Sayfalar

Sayfalar

19 Mart 2010 Cuma

Ahmet Altan: Müslümanlık ve Milliyetçilik Yazısı


 
Ahmet ALTAN'ın 19.03.2010 tarihinde Taraf gazetesinde çıkan  Müslümanlık ve milliyetçili ile ilgili yazısı hakkındaki şahsi fikirlerim:
  
Öncelikle ahmet bey bu cesur yazınızdan dolayı sizi tebrik ediyor, ayrıca teşekkür ediyorum. Türkiyenin 87 yıldır kaynayan yarasına cesurca bastığınız bu tuz  inanın ilerde bu ülkenin evlatları için bir kandil ışığı ilerde bir meşaleye dönüşüp sizin isminizin yanında daima yanacaktır ... Yıllardır bu ülkenin çocujlarını birbirine düşüren bu "izm'ler" ,"devrimler" , "ilke ve inkilaplar" gibi insan yapımı, insanlığı birbirine düşüren ve insancıl bir düşünce örneği olmayan bu fikirler sizinde yazınızda belirttiğiniz gibi bir toplumun birlik ve beraberliği için en büyük engeldir. Bir toplum için gerekli olan en önemli unsur birlik ve beraberliktir. Birlik ve beraberliğini tamamlayamayan toplum örneği olarak 1970 ve 80 arasındaki geçmişimiz en büyük tarihi vesikadır. Başka bir örnek aramaya lüzum dahi yoktur... Tarihin bu ışığı altında sizi bu güzel yazınızdan ötürü bir kez daha en içten muhabbetlerimle tebrik eder,  muhabbetlerimi sunarım.


Sayın okuyucu eğer bugüne kadar okuma fırsatı bulmadıysanız sizi Ahmet altanın o güzel yazısı ile baş başa bırakıyorum..

--------------------------
Bu ülkenin “kimliğinin” belirlenmesinde önemli bir yeri olan “muhafazakârların” tercihlerini iyi anlayabilmemiz için bizim Müslümanlıkla “milliyetçilik” arasındaki ilişkileri tartışmamız, bu konudaki soruları aydınlığa kavuşturmamız gerekiyor.
Özellikle “din vurgulu” siyasi partilerin bilinçli bir şekilde birbirine karıştırdığı, birlikte sahip çıkmaya çalıştığı bu iki kavram gerçekten de “birlikte” var olabilirler mi?
Daha açık ve net sorarsak...
Müslüman biri milliyetçi olabilir mi?


Eninde sonunda biz bunu tartışmak zorunda kalacağız.
Çünkü Türkiye’nin çizdiği zikzakların en önemli nedenlerinden biri, bizim bu kavramları açıklığa kavuşturmamamız.
Siyasilerin bu “iki kavramı” hep bulanık tutması. Bir kere, bu ülkenin kimliğini bulmasını, ne siyasilerin, ne askerlerin, ne yargıçların, ne aydınların sağlayabileceğini düşünüyorum, bu ülke, “kimliğini” burada yaşayan insanların “ortak değerleri ve ortak vicdanıyla” bulacak.


O “ortak vicdan” bizim nasıl bir toplum olduğumuzu belirleyecek.
Görünürde biz “Müslüman” bir toplumuz.
Ama gerçekte “milliyetçiliğimiz” ağır basıyor.
Ben milliyetçiliğin “vicdanla” biraraya kolayca gelemeyeceğini ama Müslümanlığın bir vicdanı olduğuna inanıyorum.


Din, dünyevi bir çıkara dayanmaz çünkü.
Milliyetçilik ise “bir grup” insanın diğer insanlardan üstün olduğuna, o “grubun” çıkarının dünyadaki bütün diğer insanların çıkarından daha önemli olduğuna inanır.
Milliyetçiliğe göre “bir grubun” çıkarını savunmak en “kutsal” değer ve haktır.
Din, bilebildiğim kadarıyla herhangi bir “grubun” diğerinden daha üstün olduğunu kabul etmez.


