Sayfalar

Sayfalar

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Kitaplara da darbe yapılır. Bir başka Halide Edip Portresi


Halide Edip’in “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Kitabına Yapılan Darbe: İngilizce’sinde Başka, Türkçe’sinde Başka M. Kemal Portresi



Ahmet Doğan İlbey  

“Atatürk Cumhuriyeti”nden itibaren ilkokuldan üniversitelere kadar Türkçe ve Okuma kitaplarında en çok okutulan ünlü kadın yazar Halide Edip Adıvar’ın birçok romanını bilmeyen yoktur. “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı kitabındaki M. Kemal Paşa eksenli Millî Mücadele dönemine ait metinleri mecburen herkes okumuştur. Türkiye’de bugüne kadar okutulan bu şöhretli kitapta abartılarak yüceltilen M. Kemal’in tip tahlili ve tasvirlerinin birçok kısmı meğerse okuduğumuz gibi değilmiş. 1962’de 27 Mayıs darbecilerinin zorlamasıyla İngilizce baskısındaki Mustafa Kemal’e dair eleştirilerin ve tip tahlilinin, Türkçe baskısı yapılırken tamamıyla çıkarıldığını “Tarih-Lenk” kitabı belgelerle ispat ediyor. Çeviriyi yapan Vedat Günyol da konuyla ilgili soru üzerine değişikliğin yapıldığını söylüyor (Tarih-Lenk, Y. Hakan Erdem, s. 199, Doğan Kitapçılık,İst. 2008).

Halide Edip’in 1928’de İngiltere’de ikamet ettiği sırada İngilizce olarak yazdığı ve yayımladığı “The Türkish Ordeal” adlı bu kitabı aslından çevirerek okuduğunu belirten tarihçi Y. Hakan Erdem, kitabın birçok kısmının değiştirildiğini, hattâ bugüne kadar Türkiye’de okutulan kitaba hiç alınmayarak atlanan paragraflar bulunduğunu, bu paragrafların da çoğunun M. Kemal’le ilgili değerlendirmeler olduğunu ispat ediyor (a.g.e., s. 197).

        Haysiyetli tarihçinin hakikatleri fâş eden satırlarını okuyalım:

“H. Edip Adıvar’ın 1928’de İngilizce olarak yazdığı ve yayımladığı bir metnin tam otuz dört yıl sonra Türkçe’de göründüğü haline eğilmek istiyorum. The Türkish Ordeal’ın nasıl Türk’ün Ateşle İmtihanı haline geldiğini tüm veçheleriyle incelemek gibi bir iddiam yok. Halide Edip, 1962 yılında Türkçeedisyona yazdığı çapraşık ifadeli kısa önsözde Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın ve Türkçe’den önce İngilizce’de çıkan diğer metinlerinin tercüme olmadıklarını söyler: ‘Bunların hiçbiri tercüme değildir, fakat bazı yerleri biraz  kısa, bazı yerleri biraz uzun olmakla beraber, öz itibariyle aynıdır.’ Yazarın açık beyanına göre, Türkçe edisyonun, İngilizce edisyonun harfiyen bir çevirisi olmadığını, daha ziyade bir uyarlama karakteri taşıdığını fakat iki metnin ‘öz itibariyle aynı’ olduğunu düşünmek durumundayız. Metinleri karşılaştırdığımızda ise meselenin hiç de Halide Edip tarafından yumuşatılarak sunulduğu gibi olmadığını anlıyoruz”(a.g.e., s. 184).

Dogma hâline getirilmiş Kemalist tarih görüşünün atraksiyonlarını ve M. Kemal’i alâkasızca yüceltmesini aynı kitaptan okumaya devam ediyoruz:

“The Turkish Ordeal ve Türkçe’deki adıyla Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın siyasî duruş olarak pek fazla örtüşmediğini bilenler epeydir biliyordu. 1962’de Halide Edip’in İngilizce metni olan The Turkish Ordeal’ı Türkçe’ye Türk’ün Ateşle İmtihanı olarak çevrildiğinde Halide Edip’in kendisi, M. Kemal ve rejiminin eleştirilerinin çoğunu dışarıda bırakmıştı. Böylece (kitabın) İngilizce aslı, cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin Kemalist mitleri sorgularken, otuz küsur yıl sonra çıkan Türkçe version yani Türk’ün Ateşle İmtihanı, aksine bunları onaylamaktaydı” (a.g.e., s.185-186).

