Sayfalar

Sayfalar

21 Mart 2013 Perşembe

‘Helal daire keyfe kafi’ ama... Dr. Birsel Banu Okutan

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Dr. birsen Banu Okutan Hocamızın bu haftaki Star Gazetesi açık görüş ekinde  yer alan ‘Helal daire keyfe kafi’ ama... başlıklı tesettür kavramı ve son yıllarda çoğalan tesettür dergiciliği! üzerine eleştirel bir bakış açısı ve bir hatırlatma ihtiyacı duyarak kalema almış olduğu yazısı



Dr. Birsen Banu Okutan / İstanbul Üniversitesi
Popüler kültür, genel hatlarıyla kapitalist pazar mekanizmasına bağımlı, kitle iletişim araçları tarafından yayılan, geniş kitlelere seslenen gündelik hayat tarzı olarak adlandırılmaktadır.
Sinema, müzik, televizyon programları, diziler, reklamlar gibi popüler kültür ürünleri farklı kimlikler üzerinde ortak zevkler, tüketim alışkanlıkları oluşturmakta ve standart eğilimler yaratmaktadır. Kendini tekrar tekrar üreten popüler kültür ürünlerinin tüketiminde ‘kadınlar’ aktif özne olarak yer almaktadır.
Modanın yörüngesinde gezinirken...
Güzellik üzerine kurgulanmış bir kadınsallık algısı ile kadınlar, genç ve zayıf gözükmek için güzellik merkezlerine gitmeye, kozmetik malzemeleri kullanmaya özendirilmekte; bir yandan da şık görünmek için modayı takip etmeye ve alışveriş yapmaya teşvik edilmektedir. Modanın yörüngesinde oluşturulan standart “ideal kadın tipolojisi” tüketim toplumunda kimlik oluşum ve kimliksel özelliklerin yerleşim süreçlerini de etkisi altına almakta; parçalı, değişken, kırılgan kadın kimlikleri yaratılmakta, bir bakıma da kimlik bileşenleri bulanıklaşmaktadır.
Popüler kültür bombardımanı
Dine önemli paye verdiği için örtünen kadın da diğer bireyler gibi popüler kültürün bombardımanı altında kalmaktadır. Popüler kültür ürünleriyle başörtülü kadınların girdiği ilişkiselliğin boyutu ve derinliği yapılan çalışma verileriyle günbegün aydınlanmaktadır. Tüm örüntüyü uzun uzadıya açıklamak bu yazı özelinde mümkün olmadığı için muhafazakâr, örtülü kadınlar için hazırlanan popüler ‘yaşam stili dergileri’ üzerinden yapılacak ilişkisellik analizi, mikro ölçekte de olsa konuyu anlaşılır hale getirebilir.
Son yıllarda, muhafazakâr tüketicilerin beğeni ve zevklerini oluşturma veya geliştirme amacıyla hazırlandıkları iddia edilen yaşam stili dergileri “helal daire keyfe kafidir”, “Müslüman kadın güzel olmasın mı?”, “İslam’ın da estetiği vardır” gibi mottolar altında varlıklarına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır. Güzellik-moda-alışveriş sarmalında oluşturulan dergilerde makyajlı ve örtülü kadınlar modellik yapmakta; “Vakko cüzdan” “Rubenis gözlük”, “iPhone 4S”, “Flormar rimel”, “Christian Dior ruj” gibi markalı ürünler, alınması tavsiye edilen ürünler olarak sunulmaktadır. Bu sunumun skalası değişmekle birlikte bu tip dergilerin diğer moda veya yaşam stili dergileriyle benzerliği farklarından daha çoktur. Hedef kitle hangi tabaka olursa olsun iki tür dergi de piyasa mekanizmasının dinamiklerine göre işlemektedir. Dergiler moda, güzellik-estetik, ünlülerle söyleşi, kişisel gelişim örnekleri, sağlık haberleri gibi konular çerçevesinde oluşmakta, bol miktarda reklam kullanmaktadır. Mesela Ala dergisi tıpkı Elle dergisi gibi Chanel, Kenzo, Gucci, Burberry, Versace, Guess gibi markaların reklamlarını vermekte; bunlara ek olarak İklim, Olcay, İşbilir gibi daha az bilinen veya bilinmeyen tesettür giyim mağazalarını tanıtmaktadır. Reklam verenlerin mottoları ise yer yer farklılaşmaktadır. Elle dergisinde “Clinique, 3 saniyede harika bir cilt yaratılabilir mi? Evet” şeklinde seküler mottolara rastlanırken; Ala dergisinde “Helal sertifikalı Mihri güzellik ve bakım ürünleri ile siz de güzelliğinizi keşfedin” biçiminde dini terimleri ve muhafazakâr söylemleri kullanan reklamlarla karşılaşılmaktadır. Sonuçta değişik kitlelere hitap eden dergilerin mantalitesi aynı ‘tüketim yörüngesinde’ hareket etmektedir. Dergiler, ister muhafazakârlık olsun ister olmasın, değer veya inançları kendi kurallarına bağlayan piyasaya adapte olmaktadır.
“Böyle bir muhafazakâr yaşam stili dergisinin başörtülü dindar bir kadın veya birey için ne gibi sakıncaları olabilir?” sorusu hem üreticiler hem de alıcı kitle tarafından zaman zaman gündeme getirilmektedir. Bu sorunun cevabı, sosyolojik olarak ‘amaçlanmış davranışın niyetlenmemiş sonuçlar doğuracağı’ ilkesine dayanarak iki madde özelinde açıklanabilir. İlk olarak, dergilerde makyajlı, beden hatları ortaya çıkan başörtülü modellerin varlığı, örtüyü kıyafet-makyaj-stil üçgenine yerleştirmektedir. Esasen, “başörtü” dini bir göstergedir. Gösterilenin “dini amaç”, gösterenin “örtü” olduğu denklemde, “gösterenin” piyasa mekanizmasına göre çeşitlenmesi, renklenmesi, hızlı bir değişim sürecinden geçirilmesi “göstereni” şeyleştirmekte; “gösterilenin” ise varlığını unutturmakta, onu tanımsızlaştırmaktadır. Anlamından kopartılan stilize örtü şekilleri muhafazakar kitleler tarafından takip ve taklit edilip, sokağa düşmektedir. Sokağa düşen her model gözlerde aşinalık yaratmakta, aşinalık yadırgama oranını azaltmakta ve alışkanlıklara dönüşmektedir. Ticari döngünün motor imgesi olarak modanın arzuladığı da bu değişim takibinin alışkanlığa dönüşmesidir.
İsrafı prestijle eşitlemek...

