili Ali Arabacı’nın da istihbaratçılara taş çıkartacak fişleme çalışmaları yaptığı belirlendi. Ali Arabacı, Bursa il ve ilçelerindeki 31 başörtülü öğretmenin listesini tutup Milli Eğitim eski Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun özel kalemine göndererek laiklik kararlılığı açısından öğretmenlerin bir an önce görevden alınmasını istemiş.

DSP’li milletvekilleri, 28 Şubat postmodern darbesinin hemen akabinde Türkiye’nin dört bir yanında hiç durmadan MEB camiasında çalışan muhafazakâr insanları birer birer fişlemiş.

Geçtiğimiz günlerde Vakit’te DSP’li İstanbul Milletvekilleri Erol Al ve Cahit Savaş Yazıcı’nın İstanbul’daki Milli Eğitim İlçe Müdürlerini ‘şeriatçı’, ‘bizden’ diye fişlemeleri ve bakana ‘talimatname’ gibi yazı göndermeleri yer almıştı. DSP’li vekillerin fişlemelerinin ardından birçok insanın da hayatının altüst olduğu tespit edilmişti.

Şimdi de DSP’nin Bursa eski Milletvekili Ali Arabacı’nın, Bursa il ve ilçelerinde görev yapan başörtülü öğretmenleri tek tek fişleyerek Milli Eğitim eski Bakanı Metin Bostancıoğlu’na görevden alınmalarını talep eden bir yazı gönderdiği ortaya çıktı. Aynı zamanda Bursa Baro eski Başkanlığı da yapan Arabacı, bakana gönderdiği ‘resmi’ yazıda başörtülü öğretmenleri kastederek, Bakan Bostancıoğlu’na, “Bunları ne zaman görevden alacaksınız” diye sormuş… Arabacı ayrıca, öğretmenlerin maaşına da göz dikmiş.

“BURSA İL MİLLİ EĞİTİMDEN FİŞLEME DOSYALARI ALINMIŞ”

Arabacı, Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldığı, ‘Bursa ilinde görevli, kılık-kıyafet yönetmeliğine sürekli uymayan öğretmenler hakkında devlet memurluğundan çıkarılması teklifi getirilerek yüksek disiplin kurulun gönderilen soruşturma dosyaları ve öğretmenlerin isim listesi’ni bakana gönderdiği yazıya ekleyerek bakandan konuyu ‘ciddiye’ almasını rica etmiş.

DSP’Lİ VEKİL CADI AVINA ÇIKAR GİBİ BAŞÖRTÜLÜ AVINA ÇIKMIŞ

Arabacı, TBMM paraflı Bakana gönderdiği yazıda, “Sayın Bakanım, ekte, Bursa ilinde görev yapan bayan öğretmenlerden, kılık-kıyafet yönetmenliğine sürekli uymayanlar hakkında, Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü’nün devlet memurluğundan çıkarılma teklifi ile yüksek disiplin kuruluna gönderdiği kişilere ait isim listesi sunulmaktadır… Hükümetimizin, özellikle bakanlığımızın ‘laiklik’ konusundaki kararlı tutumları, Danıştay’ın istikrarlı kararları dikkate alınarak, adı geçenlerle ilgili bir an önce karar verilmesinin önemi büyüktür…” diyerek, deyim yerindeyse ‘cadı avına çıkar gibi’, Bursa’da başörtülü öğretmen avına çıkmış.
Arabacı’nın Metin Bostancıoğlu’na gönderdiği listede 31 öğretmenin adları ve haklarında açılan soruşturmanın detayları bulunuyor.

Vakit 

Kudüs'te Üçüncü İntifada başladı

Üçüncü İntifada Kudüs'te başladı. İsrail askerlerinin saldırısında onlarca Filistinlinin yaralandığı ve çok sayıda kişinin de tutuklandığı bildirildi.


Haber Merkezi / TİMETURK

İsrail'in Mescidi Aksa civarında açtığı Harab Sinagogu 3. İntifada'yı ateşledi. Bugün sokaklara dökülen binlerce Filistinli İsrail işgal güçlerinin saldırısına maruz kaldı. Saldırılarda onlarca Filistinli yaralandı, çok sayıda Filistinli de tutuklandı. Filistinli kaynaklar, 100'den fazla Filistinlinin yaralandığını açıkladı.

ÜÇÜNCÜ İNTİFADA RESİMLERİ İÇİN TIKLAYIN

Yaklaşık 3 bin İsrail askeri, Doğu Kudüs sokaklarına dağılırken, helikopterler bölge üzerinde uçtu. Olaylar, dün sabah birkaç noktadan başladı. Mescidi Aksa'nın kapılarında konuşlanan yüzlerce İsrail güvenlik gücü, kadınlar hariç, dışarıdan gelenleri içeri sokmadı. Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin, Arslanlı Kapı'nın dış tarafından girmek istediği Eski Kent'e sokulmadı. Hüseyin, "İşgal gücünün askerlerinin yaptığına bakın....İçeri bile girmemize izin vermiyorlar" diye bağırdı. Bu esnada yolun karşı tarafında bekleyen çok sayıda İslami Hareket mensubu, polisler tarafından güç kullanarak dağıtıldı. 

Doğu Kudüs'ün Mescidi Aksa'ya açılan tarafında da Filistinli çocuklar sokakları tamamen kapatacak şekilde barikatlar kurdu, çöp kutularını ateşe verdi, taşlarla İsrail askerlerine saldırdı. Aynı saatlerde Doğu Kudüs'ün hemen bitişiğindeki Vadi El Coz, Zeytin Dağı, El İssaviyye, Ras El Amud ve Silvan mahallelerinin girişlerini de Filistinli gençler büyük çöp bidonları ile kapattı, lastikleri ateşe verdi. Bir bölümü maskeli çok sayıda genç, İsrail güçlerine taş ve molotofkokteyli atarken, İsrail askerleri, atlı ve köpekli askerler gençlerin üzerine gözyaşartıcı bombalarla hü cum etti. 