Erdem’in şu sarsıcı satırlarına dikkat kesilmek lâzım:
“Dahası, İngilizce adıyla çıkan kitap büyük boyda, ince puntolu ve 407 sayfalık bir kitap (...) Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın ise daha küçük boyda, daha büyük puntolu ve 312 sayfalık bir kitap alması bile, bu Türkçe metnin başına vahim şeyler geldiğini gösteriyordu” ( a.g.e., s. 197).
    
M. Kemal, Vahdettin’in Mutlakiyetçi Bir Rejim Başlatmasını ve Kendisinin Harbiye Nazırı Yapılmasını İstiyor

Kemalist resmî ideolojiye uygun olarak Türkiye’deki okullarda bunca zaman herkesin okuduğu “Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabının 15. sayfasındaki şu cümlelerin aslı böyle değilmiş: “Bu devrede Padişah, Meclisi kapatmayı düşünüyordu. Mustafa Kemâl paşayı elde ederek parlamentoyu kapatmak ve ardından bir mutlakiyet kurmak istiyordu.”

Resmî tarih birçok konuda aynen böyle çarpıtarak, M. Kemal’i Vahdettin karşısında mecburen ve emirle görevlendirilen masum ve edilgen bir pozisyona sokuyor. Oysa gerçek hiç de öyle değil. İngilizce yazılan orijinal kitabın 12. sayfasında ise yukarıdaki cümleler aynen şöyleydi:
       
“Eklemek isterim ki Türkiye bir parlamentarizmin gereğinden fazla ileri bir hükümet şekli olduğunu düşünenlerin hepsi, aynı zamanda, bir yabancı himaye rejimi de istiyor değildi: Mustafa Kemal Paşa’nın, parlamentoyu kapatması için sultanı iknaya çalışanlardan biri olduğu söyleniyordu. Ama, o (M. Kemal), sultanın daha sonra mutlakiyetçi bir rejim başlatmasını ve içinde kendisinin bizzat harbiye nazırı olacağı bir hükümet kurmasını arzuluyordu” (a.g.e., 187).
      
Bu bahisle ilgili bugün yüzlerce kaynak ortaya çıktığı da ehlinin malûmudur.  

İstiklâl Savaşı, Süregelen Millî Hareketlerin Devamı mıdır? Yoksa 1919’da Başlayan İlk Millî Bir Hareket midir?

Ara başlığındaki bu tuhaf sorunun cevabını Tarih-Lenk kitabından faydalanarak, Halide Edip’in söz konusu kitabında değiştirilen paragraflarla bazı cümlelerin mâna ve fikir bakımından farklılıklarını göstermeye çalışacağız. Şu cümleler Türkiye’de binlerce okulda milyonlarca öğrenciye okutulan kitabın 17. sayfasında geçmektedir:

“Aynı zamanda millî bir hareket, memleketlerindeki bir Ermenistan kurulması ihtimaline karşı şarkta şiddetli surette uyanmıştı. Kâzım Karabekir Paşa, o zaman, memleketimizde tek hatırı sayılabilir Türk ordusunun başında bulunuyordu. Kendisi aynı zamanda, İtilâf Kuvvetlerinin Şarkî Anadolu’da bir Ermenistan kurmalı ihtimaline karşı halkı silahlandırıyordu. O tarihte, İzmir’de henüz Yunan ordusu yoktu” (a.g.e., s.187).

Bu cümleler, kitabın İngilizce olanında ise şöyleydi: “Bu arada, Millî Hareket, kendi topraklarında bir Ermenistan kurulması ihtimalinin bile her zaman dehşetli heyecanlara ve öfkeye yol açtığı şarkta başlamıştı. Şarktaki tek hatırı sayılır düzenli Türk kuvvetinin komutanı olarak Kâzım Karabekir Paşa, halkı askeri depolardan silahlandırıyor ve müttefiklerin Doğu Anadolu’da bir Ermenistan yaratmaya karar vermeleri durumunda etkili bir direnişe hazırlanıyordu. Henüz İzmir’de bir yunan ordusu olmadığı için Batı Anadolu’da  acil bir tehlike içinde değildi” ( a.g.e., s.188).