17.03.2013 tarihli star gazetesinin açık görüş ekinde nazife şişman tarafından kalme alınmış son günlerin en tartışmalı ve şahsen benimde çok fazla tereddüt ettiğim bir konu olan Süt Bankası hakkında kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz... 
Laboratuvarda pastörize edilerek endüstriyel bir ürüne dönüşüyor anne sütü. Ve bu esnada nasıl bir nitelik kaybı olduğuna dair araştırmalar da fazla gün yüzüne çıkarılmıyor. Böylece bütün doğallık vurgusuna rağmen karşımızda bir ürün olduğu göz ardı edilmiş oluyor. Halbuki süt bankası kurmak yerine bir sütanne vakfı kurulması düşünülemez mi?
Nazife Şişman

Bugüne kadar gerçekleşen 8 Mart kutlamalarında kadınlar konserler dinledi, çiçeklerle karşılandı, her yerde “kadın” diye başlayan nutuklar dinledi, çeşitli kurumların kutlama mesajlarına maruz kaldı. Ama ilk defa bir süt bankası hediye edilecekti kadınlara. Sağlık Bakanlığı, bu yıl Dünya Kadınlar Günü’nde İzmir’de bir anne sütü bankası açacaktı, ama olmadı. Belki de 23 Nisan Çocuk Bayramı’na ertelenmiştir, kim bilir? Süt, çocuklara hediye edilse daha anlamlı diye düşünülmüş olabilir. Nihayetinde anonim bir anneler topluluğundan alınıp anonim bir bebekler topluluğuna ulaştırılmayacak mı, bu nadide olduğu söylenen besin?
Şaka bir yana bu anonimlik üzerinde önemle durmak gerekiyor. Gerçi Sağlık Bakanlığı hangi kadının sütünün hangi çocuğa verildiğinin çok titiz bir kaydının tutulacağını vadediyor. Süt akrabalığıyla ilgili bilginin aktarılabilmesi için. Ama bu vaad endişeleri bertaraf etmiyor, çünkü çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız. Adı üzerinde bu bir banka ve kurumsal niteliği anonimlik üzerine kurulu. Siz hangi numaralı banknotun hangi müşteri tarafından yatırıldığının ve hangi müşteriye kredi olarak verileceğinin dökümünü yapabilen bir finans sistemi tahayyül edebiliyor musunuz? Biraz abartılı görülebilir bu benzetme, ama nihayetinde benzer bir durum söz konusu ve mahiyeti itibariyle böyle bir hukuki düzenleme yapmak çok zor görünüyor. Çünkü işin bizatihi kuruluşu, sütü, anneden ayrı bir madde olarak kabul edişe dayanıyor. Anne sütü bir maddedir, emzirmek ise bir eylem. Esasında anne sütüyle beslemenin biyolojik ve psikolojik faydalarını tesis etmek için hem maddeye hem de eyleme yoğunlaşmak gerekir. Mesela ememeyen prematüre bebeklere biberonla anne sütü verilmesiyle ilgili çalışmalar, anne sütünün materyal olarak faydaları üzerine yoğunlaşırken emzirmeyi konu alan çalışmalar bir pratik olarak emzirmenin duygusal ve gelişimsel faydaları üzerinde yoğunlaşır. Süt bankasının arka planındaki yaklaşım, anne sütünün emzirme pratiğinden tamamen kopuk bir şekilde sadece bir materyal olarak içeriğine odaklanıyor.