Eğer bir tanrıya inanıyorsanız, yeryüzündeki bütün insanları yaratan o “kudretin” bazı insanları diğerlerinden daha üstün yarattığına inanmak, o “yaratıcının” hakkaniyetini, adaletini, şefkatini, “rahmetini” daha baştan yaralamak anlamına gelmez mi?
Bir Türk milliyetçisi için en yüce değer “Türk olmaktır”, Türklerin çıkarları ve hakları diğerlerinden üstündür ona göre, Türkleri diğer insanlardan ayırır.
Türkleri diğer insanlardan ayırmıyorsa, Türkleri diğerlerinden daha farklı ve üstün görmüyorsa, zaten “Türk milliyetçisi” olmasına, “Türklerin çıkarlarını” diğerlerinden üstün tutmasına gerek yoktur.


Bütün insanlar eşitse, bütün insanlar aynı haklara sahiplerse neden kendi “ırkımızı” önde tutacağız, kendi ırkımızın çıkarlarını diğer insanların çıkarlarından daha önemli göreceğiz, neden insanları “ırklarına” göre tanımlayacağız?


Milliyetçilik, insanları “böler”, gruplara ayırır, kendi grubunu, ırkını, soyunu yüceltir.
İnsanları birbirinden ayırdığınız, böldüğünüz, bir grubu diğerinden üstün bulduğunuzda da zaten vicdanınız yaralanır, kararlarınızdaki hakkaniyet kuşkulu hale gelir.
Din ise insanları bölmez.
Irklarına göre gruplamaz.
Hatta dinlerine göre bile ayırmaz, böyle bir ayırımı yapmak hakkı yalnızca Yaradan’ındır.
“Irk” zaten bir tercih değildir ve bizzat “Yaradan” tarafından insanlarına doğuştan bağışlanmıştır, kimse “tanrının” verdiği bir özelliği küçümseyemez, aşağılayamaz.
Böyle bir hakkı yoktur.


Bir Müslüman, bir ırkı nasıl olur da diğer bir ırktan üstün görür?
Bir grubu nasıl bir başka gruptan daha ayrıcalıklı kabul eder?
Bir ırkı ya da bir grubu diğerlerinden daha “önemli” görmeden de milliyetçi olunmaz.
Bu nedenlerle ben Müslümanlıkla milliyetçiliğin bağdaşamayacağını düşünüyorum.
Bu ülkenin “muhafazakâr” insanları hangi değeri benimseyecekler, Müslümanlığı mı milliyetçiliği mi?


Biraz daha keskin soralım.
Bir Müslüman, Türklerin, Kürtlerden ya da Ermenilerden daha önemli olduğuna inanır mı?
Ben, gerçek Müslümanlığın “vicdana, adalete, hakkaniyete” sahip olduğunu, eşitliği savunduğunu, ırkları birbirinden asla ayırmadığını, “inançların” ya da “inançsızlıkların” cezasının Allah tarafından verileceğini kabul ederek bu dünyada kendini “cezalandırıcı” konumunda göremeyeceğini, bütün bu özelliklerinden dolayı da “eşitliğe” ve özgürlüğe önem veren demokrasiyle bir sorunu olmayacağını düşünüyorum.


Buna karşılık milliyetçiliğin “eşitliği” kabul edemeyeceğine ve asla demokrat olamayacağına inanıyorum.
Kabul edeyim ki bunlar benim çok da iyi bildiğim konular değil.
Din hakkında yanlış şeyler söylemiş olabilirim.
O zaman, bu işi daha iyi bilenler “Müslümanlıkla milliyetçilik” arasındaki ilişkiyi anlatsınlar.


Anlatsınlar ki Müslümanlıkla milliyetçilik birarada olur mu yoksa birileri bizi kandırıyor 
mu net bir şekilde öğrenip anlayalım.

ahmetaltan111@gmail.com


Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?


M.Ali Bulut Ağabeyim gerçekten acı gerçekleri bir bir haykırmış zalimlerin yüzüne artık bize bir şey düşmez, Gerçek Tarihi bilip de inanmayanlar inanmak istemeyenler utansın...


Çanakkale savaşı bir Ali Cengiz oyunudur beyler. Bir milletin tüm zinde güçlerinin yok edildiği, millete kendi mezarının kendi elleriyle kazıtıldığı ve bunun da kahramanlık diye yutturulduğu bir oyun!