Bize bu imkânı sunan Tarih-Lenk kitabının haysiyetli yazarının ifadesiyle bu iki paragrafta anlamı ve niyeti değiştiren bir cümle var ki, bütünüyle önyargılı ve ideolojiktir. Türkiye’de okutulan kitapta “millî bir hareket” diye yazılmış olan ifadenin İngilizce yazılı olanında “millî hareket” olarak yazılmıştır. İkisinin arasındaki fark, kitabın yazarına ve bendenize göre de, “birincide millî herhangi bir hareket, millî hareketlerden biri, ikincide ise kesinlik ve teklik anlamı var.”

Yani İngilizce yazılmış olan kitapta Halide Edip, “millî hareket” ifadesiyle millî hareketin Osmanlı’dan bu yana sürekliliğinden, savaş ve işgallerle durdurulan millî hareket kastedilmiş olup, millî hareketin1919’dan sonra yeniden canlandırılmış olduğu mânası apaçık ortadadır. Türkçe’ye çevrilen, yani Kemalist resmî cumhuriyetin sansüründen geçtikten sonra Türkiye’de yayınlanan baskısında ise, bu iki kelimelik tarihî öneme sahip ifade “millî bir hareket” olarak değiştirilmiş ve sanki “millî” kavramı sadece 1919’dan sonraki mücadelenin ve millet kıyamının adıyla birlikte ortaya çıkmış. Esasında ayrı bir yazı mevzu olan 1920’den 1922 yılı sonuna kadar süren İstiklâl Savaşının adını da Türk tarihinde sanki ilk “millî mücadele” savaşıymış gibi zikretmek, yine Kemalist tarih anlayışının bir ürünüdür.

Kitabın Türkiye’de okutulan baskısının 17. sayfasından bir başka paragraf:

“Benim ve herkesin Mustafa Kemal Paşa hakkındaki fikrimiz bu devrede şöyle ifade edilebilir: Çanakkale’de Anafartalar kahramanı; padişahı yaveri; ve harikûlâde bir zekâ ve ihtirası olan bir insan diye tanınıyordu. Ben kendisini birkaç defa Babıâli’de görmüştüm. Şahsiyeti ve inkar edilemeyecek bir görünüşü vardı. Doğu Anadolu’ya oradaki kuvvetleri yatıştırmaya gönderdiklerini işittiğim zaman ihtirası hakkındaki fikirlere hiç inanmadım. Türkün istiklâlini koruyacak bir vaziyet aldıktan sonra, Türk milletinin kendisine en büyük mevkii vereceğini tabii görüyordum.”

Şimdi de İngilizce baskısından aynı paragrafı okuyalım:

“Bu dönemde benim Mustafa Kemal Paşa hakkındaki şahsi hissiyatım şöyle özetlenebilir: O, Çanakkale’deki Anafartalar zaferinin parlak örgütleyicisiydi; sultanın yaveriydi; olağanüstü zeki ve kurnaz olduğu kadar aşırı bir hırsı da vardı. Bir toplantı da hiç konuşmaksızın karşılaşmıştım kendisiyle. Sık sık da Bâbıâli Caddesi’nden aşağı yürürken görür ve dikkate değecek kadar güçlü bir yüzü olduğunu düşürdüm. Şahsiyet ve kapasite sahibi olduğuna şüphe yoktu. Resmen yatıştırmakla görevlendirildiği Doğu Anadolu’daki  Millî harekete katıldığını duyunca şahsi hırsı, despotizm arzuları vesaire hakkındaki muhtelif söylentilerle canımı sıkmadım. Türk geleceği hakkında berrak bir görüş sahibi olduğu sürece ve Türk davasına hizmet etmeyi becerdikçe, ben kendi hesabıma, onun hizmetleri karşılığında Türk ulusundan bir ödül olarak talep edebileceği herhangi bir makama itiraz etmezdim.” (a.g.e., s.17).    
Türkiye baskısından okuduğumuz kitabın 119 ve 120.sayfalarında yer alan başka bir anekdot: “Trenin kapısı açılınca, Mustafa Kemal Paşa yaklaştı. Bana inerken yardım etti. Bu elin çevik hareketi ve kudreti, bana Mehmet çavuşla millî mücadelenin, yolda arkadaşlık etmiş olduğum şahsiyetlerini hatırlattı. Fakat bu kudretli el şekil itibariyla ötekilerden bambaşkaydı. Anadolu’ların elleri umumiyetle kocaman, geniş ve zalimleri gırtlağından yakalamağa kadir görünür; Mustafa Kemal’in gergin derili, uzun parmaklı beyaz eli Türkün bütün hususiyetleriyle birlikte aynı zamanda hâkim bir vasfa sahipti.”