Bilimsel süt ve mamalar dönemi
Belki de ilk insandan beri kadınlar bebeklerini emzirmelerine rağmen anne sütünün bilimsel olarak faydasının tescili için yirminci yüzyılı beklemek gerekti. Zaten doğum, ölüm gibi insan hayatına dair pek çok evrenin tıbbileştirildiği ardından da teknolojikleştirildiği bir dönemdir yirminci yüzyıl. Nitekim üçüncü dünya ülkeleri bir sağlık programı çerçevesinde1960’lı yıllarda süt tozu ile ve bebekler için “bilimsel süt ve mama” ile tanıştı. Kalkınma programlarına içkin olarak servis edilen yapay süt ve mama, pek çok üçüncü dünya ülkesinde emzirme pratiklerini değiştirdi. Ama ne zaman ki Dünya Sağlık Örgütü, anne sütü muadillerinin pazarlama şartlarıyla ilgili uluslararası bir kod oluşturdu, işte o zamandan, yani 1981’den itibaren anne sütü ile beslemenin önemi küresel düzeyde kabul edilmiş oldu. O zamandan beri anne sütü bebekler için en uygun besin maddesi olarak kabul ediliyor. Anne sütü bankalarına ivme kazandıran “anne sütünün faydalarına dair söylem”in önemli bir aşaması olarak görülebilir bu dönem. Esasında ilk süt bankası 1909’da Viyana’da kurulur. O zamandan günümüze inişli çıkışlı ilerler bu serüven. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında erken doğan bebekler için süt bankaları ile ilgili bazı düzenlemelerin olduğu görülür. 1980’lerin ilk yarısında hızla artan süt bankalarının sayısı ikinci yarıda AIDS’in yaygınlaşmasıyla hızla azalır. Çünkü hastalık bulaşmasından korkar insanlar. Fakat 1990’larla birlikte süt bankaları yeniden artışa geçer.
2001’de ilk defa uluslararası İnsan sütü bankası kongresi düzenlenir. O zamanki rakama göre Fransa’da 18, Brezilya’da 154 süt bankası vardır. İngiltere’de ise 17 banka mevcuttur. Brezilya’daki rakama dikkatinizi çekmek isterim. Kalkınma programına içkin formül mamaların servis edildiği ve kültürel olarak emzirme pratiklerinin tamamen bozulduğu bir tarihsel tecrübesi var Brezilya’nın. Önce bebekleri emzirmekten vazgeçirten bir mama furyası ardından süt bankası kuruluşu. Bu nüfus ve kalkınma politikası ayrıca ve ayrıntılı olarak ele alınmayı hak ediyor. Ama günümüzde sadece bu ülkelerde değil pek çok ülkede süt bankaları sayıca artış gösterdi ve toplamda 500’e ulaşmış görünüyor.
‘Alternatif annelikler’…

Konyaray tramvay renk seçimi anketi sonuçları


Konyaray anketi sonuçlandı
Konya Büyükşehir Belediyesinin Konyada hizmete girecek tramvayların rengini belirlemek için yapmış olduğu halkoyuna sunulma işleminin sonuçları bizzat Başkan Tahir Akyürek tarafından açıklandı. 
  Anket sonuçlarına göre Konya halkı yeşil ve beyaz renklerden oluşan tramvayı seçmiştir , tüm konyalı hemşerilerimize hayırlar getirmesitemennisiyle, hayırlı olur olur inşaallah...