  Bugün yine biraz canınızı sıkacağım ama siz zaten benden sıkılmaya alışıksınız!
Çünkü bildiğiniz, hakkında destanlar yazılmış, en dindarından en solağına kadar herkesin göklere çıkardığı bir olaya tersten bakacağım. 
Hani Akif’in, “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi”  diye medh u sena ettiği Çanakkale Savaşı’na… 
Size savaşı anlatmayacağım elbet. Herkes biliyor o savaşın ne büyük bir savaş olduğunu, nasıl da büyük cenk ettiğimizi? Ve nasıl Çanakkale’yi geçilmez kıldığımızı! 
*  *  *
Siz de inanıyor musunuz Çanakkale’nin geçilmediğine? Çanakkale geçilmediyse milletin şu halini kim izah edecek?  
İşte size bir fırsat! Siz de biraz düşünün. Çanakkale Geçilmedi böyle olduk, ya geçilseydi ne olacaktı? 
1-Osmanlı devleti yıkılacaktı.
2-Osmanlı mirası,  İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından pay edilecekti.
3-Saltanat ilga edilecekti.
4-Hilafet kaldırılacaktı.
5-Anadolu işgal edilecekti.
6-Ayasofya kilise veya müze yapılacaktı.
7-Türkler Kur’andan uzaklaştırılacak, ve Türklük, Avrupa için tehlike olmaktan çıkarılacaktı.
8-Osmanlıyı teşkil eden halklara kendi topraklarında Avrupalılara bağlı devletler kurdurulacaktı.
9-Daha da mühimi Rusya’da devrim olmayacak, yıllarca başımızın belası olan komünist SSCB ile uğraşmayacaktık.
10-…….. (Buraya da herkes kendi bildiği maddeyi yazsın!) 
Şimdi bize deniliyor ki Çanakkale Geçilmedi. Peki geçilmediyse;
1-Osmanlı devleti neden yok edildi. Ve yok edildiği halde, neden borçları güya istiklal savaşı verip, bağımsızlığını kazanmış bir halka zorla ödetildi! 
2- 5-6 milyon kilometre karelik Osmanlı devletinden elimizde kala kala 780 bin metre kare kaldığına ve Osmanlı coğrafyasının maddi ve manevi imkanları; yer altı zenginlikleriyle birlikte batılı şirketlerin eline geçtiğine göre Çanakkale geçilseydi, bundan farklı ne olacaktı? 
3-Saltanat yine ilga edildiğine ve hanedan mensupları dünyanın dört bir bucağında sersefil bir hayat sürdüklerine ve perişanlık içinde ömürlerini tükettiklerine göre, Çanakkale geçilseydi bundan daha aşağılayıcı ne olabilirdi? 
4-İslam dünyasını  sömürmek isteyen İngiltere’yi en çok uğraştıran hilafet mevzuu idi. Hilafet’in Türklerde olması ve İstanbul’un İslam dünyası  üzerindeki nüfuzunu bir türlü kıramayan İngiltere, bir an önce hilafeti Türklerin elinden almak istiyordu. Böylece şurada burada İngiltere’ye direnç gösteren Müslümanlar da tamamen umutlarını kaybedecek ve yeni efendileri olan İngilizlere itaat edeceklerdi. Peki farklı bir şey mi oldu? Üstelik de hilafeti bize ilga ettirdikleri için, Türk milleti, Müslümanlar nezdinde, ‘kendi rızaları ile dinden çıkmış” gibi gösterildiler.  
5- Evet Çanakkale geçilmedi ama Anadolu işgal edildi. Eğer biz, batılılara, Yunanlıların vaad etiğinden fazlasını vermeseydik ve Lozan Barış Konferansı’nın ara devresinde, sipariş üzerine yaptırdığımız İzmir İktisat Kongre’sinde “yabancı sermayeye karşı değiliz” diyerek, Batılılaran asla vazgeçmeyeceklerini belirttikleri kapitülasyonlar konusunda umut vermeseydik, bir tek çapulcu Yunanlıları yenmekle istiklalimizi mi kazanacaktık? Bağımsızlığımızı kabul etsinler diye, bir takla atmadığımız kaldı. Lozan tutanakları ortada. Birinci devre hiçbir şeye evet demeyen Batılılar, neden ikinci devre her şeyi kabilettiler? Onu gidip Meis’in horozlarıyla sabah namazına uyanan Kaşlılara sormak lazım? Nasıl bir bağımsızlık kazandığımızı 12 adaların haritadaki yerlerine bakarak karar verebilirsiniz, Çanakkale geçilmiş mi geçilmemiş mi? 
6-Evet Çanakkale geçilmediği için Ayasofya kilise yapılmadı. Mürted bir müzeye dönüştürüldü. Keşke kilise yapılsaydı. Camiye dönüştürülmesi daha kolay olurdu o zaman! En azından tanrıya adanmış mabet olarak eski hizmetini görürdü… 
