Sayfalar

Sayfalar

25 Kasım 2010 Perşembe

Dev Türkiye Cüce Türkiye - Tamamı Çözümlü Jeopolitik Test Kitabı

Dev Türkiye Cüce Türkiye - Tamamı Çözümlü Jeopolitik Test Kitabı

Prof. Dr Hasan Köni'nin son çıkan kitabının adı. Kitabın özetine haber7.com darastladım internette de biraz daha bilgi var ama kısıtlı. sanırım kitabı alıp iyice okumak gerekiyor. içeriğinde hasan köni kendisinin ortadoğu asya ve türkiye ilgili farklı ve öne sürdüğü düşüncelerini açıklamış açıkcası benim hoşuma gitti fırsatım olursa almayı düşünüyorum .

Aşağıda haber7.comda kitapla ilgili ön bilgi verilmiş. burdan kitabı inceleyip satın alma imkanınızda var.


"Dünyanın geleceği Türkiye’ye bağlı olabilir mi?" Duruma göre Türkiye'yi dev ya da cüce gösteren devler, nasıl bir oyun tasarlııyorlar ve oyunun icra sahası Ortadoğu'daki hareketlilikleri nasıl okumak gerek








Prof. Dr. Hasan Köni, Hayykitabptan yayınlanan son eseri, "Dev Türkiye, Cüce Türkiye",  "tamamı çözümlü jeopolitik test kitabı" olarak tanımlanıyor.
Günlük hayatımızda neredeyse herkesin konuymak ve fikir yürütmek zorunda kaldığı olayların arka planları Siyaset Bilimci Prof. Dr. Hasan Köni'nin bakışıyla yer alıyor kitapta. Kitaptan sizlere göz kirası olarak setiğimiz bölüm ve içindekiler, eser hakkında yeterince gikir verecektir...
Kitaptan...  
Asya'da Büyük Oyun
Tarih meraklıları gerçekte hep büyük devletlerin, impara­torlukların tarihte ne yaptıklarını okurlar. Akılda kalan onların devlet adamlarının ne yaptıkları ve ne dedikleridir.
Bu büyük tarihi akımları çizenlerin yanında orta ve küçük devletlerin yarattıkları destanlar vardır. Bu destanlar o devletler halkının, yaşatıldıkları sürece, akıllarında kalır vı o destanlarla vakarlarını korurlar ve kendi kimliklerini oluştururlar. Burada ele alacağımız konu son zamanlarda gelişen Amerika'nın yeni Asya politikası.
Acaba, Amerika'yı yenmelerine karşılık Vietnamlıların savaş kahramanlıklarını, fedakarlıklarını ve liderlerini iyi tanıyan geniş kitleler var mı? Yoksa konuyla ilgili olarak çalışan birkaç bilim adamı ve gazeteci mi ne olduğunu, liderlerinin ne dediğini hatırlıyor? Tarih hep böyle mi yazılacak? Henry Kissinger'in dediği gibi her yüzyıl bir büyük devletin yüzyılı mıdır; Osmanlı yüzyılları, İspanyol yüzyılı, İngiliz yüzyılı ve 20. yüzyıldan 21. yüzyıla sarkan Amerikan yüzyılı gibi.
Yakındoğu'da durum
Orta Doğuyu İsrail devletinin yerini korumak veya onu kullanmak ve enerji kaynaklarını denetlemek için sürekli savaş alanına çeviren Batılı güçler, tabii başta Amerika 2007 yılından itibaren yönünü değiştirerek Asya 'ya yöneldiğini ifade etmekteydi. Amerika'nın Asya söyleminin içinde askeri ılı politikanın Orta Doğuda başarılı olmadığı ve yeni bir politika yaklaşımı olarak 'yumuşak güç' kullanılacağı gibi sözler vardı
Orta Doğuda barışın gelişmesinden ümitli olan devletler, Başkan Obama ile birlikte İslam ülkelerine açılma anlayış, Asya'da ise ticaret, pazarlıklar, kültürel yaklaşımlar bekliyor­lardı. Oysa, Afganistan'da sekiz senedir sürdürülen Usame Bin l.adin'i yakalama operasyonu; Taliban'ı sindirmeye, varlığı tam belirlenemeyen El Kaide’yi yok etmeye ve uluslararası alanda yeni bir yaklaşım olarak işgal edilen ülkelere demokrasi ge­tirmeye dönüştü. Dışarıdan demokrasi aktarımı Orta Doğu ve Asya ülkelerinin korkulu rüyası haline dönüştü. Şimdi merak edilen konu Batılıların Asya'daki üç milyar tüketiciye ve enerji kaynaklarına nasıl ulaşacakları. Ancak bu konuda merakımız yavaş yavaş dağılmaktadır.
Afganistan'daki savaş Pakistan'ın kuzeyindeki aşiretlerin yaşadığı Peşavar bölgesine doğru taşmaya başlamıştır. Pakistan ordusu, bir zamanlar kendi istihbarat birimlerinin oluş­turduğu, Amerika'nın desteği ve Suudi parasıyla yaratılan, Lübnan'la savaşa zorlanmaktadır. Pakistan ordusunu istek­sizlikten kurtarmak epeyi fedakârlıklara mal olmuştur. Dar­beci General Pervez Müşerrefin isteksizliği onun iktidardan ilişmesine yol açmış ve yerine Benazir Butto gelmiştir. Kuzey bölgesine karşı harekete geçme sözü veren Benazir Butto aşırı İslamcıların suikastına kurban gitmiştir. Yerine geçen kocası ise bugün yolsuzluk ve hareket kabiliyetsizliği nedeni ile yerini bir koalisyon hükümetine bırakmak durumundadır.