Şimdi de bu paragrafı usta tarihçimizin İngilizce baskısından yaptığı çevirisinden okuyalım: “Kompartımanımızın kapısı birden açıldı ve Mustafa Kemal Paşa’nın eli bana uzanarak basamaktan inmeme yardım etti. Eli, bu ışıkta belirgin olarak görebildiğim tek uzvuydu ve bütün vücudunun fiziki olarak en özellikli kısmı da bu eldi. Bu, çok ince parmaklı ve hiçbir şeyin karartamadığı ve kırıştırmadığı bir cilde sahip olan ensiz ve kusursuz bir eldir. Efemine değildir ama bir erkeğin eli olmasını da beklemezsiniz. Çevik ve ani hareketleri bana Mehmet Çavuş’u ve varlığından Samandıra’da haberdar olduğum şu yeni devrimci tipi hatırlattı. Bana öyle geldi ki Türkiye’de ki insan-kaplanın amansız avlanması bu elde karşılığını bulmuştur. Son derecede asabi gerilimiyle ve fırlayıp kendine zulmedeni gırtlağından tutacakmış gibi hazır oluşuyla bu el, savaşan Türk’ün iri, enli elinden farklıydı.” (a.g.e., s. 120).
       
“Müstehzi, Demagog ve Tezat Kişilikli M. Kemal”

Bu ara başlıktaki ifade, Halide Edip’in İngilizce baskısından çevrilen aşağıda sunduğumuz paragraflardan faydalanılarak yapılmıştır. Y. Hakan Erdem’e göre İngilizce baskısında geçen bazıpasajlar Türkçe baskısında hiç yer almamış. Meselâ şu ifadeler: “Müstehziliği insanı hasta etmesine karşın yalanlara şiddetle saldırmasına hayran olmamak imkânsızdı. Fakat, adam tam bir tezattır. Hemen biraz sonra, ortadan kaldırdığı yalana göre huyuna daha çok uyan bir palavrayı yerleştirmeye çalışırken görürdünüz. Herhangi bir kanaati varmış gibi durmuyordu: Ne kadar çelişik olursa olsun kendisine ve davaya bir şekilde yararı dokundukça şimdi birini, biraz sonra diğerini aynı şiddet ve enerjiyle benimserdi. Fakat onu, o günlerde çok sert de kınamak olmazdı.” (a.g.e., s. 125).

Türkçe baskısının 153.sayfasından bir anekdot: “Mustafa Kemal Paşa, fikrini yürütmek için her nevi sistemi kullanıyor, zaman zaman, bir George Washington tavrı alıyor, bazen de bir Napoleon havası yaratıyordu. Fakat ilim sahasında çok yüksek olanlar bile onun kudretine yaklaşamazlardı. İnsan tabiatının en zeki bir mümessili olan Mustafa Kemal paşa daima mevkiini muhafaza edebilirdi.”