Bu arada, taş atan Filistinli gençlerin arasına karışmış, tamamen onlar gibi giyinmiş İsrail özel timcilerinin gençlerin tutuklanmasına yardım ettiği görüldü. 

Heniyye'den Batı Şeria yönetimine çağrı 

Filistin Başbakanı İsmail Haniyye de bugün yaptığı açıklamada, Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'ni Filistin halkını ve kutsal mekanlarını koruması için, Batı Şeria'da direnişin elini serbest bırakmaya çağırdı.



Haniyye, Gazze'de kabine toplantısı öncesi, "El Fetih yönetimi, Batı Şeria'da Filistin halkının öfkesine kuşatma uyguluyor. El Fetih yönetiminden beklenen, ağır elini Filistin halkının ve kahraman direnişin üzerinden kaldırmasıdır" dedi. 

El Fetih'in El Aksa Şehitleri Tugayı de bir açıklama yaparak, Filistin Yönetimi'nden "düşmana karşı koyabilmek ve Kudüs'ü savunabilmek için" silah istedi. 

İzzeddin el Kassam Tugayları resmi sözcüsü Ebu Ubeyde: Kudüs'te bugün meydana gelen olayları, yakından takip ediyoruz. İşgalciye acı verecek ve Mescid-i Aksa'nın zaferine vesile olacak yanıtımızı görüşüyoruz. Kudüs'te inşa edilen Harab Sinagogu, işgalcinin harab oluşunun başlangıcıdır. Mescid-i Aksa'ya gelecek bir zarar, Siyonist devletinin sonunun habercisidir.

16 Mart 2010 Salı

EY MÜSLÜMANLAR Kudüs'ün Yahudileştirilmesine tepki verin!!!



Kudüs'ün Yahudileştirilmesine tepki verin!

Müslümanların ilk kıblesi Aziz Kudüs korkunç bir yıkım tehdidi altında diyen Özgür-Der, "Kudüs'ün yok edilişine sessiz kalanlar Siyonistlerin işbirlikçileridir!" dedi.

Haber Merkezi / TİMETURK

İsrail'in Kudüs'ü Yahudileştirmesine tüm dünyadan tepkiler yükseliyor. Müslümanların ilk kıblesi Aziz Kudüs korkunç bir yıkım tehdidi altında diyen Özgür-Der, "Kudüs'ün yok edilişine sessiz kalanlar Siyonistlerin işbirlikçileridir!" dedi. İşte, Özgür-Der tarafından yayımlanan metnin tam hali;

KUDÜS'ÜN YOK EDİLİŞİNE SESSİZ KALANLAR 
SİYONİSTLERİN İŞBİRLİKÇİLERİDİR!
 

Tam 43 yıldır pervasızca sürdürülen Siyonist işgal dünyanın sessizliğinden, umursamazlığından da aldığı cesaretle tam bir azgınlık boyutuna dönüşmüş durumda. İsrail tüm dünyanın gözleri önünde Kudüs’te yakıyor, yıkıyor, karşı çıkan Müslümanları acımasızca eziyor ve İslami kimliğini tamamen tahrip etmeye yöneldiği Kudüs'ü bütünüyle Yahudileştiriyor. Mescid-i Aksa yakınında dün açılan Harab Sinagogu ile Siyonistler bu sistematik ve kirli planlarını yeni bir aşamaya taşımış bulunuyorlar. 

Müslümanların ilk kıblesi Aziz Kudüs korkunç bir yıkım tehdidi altında. Batılı güçler İsrail saldırılarına karşı sessiz. İslam dünyası ise tam bir uyku, uyuşukluk halinde. Kudüs'ü savunma sorumluluğu her şeyleriyle tam bir kuşatılmışlık altında tutulan Filistin halkının zayıf omuzlarına yüklenmiş durumda.

İslam Konferansı Örgütünün Genel Sekreteri “Kudüs elden gidiyor, Kudüs Yahudileştiriliyor” uyarılarında bulunuyor ama bu büyük zulme karşı yapılabilecek tek bir öneride dahi bulunmuyor. Gelinen yer tam anlamıyla acziyetin zillete dönüştüğü nokta! 

Ürdün, Mısır gibi bölge ülkeleri Siyonist zulme tavır koymak bir yana dursun; işbirlikçilik geleneklerine uygun olarak gerek Filistin coğrafyasındaki, gerekse de kendi ülkelerinde Filistin İslami hareketi ile dayanışma çabası içindeki direniş güçlerini hedef almış durumdalar. 

Türkiye ise söz ile, beyanat ile gösterdiği sahiplenmeyi, cevvaliyeti somut icraata dönüştürmeme konusunda gayet ısrarlı! Söz ile eylem arasındaki çelişkinin en açık örneklerinden biri olarak, Filistin halkının katili, işgalci ordunun şefi Ankara'da tertiplenen NATO toplantısı gerekçesiyle en üst düzeyde ağırlanabiliyor. Filistin halkının payına ise her zamanki gibi boş umutlar düşüyor.

Güzel demeçlerden, bol laftan ibaret bir siyasetten başka bir şey yok ortada! Elçisine yapılmış bir saygısızlığa en sert biçimde tepki veren TC Hükümeti nezdinde Kudüs'ün değerinin kaç Heron ettiği bir kere daha görülüyor! Bu vesileyle AK Parti Hükümetine bir kere daha soruyoruz: Kudüs Müslümanların ortak mirası değil miydi, neden bu sessizlik, umursamazlık? Siyonist çete ile diplomatik ilişkilerinizi kesmek için Mescid-i Aksa'nın tümden yıkılması mı gerekiyor? 