7- Çanakkale geçilseydi, Türkler Kur’an’dan uzaklaştırılacak ve Türklük, Avrupa için tehlike olmaktan çıkarılacaktı. Acaba, dünyada, halkına, kutsal kitabını okumayı yasaklayan Türkiye’den başka bir devlet var mı? Komünist Rusya bile Allah’a döndü de biz hala çocuklarımıza 12 yaşını doldurmadan Kur’an okumasına izin vermiyoruz. Yüzde 99’u Müslüman denilen şu memleket halkının bugün kaçta kaçı Kur’an biliyor acaba? Ve kaçta kaçının hayatı Kur’an ahlakı üzeredir? Geçin bunları. Bu ülkenin askerleri, kendi halkalarına karşı düzenlemeyi planladıkları bir darbede cami bombalamayı düşünebiliyor, cami cemaatine katliam yapmayı akıllarına getirebiliyorlar. 
Bugün Türkler, batı  için tehlike olmak şöyle dursun, uşak olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Bugünkü askerimizle o harbi verebilir miydik acaba? O insanlar açlık ve sefalet içinde direnebiliyorlardı. Ellerinde Allah yolunda şehit olmaktan başka bir direnç noktası da kalmamıştı üstelik. Onları bütün o yokluklara rağmen direnmeye, ölümü pahasına o toprakları çiğnetmemeye sevk eden o şanlı kitap, sonraki dönemlerde yasaklandı. Yok sayıldı. Onu yok saymak istemeyenler de sürüm sürüm sürüldü. Acaba Çanakkale geçilseydi bundan daha mı ağır bir hal olurdu? 
8- Osmanlıyı teşkil eden halklara kendi topraklarında –Avrupa’nın kuklası- devletler kurulacaktı. Kurulmadı mı? Şimdi o masa başında çizilen haritaların saçma sapan sınırlarının faturaları da Türk milletinin çocukları üzerinden ödetilmek isteniyor. Çanakkale geçilseydi bundan daha mı kötü olacaktı? Biz Servi parçalayıp attık deniliyor. Bakın bakalım Sevr’in hangi maddesi havada kalmış?  
9- Evet Rusya’da gerçekten devrim olmayabilir ve insanlık komünistlik belasıyla karşılaşmayabilirdi! Türk yurtları, o katliamları yaşamaz, 20 milyon Türk evladı, kasap Stalin ve Lenin cellatları tarafından doğranmayabilirdi. Allahu a’lem bissevab!. 
10… Bu maddeyi de siz yazın! 
* * *
Çanakkale savaşı bir Ali Cengiz oyunudur beyler. Bir milletin tüm zinde güçlerinin yok edildiği, millete kendi mezarının kendi elleriyle kazıtıldığı ve bunun da kahramanlık diye yutturulduğu bir oyun!  
O savaşta herkes kazandı. Türk milleti hariç! İngiliz ve Fransızların oradan buradan devşirip getirdiği gariban halklar bile, bizim sayemizde tarihlerine bir savaş eklemiş oldular. 
Çanakkale Savaşı, Almanların, bir sömürge edinme politikasının neticesidir. Bize, bir imparatorluğa ve 4 milyon insan kaybına mal olmuştur.  
O gün orada Allah için toprağa düşenler, bu topraklarda ezan susmasın, namahreme eller uzanmasın, kadınlarımızın şerefi olan örtüsüne dil uzatılmasın, Kur’an sesleri dinmesin, Bayrak indirilmesin diye can verdiler. Ama yazık ki‘aman olmasın’ dedikleri her şey oldu.
* * *
Peki o savaşın bizim lehimize sayılacak hiç mi iyi bir yanı yok? Var elbet. Şöyle sıralanabilir:
  1. Türk milleti, Batı Medeniyeti denilen canavarın ne kadar adi ve aşağılık olduğunu gördü.
  2. Türk milleti Birinci Dünya Savaşı’nda yenik sayılmakla, mazlumlar safında yer aldı ve böylece, o canavar medeniyetin Asya’daki temsilcisi olmaktan kurtuldu. Onlara müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü.
  3. Millette Avrupa aleyhtarlığı pekişti. Bugün çabalara rağmen bu millet inatla kimliğini ve manevi değerlerini korumuşsa, o savaşta batı medeniyetinin gerçek yüzünü görmüş olmasındandır.
  4. Gaflet ve ihmalkârlık nedeniyle şahsi günahlara batmış milletimizin 4 milyon evladı (şehitlik ve gazilik unvanıyla) evliya mertebesine çıktı.
  5. Cümle âlem ve dahi Türk milletini yok etme palını yapanlar, bu milletin Kur’an ile barışık olduğu zaman neler yapabileceğini gördüler. Bizim de askerlik tarihimize, iman ve azmin nelere kadir olduğunun temrinleri düştü.
  6. Tabi bir de Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi bize kazandırdı! Öyle diyorlar! Çanakkale savaşı nerede ise Akif o mısraları yazsın, Mustafa Kemal de milletin atası olsun diye yapılmış. Dört yıl devam etmiş savaşın altına bakıyorsunuz Mustafa Kemal çıkıyor, üstüne bakıyorsunuz o!. Demek ki Çanakkale Savaşları’nın en mühim neticesi Mustafa Kemal’i kahraman yapmakmış. Eh o da olduğuna göre Çanakkale’nin geçilmemiş olması yetiyor. Zaten o savaşın bir iki cephesi vardı. Oraları da Mustafa Kemal tutunca geçemediler. Siz o savaştan başka isim hatırlıyor musunuz?