Bu ifadeler İngilizce kitaptan yapılan çevirisinde ise şöyle: “Epeyce, fakat orta seviyede bir sahne yeteneği vardı. Kâh, ikinci bir George Washington imişcesine mükemmel bir demagog olur ve hemen sonra Napoleon’umsu bir tavır takınırdı. Bazen güçsüz ve zavallı bir korkak gibi görünür, bazen en üst seviyede güç ve cesaret gösterirdi...İnsanı, konuşmaktan başka hiçbir şey yapamayacak kadar iktidarsız adamlardan biri olmalı şeklinde bir karara ulaştıracak kadar tereddüt gösterir, birden, bir lahza içinde öyle bir karar verir ki bu onu kendi yaşamının efendisi hem de geniş çaplı bir hareketin yaşam gücü yapar.” (a.g.e., s. 153).  

Şu pasaj Türk baskısından: “Çevresinde zekâ ve ahlâki duruş açısından ondan üstün, kültür ve eğitim açısından ise kat kat daha üstün adamlar olduğunu tabii ki hep bilirdiniz. Fakat, onları incelikte veya orijinallikte geçemese de  hiçbiri onun hayatiyetiyle başa çıkamazdı. Onların ne meziyeti varsa, aşağı yukarı normal ölçüler içindeydi. Onun hayatiyeti ise değildi. Ve onu tek başına baskın  kişi yapan buydu... Onu hâlâ görebiliyordum: Odanın ortasında ayakta duruyor ve herkesi takatsiz düşürmüşken o başladığı dakikadaki kadar canlı. Ve kendimi de kendime şöyle söylerken hatırlıyorum: ‘Ne kadar şaşılacak bir adam.’ Yıkım kılığına bürünmüş bir doğa kuvveti mi acaba? İnsana ait herhangi bir şeyi var mı? Peki, ulus amacına ulaştığı zaman bu kasırga nasıl durulabilir ki?” (a.g.e., s. 159).

Y. Hakan Erdem’e göre, tuhaftır ama yukarıdaki paragraf da Halide Edip’in İngilizce yazdığı kitapta maalesef (!) yok. Kemalist tarih yalanlarının peçesini sıyırmaya niyet etmiş sayısı gayet az tarihçilerimizden dürüst akademisyen Erdem, kitabının adını boşuna “Tarih-Lenk”, yâni Topal Tarih koymamış.

Halide Edip, Kemalistler gibi Batıcı’dır; dahası Anglo-Sakson kültürü hayranıdır. Onun, 1923 sonrası cumhuriyet devrimlerine kökten değil, biçim olarak eleştirileri vardır. Bu sahanın erbabı bilir ki, Adıvar’ın fikrî ve siyasî kişiliğiyle mâzisi moda tabirle “muasır Avrupa” dan mülhem birçok mozaikten meydana gelmektedir. İstiklâl Savaşı arifesinde M. Kemal’e Amerikan mandacılığını teklif etti. Sonra Millî Mücadeleyi destekledi. İlk Meclisin ve hükümetin kurulması sırasında M. Kemal’e bazı konularda katılmadığını  söyledi. M. Kemal’in, sert bir şekilde “benim emrimi dinlemek mecburiyetindesin” demesi üzerine Ankara’yı terk etti.
1924’de kurulan Terakkiperver Fırkası’nın programının yazılmasına ciddî mânada yardım etti ve destekledi. Devrin gazetelerinde M. Kemal ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nı tenkit eden yazılar yazdı.  Zaten Millî Mücadele sırasında kırılan ip, bu tavrıyla tamamen koparak, en başta M. Kemal’in sert tepkisine sebep oldu. Aynı yıl Takrir-i Sükun Kanunu çıkar çıkmaz, hakkındaki kanaatleri sezerek,  “Yüzellilikler” listesi hazırlanmadan önce “gönüllü sürgün olarak” Avrupa’ya gitti. 1939’da ülkeye döndü. 1950’de Menderes’in Demokrat Parti’sinden milletvekili seçildi. Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkaran bu partinin hükümetini meclisteki konuşmasıyla ağır bir şekilde tenkit etti.

Birçok tarihî konuyu ve hakikatleri değiştiren, M. Kemal’i mübalağa ederek olduğundan farklı gösterip naslaştıran resmî tarih, kendinden bir parça olan aydınına dahi tahammülü yoktur. Çünkü Kemalist cumhuriyet millete rağmen oluşturulmuş despot bir “tek adam”cumhuriyetidir.

kaynak: haberkultur