Tablo açık! Müslümanlar ve Filistin söz konusu olduğunda ne uluslararası hukukun, ne de sözde İslami mirasa sahip çıkma iddiasındaki bölge ülkelerinin esamisi okunmuyor. On yıllardır tüm boyutlarıyla yaşadığımız bu acı gerçek Kudüs'te yaşanan gelişmelerle birlikte bir kere daha doğrulanmış durumda. 

İşte bu durum sorumluluk sahibi herkesin olan biteni boş gözlerle seyretmekten vazgeçip, Siyonist canavarlığa karşı harekete geçmesini zorunlu kılıyor. Müslümanlar ve adaletten yana insanlar İsrail isimli çetenin tırmandırdığı zulme, işgale, hukuksuzluğa karşı sessiz kalmamalıdırlar. Sessiz kalmanın zulme ortaklık ve Siyonist çetenin politikalarına destek olmak anlamına geleceği görülmelidir.

Bu kaygılarla, sorumluluk bilincine sahip tüm Müslümanları ve vicdan sahibi herkesi harekete geçmeye ve Siyonist çetenin sistematik planlarını en güçlü biçimde lanetlemeye ve Aziz Kudüs'le ve Kudüs halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz! 

Rıdvan Kaya
Özgür-Der Genel Başkanı
16 Mart 2010

Kudüs için ölüme hazırız



Karadavi: Kudüs için ölüme hazırız
İslam dünyasının tanınmış alimlerinden Yusuf el Karadavi, "Biz Müslümanlar, İslâm dâvetçileriyiz. Savaş yanlısı değiliz. Fakat kutsal değerlerimizi savunmak için ölümüne de savaşırız" dedi.



Salih Saygılı / TİMETURK

İslam dünyasının tanınmış alimlerinden ve Müslüman Alimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Yusuf el Karadavi, "Biz Müslümanlar, İslâm dâvetçileriyiz. Savaş yanlısı değiliz. Fakat kutsal değerlerimizi savunmak için ölümüne de savaşırız" dedi. Nida yayınları arasında çıkan "Her Müslümanın Ortak Davası: Kudüs" ve "Filistin Hakkında Fetvalar" adlı kitabıyla Karadavi, tüm Müslümanları Filistin ve Kudüs davasına sahip çıkmaya davet etti. Karadavi'nin "Kudüs" adlı kitabının tavsiyeler bölümünde şu konulara yer verdi; 
Tavsiyeler

Biz Müslümanlar, İslâm dâvetçileriyiz. Savaş yanlısı değiliz. Fakat kendimizi, vatanımızı ve kutsal değerlerimizi savunmak için ölümüne de savaşırız. Çünkü bu durumda savaşımız Allah yolunda olacaktır. Bu, iman ehlinin sonsuza dek değişmeyen tavrıdır: “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfir olanlar ise tağut yolunda savaşırlar.” (Nisa, 4/76)

Hendek savaşında olduğu gibi karşılaştığımız düşmanlarla savaşmadan ayrılırsak Kur’an’ın yorumu şöyle olacaktır: “Müminlerin savaşmasına hacet bırakmadı.” (Ahzab, 33/25) Kur’anımız bize, zorunlu olarak savaşa meylettikten sonra şunu söylüyor: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et.” (Enfal, 8/61) 

Fakat İsrail bir gün olsun barışa meyletmedi. Çünkü barış, onun tabiatına terstir. Kan, şiddet, işgal ve düşmanlıktan beslenenler nasıl barışa meyledebilir? Bugün İsrail, Kudüs’ü Müslüman ve Hıristiyan halkından soyutlayıp buraya batıdan ve doğudan getirdiği Yahudileri yerleştirmek için çabalamaktadır.

Bu nedenle topraklarımızı gasp edenlerle barışmak dinî, ahlakî, hukukî ve örfî açıdan reddedilmiştir. Zîra demir ancak demirle körelir! Zorla gasp edilen ise ancak zorla geri alınabilir! Bunların ışığında şu tavsiyelerde bulunuyoruz:

1. Daha sonra ‘İntifada’ ismini alan ‘Cami Devrimi’ tekrar canlandırılmalıdır. Çünkü bu hareket İsrail’i, Filistin‘in özgürlüğü için çalışanları tanımaya ve onlarla görüşme masasına oturmaya zorlamıştır. Temennimiz, bu hareketin, olduğundan daha güçlü, Arapların, Müslümanların, dünyadaki tüm hür ve şerefli insanların, yöneticileri ve halkıyla bütün Filistinlerin desteğini almış bir şekilde dönmesidir. 
 
İsrail, dünyanın en büyük teröristidir. İsrail, bir devlet terörü ve bir terör devletinden ibarettir. Zulmü ve işkenceyi, evleri yıkmayı ve insan haklarını çiğnemeyi meşrulaştıran bir devlettir. 





Filistin halkının önünde bulunan tek yol ‘direniş’tir. Her halkın en doğal haklarından birisi de gâsıp işgalcilere karşı var gücüyle mücadele etmesidir. Eğer onların “Savaşıyorum o halde varım!” diyen Menahem Begin’leri varsa bizim de “Mücadele ediyorum o halde varım” diyen Ahmed Yasin’imiz var. Ahmed Yasin’in hakkı Menahem Begin’in bâtılına mutlaka galip gelecektir!



2. İsraille siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel başta olmak üzere tüm alanlarda her türlü ‘normalleştirme’ fikri reddedilmelidir. Müslümanların İsraille diplomatik ve iktisadî ilişkiler yapmaları, ülkelerinde İsrail’i temsil eden büro ve temsilcilikler açmaları; Mescid-i Aksâ’da namaz kılmak için de olsa İsrail’e gitmeleri asla caiz değildir. Müslümanlar ancak Yahudilerin boyunduruğundan kurtulması durumunda Mescid-i Aksâ’yı ziyaret edip içinde namaz kılabilirler. 