     Ne ise. Çanakkale geçilmedi evet. Ama şayet geçilseydi şunlar şunlar olurdu diyebileceğiniz hangi şey var ki olmamış olsun, söyleyin!
     Çanakkale geçildi beyler Çanakkale geçildi. Geçilmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Tekkeler Kapanmaz, ezanlar susmaz, Kur’an yasaklanmazdı. İskilipli atıf Hocalar, 1905’te söylediklari sözlerden dolayı 1922’lerde asılmazdı.
     İrtica da olmazdı ve irtica tehlikesi de. O zaman askerle halk da barışık olurdu. Camideki cemaati topa tutacak komutanlar da olmazdı. CHP çarşaf açılımı yapmazdı. Hatta öyle bir parti olmazdı. Tabii Ak Parti gibi partilere de millet rağbet etmezdi. Bu arada vatanı satan partiler de olmazdı tabii. Belki Apo da olmazdı ve Bahçeli, miting meydanlarında ip sallamazdı…
     Ve tabii bu millet, cenaze namazlarında bile kimisi içerde kimisi dışarıda kalacak şekilde bölüp parça olmazdı..
     Ya böyle işte! 
     “Çanakkale içinde vurdular beni. Ölmeden mezara koydular beni” de kimse farkında değil.
     Bazen düşünüyorum ve diyorum ki, bu milletin yeniden ayağa kalkması için hiçbir gerekçe olmasa, zulmen ve mazlumen yok edilmiş o 250 bin tap taze gencin; çeyrek milyon şehidin ruhu bizi rahat bırakmaz ki böyle sürüp sünepe kalalım!
     Çünkü onlar adeta geleceğin cennet asa baharında yeniden filizlenmek için toprağa düşmüş tohumlar gibidirler. Hiçbir gerekçemiz kalmasa, hiçbir hak edişimiz olmasa, sırf o şehitlerin hatırı için Allah bu millete nusret verse sezadır! Hem de verecek inşallah.
     O fedakârlığın bir karşılığı olmasa yaşananlar abes olur! Biz ümitvarız! İstikbal inkılabatı içinde en gür seda İslam’ın sedası olacaktır!
M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