Ne suretle olursa olsun Arap ve İslâmî aklın zedelenmesine asla izin vermemeliyiz. Arap ve İslâm kültürünü istilâ etmeye çalışan ‘yeni İsrailiyat’a karşı var gücümüzle direnmeliyiz. Kimliğimize de sıkıca tutunarak onu bütün şaibelerden uzak tutmalıyız.




Dünya vicdan gününde Vicdansızlık

bugün 16 mart dünay vicdan günü bundan 7 sene Rachel Corrie isimli ABD vatandaşı insan hakları eylemcisi, Siyonist İsrail devletinin bir buldozeri önünde filistinli bir doktorun evini kurtarmak isterken Feci şekilde ezilerek hayatını kaybetmişti. Bugün yani 16 mart Rachel Corrie anısına dünya vicdan günü ilan edildi,,


Heyhaat


Ama siyonist israil bugün bile boş durmadı İslamın ilk kıblesi Mescidi Aksada Devlet terörü estiriyor... Eli kanlı israil Filistinlilerin üzerine kurşun ve bomba yağdırıyor, dünaynın vicdanı Kudüs de ölüyor dünya seyirci kalıyor,, Uyanın ey insanlık ölen vicdanınız değil sizsiniz...


Ya Rabbi Filsitinli Kardeşlerimizden merhametini ve İhsanını esirgeme, Biz aciz ve günahkar kullarınada  Filistinli kardeşlerimize yardım için geride bırakma Ya Rabbi

Bugün Dünya Vicdan Günü.


ABD’li barış gönüllüsü Aliene Rachel, tam 7 yıl önce bugün Gazze Şeridinde İsrail buldozerinin önüne çıkmış ve ezilerek hayatını kaybetmişti. Onun hatırasına Otuzuncu Harf Edebiyat ve Düşünce Dergisi 16 Mart’ı Dünya Vicdan Günü olarak ilân etti.
Rachel öldürüleli 7 yıl oldu
ABD’li barış gönüllüsü, Uluslararası Dayanışma Hareketi (International Solidarity Movement) üyesi Aliene Rachel Corrie, 7 yıl önce bugün Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin evlerini yıkmak üzere harekete geçen bir İsrail buldozerinin önüne çıkmış ve bu buldozer tarafından ezilerek öldürülmüştü. 16 Mart 2003’ tarihinde İsrail tanklarına karşı vicdanını siper ederek öldürülen Rachel Corrie’nin hatırasına atfen, Otuzuncu Harf Edebiyat ve Düşünce Dergisi tarafından 16 Mart Tarihi, Dünya Vicdan Günü olarak ilan edildi. Barış için çalışmalar yapan Rachel, ABD’nin Irak’ı işgali üzerine; İsrail’in Gazze’de kıyıma girişeceği ve bunun ancak bölgedeki ilgiyi canlı tutmakla engellenebileceğini öngörerek, Gazze’ye uluslararası gözlemci olarak gitmişti. Dünyanın bir çok yerinde Rachel adına çeşitli anma faaliyetleri düzenlendi, adına yazılan bir oyun, 2006 yılında Londra Playhouse Theatre’da sahnelendi.

Zahar: Kudüs'ü canımızla koruyacağız

İslami Direniş Hareketi (Hamas) Siyasi Birimi üyesi ve Kudüs’e Destek Konferansı Başkanı Dr. Mahmud Ez-Zehhar, “Kudüs’ümüzü ve kutsal mekanlarımızı canımızla ve kanımızla koruyacağız” dedi.

Mahmud Ez-Zehhar, Siyonistlere de seslenerek, “El-Harab Sinagogu, sizin varlığınızı harap edecek” diyerek şöyle konuştu:

“Siyonist düşmana gayet açık ve net bir mesaj göndermek istiyorum. Ey tarihi tahrip projesinin sahipleri! Yeni Harap Evi’nin açılışını yapacağınız şu saatlerde diyoruz ki, sizlere nasihat etmemiz gerekiyor. Ey peygamberlerini öldürenler! Tarih boyunca sonunuz hep harap olmuştur. Siz nükleer silahlara da sahip olsanız sonunuz harap olmaktır. Ey yaşadığı her ülkede bozgunculuk çıkaranlar! Sizler harap içindeydiniz ve öyle de kalacaksınız!”

Hamas lideri Ez-Zehhar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ey kutsal ve mübarek mekanları işgal edenler! Ey Kutsal mekanları kirletenler; çocuklarımızı, ihtiyarlarımızı ve kadınlarımızı öldürenler, camilerimizi ve okullarımızı yıkanlar! Ey El-Harab projesinin sahipleri! Sizin sonunuz harap olmaktır. Ey dünyanın paralarını faize harcayanlar ve her şeyin ticaretini yapanlar! Ey Mescidi Aksa’yı yıkmak için planlar yapanlar! Size diyoruz ki: Bizler inşa projesi sahipleriyiz. Kudüs’ümüzü, kutsal mekanlarımızı ve Mescidi Aksa’mızı canımızla ve kanımızla koruyacağız. Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in tüm peygamberlere imam olarak namaz kıldırdığı camiyi koruyacağız. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in miraca çıktığı yeri yıkamayacaksınız. 

Mahmud Ez-Zehhar son olarak şöyle dedi: “Bizler Filistin’in ve Kudüs’ün evlatları olarak canlarımız Kudüs’e fedadır. Ey Kudüs halkı! İşte size Mescidi Aksa’yı ve Kudüs’ü savunmak için tarihi bir fırsat geldi.”

Filistin Enformasyon Merkezi 

Kudüs yardım bekliyor


İslamın ilk kıblesi Mescidi AKSA Yardım bekliyor. Siyonist işgalci israil devleti 4 gündür Mescidi Aksada sıklaştırdığı eziyetlerini bugün Mescidi Aksanın içine Kimseyi alamayarak işkenceye dönüştürdü... Süleyman mabedinin ilk ayağı olan harap sinagogunda dün ayin yapan eli kanlı israilliler , bugün Filistinlilere kan kusturdular.

Doğu Kudüs, savaş alanına döndü

Doğu Kudüs, son günlerdeki gerginlik nedeniyle alının tüm güvenlik önlemlerine rağmen, bu sabah Eski Kent girişinde başlayan ve diğer mahallelere yayılan çatışmalarla savaş alanına döndü.

FOTOĞRAFLARA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Onlarca kişinin yaralandığı, çok sayıda kişinin tutuklandığı çatışmalar Batı Şeria'da Ramallah ve El Halil gibi Filistin kentlerine de sıçradı.

Filistin Kızılayı'nın verdiği bilgiye göre, atılan bombalarla yaralananların sayısı öğle saatlerinde 50 dolayındaydı. Polis de öğle saatlerine kadar en az 31 kişinin tutuklandığını belirtti.

Polis, olaylarda 8 kişinin yaralandığını kaydetti.

Yaklaşık 3 bin asker ve polis, Doğu Kudüs sokaklarına dağılırken, polis helikopterleri bölge üzerinde uçuyor.

Olaylar, bu sabah birkaç noktadan başladı. Eski Kent'in kapılarında konuşlanan yüzlerce polis, kadınlar hariç, dışarıdan gelenleri içeri sokmadı. Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin, Arslanlı Kapı'nın dış tarafından girmek istediği Eski Kent'e sokulmadı. Hüseyin, "İşgal gücünün askerlerinin yaptığına bakın....İçeri bile girmemize izin vermiyorlar" diye bağırdı. Aynı sıralarda giriş kapısının önüne gelen Knesset'in Arap milletvekillerinden Ahmed Tibi, Hüseyin'in içeri girmesine yardımcı oldu. Bu esnada yolun karşı tarafında bekleyen çok sayıda İslami Hareket mensubu, polisler tarafından güç kullanarak dağıtıldı.

Eski Kent'in camiye açılan tarafında da Filistinli çocuklar sokakları tamamen kapatacak şekilde barikatlar kurdu, çöp kutularını ateşe verdi, taşlarla polislere saldırdı.

Aynı saatlerde Doğu Kudüs'ün hemen bitişiğindeki Vadi El Coz, Zeytin Dağı, El İssaviyye, Ras El Amud ve Silvan mahallelerinin girişlerini de Filistinli gençler büyük çöp bidonları ile kapattı, lastikleri ateşe verdi. Bir bölümü maskeli çok sayıda genç, polise taş ve molotofkokteyli atarken, polisler, atlı ve köpekli askerler gençlerin üzerine gözyaşartıcı bombalarla hücum etti. Polis bazı gençleri tutukladı.

Bu arada, taş atan Filistinli gençlerin arasına karışmış, tamamen onlar gibi giyinmiş İsrail özel timcilerinin gençlerin tutuklanmasına yardım ettiği görüldü.

Doğu Kudüs'ün merkezden uzak olan mahallelerine de sıçrayan çatışmalar Şuhafat'ta halen sürüyor.

Polis, Doğu Kudüs'ü araç trafiğine de kapattı, gazetecilerin Eski Kent'e girişine de kısıtlama getirdi.

Kudüs'e gitmek üzere yola çıkan, İsrail'in kuzeyindeki Arap kasabası Mecd El-Krum'dan gelen İsrailli Arapları taşıyan otobüsler ile El Halil'den gelen Filistinlilerin bulunduğu otobüsün kente sokulmadığı öğrenildi.

Öte yandan olaylar Doğu Kudüs'le sınırlı kalmadı; Batı Şeria'da da birçok askeri kontrol noktasında çatışmalar çıktı. Ramallah'ta, Kalendiye mülteci kampında, Kalendiye geçiş noktasında biriken yüzlerce Filistinli öğrenci ile İsrailli güvenlik görevlileri arasında başlayan çatışmalar da devam ediyor. Kalendiye geçiş noktasında, çatılara yerleşmiş keskin nişancı askerlerin de göstericilere ateş açtıkları bildirildi.

Batı Şeria'daki Filistin kentlerinden El Halil'de Şuheda (Şehitler) ve Şellali caddeleri ile El Halil'in köylerinden Beyt Ummar'da da benzer çatışmaların meydana geldiği belirtildi.

Filistin Yönetimi altındaki güvenlik güçleri de teyakkuz halinde bulunuyor. Filistinli polisler, Batı Şeria'nın pek çok kent ve köyünde muhtemel olaylara karşı önlem aldı.

-İNTİFADA UYARISI- 
Filistin Kurtuluş Örgütü Merkez Komite üyelerinden, eski Başbakan Ahmed Kurey, dün, İsrail'in Doğu Kudüs'teki uygulamalarını eleştirip, üçüncü bir intifadanın patlak verebileceği uyarısında bulunmuştu. Kurey, "Eğer böyle giderse üçüncü bir intifada geliyor" demişti.

Kurey ayrıca, intifadanın politik bir karar olmadığını belirtip, bunun adaletsizliklerin, zulmün, zorbalık ve saldırganlıkların bir sonucu olarak, halkın vereceği bir karar olduğuna dikkati çekmişti.

Hamas ise El Aksa çevresinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak Filistinlilere intifada çağrısı yapmıştı.

Knesset'teki Arap milletvekilleri, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu ve İsrail'in politikalarını şiddetle eleştirdiler.

Balad milletvekillerinden Hanen Zoubi, "İsrail, Kudüs'te şiddetle uyguladığı Yahudileştirme ve işgal politikalarıyla Filistinlilerin ve uluslararası toplumun tahammül eşiğini zorluyor. Kentin doğusuna ve Arap mahallelerine büyük miktarda Yahudi nüfus yerleştiriyorlar; evleri yerle bir ediyorlar, Filistinlileri evlerinden çıkarıyorlar, kimlik belgelerini iptal ediyorlar, gösterileri zorla bastırıyorlar, kent sakinlerini tutukluyorlar, insan hakları gönüllülerini taciz ediyorlar" dedi.