Fresh antalya fuarındayız.. Tüsemkom ,Fresh Antalya

18-20 Mart tarihleri arasında düzenlenmekte olan Fresh Antalya fuarı için bir gün gecikmelide olsa antalyada Tüsemkom standının yanında yerimizi alarak hazır ve nazır vaziyette bulunmaktayız..

Umarım 2 gün boyunca fuar hayırlı geçer..

Çanakkalenin Gerçek Kahramanları ve Resmi Tarihin Uyduruk Kahramanları


Yıllardır resmi tarih yalanları ile büyütüldüğümüz ,kahramanları ve sahtekarları ayıramadığımız  Çanakkele Zaferi hakkında LAtif beyden güzel ve oturaklı bir yazı..

Yıllardır tek adam yaftası ile büyütülen halkımız, çanakkalede kendisinin üstünde 30 dan fazla üst düzey rütbeli subay ve paşa olan birisini milletimize senelerdir Çanakkalenin kahramanı diye kakalıyorlar. Asıl kahramanlar olan Esad ve Cemal paşa ve diğer şehit ve gazi subaylarımıza büyük bir haksızlık yapılıyor. İnşaallah milletimiz bu numaralrı ve rejimin kendisine attığı kazıkları bir gün temizleyebilir.

Tarihin yorumu 18 Mart 1915
Bile bile yalana tevessül
Bugün (18 Mart), tarihin kaydettiği en büyük kahramanlık destanlarından biri konuşulup tartışılacak Türkiye'de. Bu destan, bundan 95 sene evvel Çanakkale'de yazıldı.
Dünyanın en güçlü donanmalarına karşı hayret ve hayranlık uyandıran bir direniş örneği sergileyen kahraman ordumuz, her saniyesi ölüm kusan çarpışmalar neticesinde, nihayet 18 Mart (1915) günü Çanakkale'nin geçilmez olduğunu bütün dünyaya ilân etti.
Şayet o gün Çanakkale Boğazı geçilmiş olsaydı, çok kuvvetli bir ihtimalle İstanbul da, dolayısıyla Marmara Bölgesiyle birlikte bütün Anadolu da elden gitmiş olacaktı.
Zaten, asıl hedef, asıl maksat da buydu: Anadolu ve Rumeli'yi Türklerden ve Müslümanlardan temizlemek, onları asırlar önce geldikleri yere göndermek...
18 Mart'ta Çanakkale'de kazanılan deniz zaferinin en kısa, en doğru ve en yalın şekilde izahı, yukarıda ifade edildiği gibidir.
Ne var ki, yetmiş–seksen yıldır, bu doğruların yerini yalan ve yanlış şeyler almış durumda.
Yani, Çanakkale'yi geçilmez yapan doğrular olduğu gibi anlatılmıyor, yalana ve yanlış bilgilere tevessül ediliyor.
Göreceksiniz, bugün de benzer şeyler yapılacak. Yalan ve uydurma sokuşturmalarla kamuoyu enforme edilmeye çalışılacak.
Meselâ, destanın yazıldığı ve zaferin kesinlik kazandığı 18 Mart 1915 tarihine kadar savaş mahallinde bulunmayan, harp sahasında esamisi dahi okunmayanlar, yalan yere oraya getirilmeye, mücadelenin içine sokulmaya çalışılacak.
Dahası, yüz binlerce askerin canı ve kanı pahasına elde edilen o muazzam şeref, hiç ilgisiz şahıslara mal edilmesi cihetine gidilecek.
Şehitlerimizin ve ecdadımızın ruhunu muazzeb eden bu haksızlığın en acı tarafı ise şudur: Böylesi kahredici bir yalan ve çarpıtma işi, bilmeyerek değil, bilerek ve kasten yapılıyor.
Hem öyle kahrecidi bir durum ki, zaferin yıldönümlerinde doğru söyleyenin değil, yalan ve yanlış şeyleri dillerine dolayan çığırtkanların sesi daha yüksek çıkıyor, onlara daha çok itibar ediliyor.
Üzüntüyü katmerleştiren en vahim vaziyet ise şudur: Resmî kurum ve ağızların dışında kalan, özerk olan ve özel diller ile konuşmak durumundaki çoğu gazete ve televizyon kanalları da—hiç gereği yokken ve hiçbir mecburiyeti yokken—kendini aynı yalan rüzgârına kaptırarak yayın yapıyor.
Çanakkale'yi geçilmez yapan zaferin doğru, yalansız ve riyâsız şekilde anlatılacağı günleri görmek ümit ve temennisiyle...