Zoubi sözlerini şöyle sürdürdü:

"Etnik temizlikten başka bir şey olmayan bu politika, bize üçüncü bir intifada için (Eski Başbakan Ariel) Şaron'un El Aksa'yı ziyaretinin tetiklediğinden daha da güçlü bir motivasyon sağlıyor."

AA

“İşgale Vicdanı ile Direnen ÇAGIN EBU TALİB’İ Leydi" "RACHEL CORRİE"


Benim adım Rachel Corrie. Ben bir Amerikalıyım. Biliyorum, ‘Amerikalıyım’ demek bana utanç veriyor ama bana bu utancı yaşatanların ülkesinde utananların da olduğunu göstermek istiyorum sizlere. Ben de utandığım için utanç duyduğum için burdayım bugün. Belki bana şüpheyle yaklaşıyorsunuz, belki benim bir maceracı olduğumu düşünüyorsunuz. Ve bunda da haklısınız. Çünkü sizin acılarınızı yaşamadım, sizin gibi aç kalmadım, çadırlarda elektriksiz, susuz kalmadım, ailemden hiç kimse ya bir bombayla ya da tank ateşiyle öldürülmedi..
Kendi ülkemde olması gereken normal bir hayat yaşadım. Ailem bana bugün bile çocuk gözüyle bakıyor. Ama sizlerin generalleri bile 9 yaşında. 9 yaşında alnından vurularak öldürülmüştü General Nafis. Sonra onun askerleri: 5 yaşındaki Muhammed de, kundaktaki Yasin de, annesinin karnına sıkılan kurşunlarla delik deşik olmuş isimsiz çocuklarınız da; imha edilmesi gereken bombalar olarak görülen bombalanan çocuklarınız..


Kimse beni yerimden sürgün etmedi. Benim atalarım iki yüz yıl önce milyonlarla yerliyi ya katletti ya da sürgüne gönderdi. Belki bir halkı kökünden kurutan bir atanın torunu olarak burada bulunmam bir anlam ifade etmiyor ama ben atalarımın yaptığı zulmü reddediyorum ve bugün sizleri sürgüne gönderen ve buraya yerleşen bu yabancıları da reddediyorum.

Beni aranıza kabul ettiniz. Sizlerin yaşadığı acılara artık ben de ailem de ortak. Çünkü sizin her birinizin ailesinin yaşadığı acıyı ailem de paylaşıyor ölümümle. Ne canım ne de kanım sizin hiçbirinizin canı ve kanından üstün değil. Bugün sadece sizlerle eşit bir konuma geldim. Toprağı elinden alınmış ve hergün öldürülen sizlerin onur mücadelesine beni de ortak ettiniz. Belki bugün bedenen yaşamıyorum ama ruhum Filistin için ölen binlerce bedenin yaşayan ruhları arasında artık. Bedenimizi ortadan kaldıran yaşayan ruhsuzlar, ruhlarmızın gölgesini hep hissedecek. Çünkü ruhlarımız asla ölmeyecek. Benim adım Rachel Corrie ve ben artık bir Filistinliyim…

Rachel Corrie'yi Unut(tur)mayacağız!


Tarih 1732003Kalbi olan, kalbini başkalarının yaraları için merhem niyetine taşıyan bir genç kız öldürüldüTek gayesi İsrail mezaliminin yaraladığı, öksüz-yetim bıraktığı çocuklara arka çıkmak olan

Henüz 23 yıllık bir geçmişe sahip genç bedenini siper etmeye çalışan ABD'li bir genç kız vahşice öldürüldü

Adı Rachel Corrie

Buldozerlerin önüne kendi bedenini siper ederken ve üstelik Batılı, beyaz, ABD vatandaşı olarak bu siperin işe yarayacağını düşünürken, buldozer iki defa geçti üzerinden

Yalan, yavan ve oldukça hastalıklı yüz ifadesi ile Bush, Iraklı çocukları öldürmeye gidişinin adını "bekleyin sizi kurtaracağım" yalanına çevirmeye uğraşırken

Vücut dilini, sesini, mimiklerini inanmadığı rolü, sahici kılabilmek için zorlarken Kendi vatandaşının, Rachel'in adı kalbine uğramadı bile

Filistinli çocuklara destek olmak onların yaralarına ve yalnızlıklarına arka çıkmak için yerini yurdunu bırakıp giden Rachel'in empatik yeteneği öylesine gelişmişti ki, kameraların önünde Filistinli çocukların ihtiyaçlarını anlatırken bütün çocuklarını savaşa kaptırmış bir anne yüreğinin öfkesiyle konuşuyordu

Rachel Corrie öldü Rahman ve rahim olan Rabbim, kendi bedenini, zalimlerin zulmü için siper etmeye çalışan genç kızın günahlarını affetsinFilistinli çocukların yaralı kalplerinde Rachel Corrie'nin merhameti boy verecek bundan böyle

Rachel Corrie öldü Savaşın yaraladığı çocuklara merhem diye kendi kalbini götürürken!

Siz ne yapıyorsunuz?!

Kalbi olanlar!

Kalbine dua sığdıranlar!

Abdestsiz yere basmayanlar siz ne yapıyorsunuz!

Seslenseniz sesinizi duyacak kadar yakın olan Iraklı çocuklar için siz ne yapıyorsunuz?!

Fatma K Barbarasoğlu, alıntıdır,


yüz sefer bin sefer düşünmeliyiz,
"İman etmekdikçe Cennet' e giremezsiniz, Birbirinizi sevmedikçe tam iman etmiş olmazsınız"

selam ve dua ile

 Rachel Corrie’nin 7 Şubat 2003’te ailesine gönderdiği bir e-posta’dan parçalar
Şu anda, iki hafta bir saattir Filistin’deyim, ve hâlâ gördüklerimi anlatabileceğim çok az kelime var. Benim için en zor olanı, oturup Amerika Birleşik Devletler’e yazarken burada neler olduğunu düşünmek; bu sanal iletişim bana lüks gibi geliyor. Buradaki çocukların birçoğu, duvarlarında tank mermilerinin açtığı delikler ve yakındaki ufukta sürekli onları gözlemleyen işgalci bir ordunun kuleleri olmadan hiç yaşadı mı, bilmiyorum. Her ne kadar tamamen emin olmasam da, buradaki çocukların en küçüğünün bile hayatın her yerde böyle olmadığını anladığını düşünüyorum. Sekiz yaşında bir çocuk, ben buraya gelmeden iki gün önce bir İsrail tankı tarafından vurularak öldürülmüş; ve bir çok çocuk bana onun adını fısıldıyor: “Ali”—veya onun duvardaki posterlerini gösteriyor. Çocuklar aynı zamanda benim sınırlı Arapçamı pratik yapmamı sağlıyorlar; bu, çok hoşlarına gitti. Bana “Kaif Sharon?” “Kaif Bush?” diye soruyorlar, ve sınırlı ArapçamlaBush Majnoon” “Sharon Majnoon” diye cevap verince kahkahalarla gülüyorlar. (Sharon nasıl? Bush nasıl? Bush deli. Sharon deli.) Tabii ki gerçekten inandığım bu değil, İngilizcesi olan bazı yetişkinler beni düzeltiyorlar: Bush mish Majnoon…Bush bir işadamıdır. Bugün “Bush bir piyondur” demeyi öğrenmeye çalıştım, fakat doğru çevrildiğini sanmıyorum. Fakat her nasılsa burada sekiz yaşındakiler, küresel iktidar yapısının işleyişinin -en azından İsrail söz konusu olduğunda- benim birkaç sene önce olduğumdan çok daha fazla farkındalar.

Bununla birlikte hiçbir okumanın, konferans katılımının, belgesel izlemenin ve ağızdan çıkan hiçbir sözün beni buradaki durumun gerçekliğine hazırlayamayacağını düşünüyorum. Bu durumu görmeden hayal edemezsiniz. Ancak o zaman bile deneyiminizin gerçekliğin tamamı olmadığının farkına varırsınız: İsrail ordusunun silahsız bir ABD vatandaşını vurursa büyük zorluklarla karşılaşacak olması, ordu kuyuları yok ettiğinde su alabilecek param olması gerçeği ve tabii ki buradan gitme seçeneğimin olması gerçeği. Benim memleketimde ailemden hiç kimse, araba kullanırken ana sokağın başındaki kulede bulunan roketatar tarafından vurulmadı. Bir evim var. Gidip okyanusu görmeme izin veriliyor. Görünürde aylar ve yıllar boyunca dertsiz devam etmem hâlâ çok zor (çünkü birçoğunun aksine ben beyaz bir ABD vatandaşıyım). Okula veya işe gitmek için evden çıktığımda, Mud Bay ve Olympia şehir merkezi arasındaki bir kontrol noktasında yol ortasında bekleyen ağır silahlarla donanmış, işe gidip gidemeyeceğime veya işim bittiğinde eve gidip gidemeyeceğime karar verme gücü olan bir asker olmayacağı konusunda nispeten emin olabiliyorum. Eğer ben bu çocukların var olduğu bu dünyaya ulaştığımda, bu dünyaya kenarından ve eksik bir şekilde dâhil olduğumda bu kadar öfke duyuyorsam, tam tersi olsaydı ve onlar benim dünyama girselerdi nasıl olurdu diye merak ediyorum.
Onlar, Birleşik Devletler`de genelde çocukların ebeveynlerinin vurulmadığını ve bazen okyanusu görmeye gittiklerini biliyorlar. Fakat bir kere okyanusu görebilir, ve suyun ne kadar değerli olduğunun bilinmediği ve geceleri buldozerler tarafından çalınmadığı sakin bir yerde yaşayabilir, öldürücü kuleler, tanklar, silahlanmış “yerleşimler” ve şimdi büyük metal bir duvarla kuşatılmamış bir dünya gerçekliğini tecrübe edebilirsiniz. İşte böyle olduğunda, varolarak -sadece varolarak- -dünyanın tek süper gücü tarafından desteklenen- dünyanın dördüncü büyük ordusunun boğazınızı sıkan kuşatmasının sizi kendi evinizden silme girişimine direnerek, yaaşdığınız -sadece yaşadığınız- çocukluğunuzun harcanan bütün yılları için dünyayı affedebilir misiniz merak ediyorum. Bu çocuklarla ilgili merak ettiğim bir şey bu. Gerçekten bilselerdi ne olurdu merak ediyorum.

Bütün bu sayıklamaların ardından Rafah’dayım. Burası 140.000 kişinin yaşadığı ve bunların yaklaşık yüzde 60’ının mülteci olduğu –birçoğunun ikinci ya da üçüncü defa mülteci olduğu-bir şehir. Rafah 1948’den önce vardı, fakat buradaki insanların çoğu artık İsrail olan tarihi Filistindeki evlerinden çıkarılıp buraya yerleştirilen insanlar, ve onların torunları. Sina Mısır’a döndüğünde, Rafah ikiye ayrıldı. Şu anda İsrail ordusu Filistin’deki Rafah ile sınır arasına on dört metrelik bir duvar inşa ediyor. Sınır boyundaki evlerden bir terkedilmiş bölge oluşturuyor. Rafah Popüler Mülteci Komitesi`ne göre, 602 ev tamamen yıkıldı. Kısmen yıkılan evlerin sayısı ise daha fazla.

Bugün, bir zamanlar evlerin durduğu molozun tepesine yürüdüğümde, Mısır askerleri bana sınırın diğer yanından “Git! Git!” diye seslendiler; çünkü bir tank yaklaşıyordu. Ardından el salladılar ve “İsmin ne?” diye sordular. Bu arkadaşça merakta rahatsız edici birşey vardı. Bana bir ölçüde, ne kadar da diğer çocukları merak eden çocuklar olduğumuzu hatırlattı: Mısırlı çocuklar tankların yolunda gezinen yabancı kadınlara bağırıyorlar. Filistinli çocuklar neler olduğunu görmek için duvarları siper aldıklarında tanklar tarafından vuruluyorlar. Uluslararası çocuklar tankların önünde bayraklarla duruyorlar. Tanklardaki çoğu orada olmaya zorlanmış, çoğu da sadece agresif olan İsrailli çocuklar biz oradan uzaklaşırken kendilerini gizleyerek ve bazen bağırarak, bazen de el sallayarak evlere ateş ediyorlar.
Tankların sınır boyundaki ve Rafah ve kıyı şeridindeki yerleşimler arasında kalan batı bölgesindeki sürekli varlığına ek olarak, burada, sokakların bitiminde ufuk çizgisi boyunca sayılamayacak kadar çok IDF kulesi var. Bazıları ordunun yeşil metalinden yapılmışlar. Diğerleri, yani bu tuhaf spiral şeklinde merdivenlerse, eylemlerin kimin tarafından yapıldığının anlaşılmaması için bir çeşit ağ ile örtülmüşler. Bazıları tam binaların oluşturduğu ufuk çizgisinin altında gizleniyorlar. Yeni bir tanesi geçen gün bizim çamaşır yıkayıp bayrak asmak için şehrin içinden iki kez geçtiğimiz süre içinde dikildi. Sınıra en yakın alanlardaki bazı aileler en azından bir asırdır bu topraklarda yaşayan asıl Rafahlılar olmalarına rağmen, Oslo anlaşmasına göre, yalnızca şehrin merkezindeki 1948’de kurulan kamplar Filistinlilerin denetiminde. Fakat şu kadarını söyleyebilirim ki, herhangi bir kulenin görüş alanı içinde olmayan bir kaç yer var. Tabii ki apache helikopterlerinin ya da bir seferde saatlerce şehrin üzerinde dolaşan, vızıltılarını duyduğumuz ama göremediğimiz kameraların karşısında korunaklı bir yer yok.

Burada dışarıdaki dünyada olup bitenlerle ilgili haberlere ulaşma konusunda sıkıntı çekiyorum, fakat Irak’a karşı bir savaşın tırmandırılmasının kaçınılmaz olduğunu duyuyorum. Burada “Gazze’nin yeniden işgal edilmesi” konusunda büyük bir endişe var. Gazze her gün çeşitli boyutlarda yeniden işgal ediliyor, fakat bence tankların gözlem yapmak ve toplulukların yakınlarından ateş açmak için bazı sokaklara girip birkaç saat veya birkaç gün sonra çekilmeleri yerine bütün sokaklara girip burada kalmalarından korkuluyor. Eğer insanlar bu savaşın bütün bölgedeki halklar için sonuçlarının ne olacağını şimdiye kadar düşünmedilerse, umarım düşünmeye başlarlar.

Aynı zamanda sizin buraya gelmenizi de umuyorum. Uluslararası kişiler olarak sayımız beşle altı arasında değişiyor. Bir şekilde kendilerine katılmamızı talep eden mahallelerin isimleri şöyle: YibnaTel El SultanHi SalamBrazil, Block J,Zorob ve Block O. İsrail ordusu en büyük iki kuyuyu yok ettiğinden beri Rafah’ın dış mahallelerindeki bir kuyunun başında gece boyunca beklenmesi gerekiyor. Belediyenin su işleri masasına göre, geçen hafta yok edilen kuyular Rafah’ın su ihtiyacının yarısını karşılıyormuş. Toplulukların pek çoğu, uluslararası kişilerden, evlerin daha fazla yıkıma uğramasına kalkan olmalarını ve gece mahallelerde bulunmalarını rica ettiler. Gece saat on civarından sonra hareket etmek çok zor, çünkü İsrail ordusu sokakta gördüğü herkese direnişçi muamelesi yaparak ateş ediyor. Yani açıkçası sayımız çok az.

Memleketim Olympia’nın Rafah’ı kardeş şehir olarak kabul edip ona bağlanmaya karar vererek çok şey kazanacağına ve çok şey verebileceğine hâlâ inanıyorum. Bazı öğretmenler ve öğrenciler e-posta yazışmalarında ilgilerini ifade ediyorlardı, fakat bu oluşturulması gereken dayanışmanın sadece suyun üzerinde görünen yüzü. Pek çok insan sesinin duyulmasını istiyor ve bu seslerin ABD’de benim gibi iyi niyetli uluslararası kişilerin süzgeçlerinden geçerek değil, doğrudan duyulmasını sağlamak için bizlerin uluslararası kişiler olarak ayrıcalıklarımızdan bazılarını kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. İnsanların bütün olasılıklar karşısında örgütlenme ve bütün ihtimallere direnme yeteneklerinden yeni yeni pek çok şey öğreniyorum ve bunun çok yoğun bir eğitim olmasını umuyorum.

ABD’deki arkadaşlardan aldığım haberler için teşekkürler. Shelton Washington’da bir barış grubu örgütleyen veWashington DC’deki 18 Ocak protestolarında bir delegasyona katılma olanağı bulan bir arkadaştan gelen raporu yeni okudum. Buradaki insanlar medyayı izliyorlar ve bugün bana yine Birleşik Devletler’de büyük protestoların gerçekleştiğini ve İngiltere’de “hükümetin sorunlar yaşadığını” söylediler. Yani, buradaki insanlara tereddüt ederek de olsa Birleşik Devletler’deki pek çok insanın hükümetimizin politikalarını desteklemediğini ve küresel örneklere bakarak nasıl direnileceğini öğrendiğimizi söylerken kendimi Polyanna gibi hissetmememi sağladığınız için teşekkürler. (TIMETURK) Kaynak:Kanal A