Nükleer silahların dibinde ABD özel birlikleri
Pakistan ordusu, Amerikan özel güçlerinin ülke içindeki faaliyetlerinden rahatsız aralarında bölünmüş durumdadır. Nükleer silahların bulunduğu Pencab eyaleti valisi silahların bulunduğu bölgedeki Amerikan faaliyetlerinden rahatsız ol­duğunu belirtmektedir. İnsansız uçakların yanında Amerikan 7. filosundaki USS Ronald Reagan'dan kalkan uçaklar Kuzey Veziristan'ı bombalamaktadır. Pakistan ordusu, Balucistan'daki Sünni Baluci grupların Amerikan istihbaratı ile birlikte giriş tikleri operasyonlardan rahatsızlık duymaktadır. Aynı rahat­sızlık Balucistan'ın yanındaki Sind bölgesi içinde geçerinin dış müdahalelerden rahatsız olan ve Balucistan'daki bölücü gelişmelerden korkan Pakistan ordusu bir askeri darbe yapma eşiğindedir.
İran'ı korkutan hareketlilik
Aynı korkuları İran da duymaktadır. İran devrim muhafızlarına karşı girişilen bombalı suikastın arkasında İran Baluci gruplarını yanında Pakistan Baluci grupları ve Amerikan is­tihbaratı bulunduğu İran tarafından iddia edilmektedir. Balucistan ve Sind bölgelerinin yarılması nedeniyle Pakistan'ın Arap deniziyle ilgisi kesilmiş olacaktır. Nükleer bomba yapa­bileceği endişesiyle Amerika ve İsrail tarafından sıkıştırılan İran, bir de güney batısındaki bölücü hareketle uğraşmak zo­rundadır.
Başkanın bütün adamları
Dev Türkiye Cüce Türkiye - Tamamı Çözümlü Jeopolitik Test Kitabı
Prof. Hasan Köni, 'kendine özgü diplomasi üslubu'yla dünyayı şöyle bir harmanlıyor. Gelişmeleri önceden kestirerek küresel dengelerin 'niçin' bağlantılarını kuruyor. Bir yandan yerel bölgesel küresel teoriyi anlaşılır hale getirirken diğer yandan bizzat yaşadığı sayısız ilginç vakaları anlatıyor. Ve tabii merkezde Türkiye var, duruma göre dev ya da cüce olabilen Türkiye....İngiliz bir diplomatın "Biz bu Türkleri besleyecek miyiz daha" sözüyle başlıyor bu jeopolitik küresel tur ve uğramadığı coğrafya kalmıyor. Balkanlar'dan Çin'deki Türk etkisine... Enerji yollarında kaydırılan ayaklardan Kuzey Irak karanlıklarına... Amerika'nın "Türkler bizi niye sevmiyor" üzüntüsünden Rusya ile 'yeni aşk'a... NATO ve BM'nin tartışmalı hayatlarından 'kadife' sesli Kahire konuşmasına... Kürt açılımının 'konjonktürü'nden, 'maddi mi yoksa manevi diplomasi mi' tartışmasına 'Antropolojik istihbarat'tan Türkiye'nin Afrika'daki rakiplerine Marka marka silah pazarlarından petrol bittikten sonra ne yapacağımıza Asya'daki büyük oyundan Türkiye'nin nükleer poker masasındaki eline... Ve daha birçoğuna...Günlük konuşmalarda herkesin diline pelesenk olan 'global dertlerin arkasındaki akıllar'ı anlatan bir kitap.
Afganistan'a gelince, Taliban hükümetinin düşürerek eski bir Amerikan bankacısı olan Karzai hükümetini iş başına ge­tiren Amerika bir yandan Afganistan'a daha fazla asker gön­dermek için karar aşamasındayken öte yandan NATO müt­tefiklerini sıkıştırarak Asya politikasında daha etkin bir rol almalarını ve Afganistan'a daha fazla asker göndermelerini istemektedir. Amerika yolsuzluğa karıştığını iddia ettiği Kar­zai yönetimine karşı Tacik rakibi Abdullah Abdullah'ı destek­lemekte ve Karzai'nin kazandığı seçimlerde hile yapıldığını ileri sürerek, kendi seçtiği Birleşmiş Milletler Seçim Denet­leme grubuna seçimleri geçersiz saydırabilmektedir. Karzai ile ortak yönetim içinde olacak Abdullah kullanım süresinin kendisine gelmesini beklemektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla Pakistan'da Butto yönetiminin ve Afganistan'da Karzai yönetiminin süreleri Amerika'nın iradesine kalmış gözükmekteydi. Nitekim, Karzai'nin savaş lordları ve bir kısım aşiret reisleriyle yaptığı anlaşmalar sonucu seçimleri kazanınca Amerika kendisini Amerika'ya çağırıp yumuşatıp sonra gererek tekrar görevde kalmasına izin vermiştir.
Darbeye karşı Türkiye
Türkiye, Kürt bölgesini denetime almak ve enerji politi­kalarını geliştirmek için Suriye, Irak ve İran'la yakın ilişkiler içindedir. Başbakan Erdoğan, Pakistan gezisinden sonra iliş­kilerimizi sorunsuz olarak ilan ettiği İran'a gidecektir. Genel Kurmay Başkamda Pakistan'ın Peshavar Eyaletini önceden zi­yaret etmiştir. Türkiye'nin darbeyi önleme ve Pakistan'a destek verme konusunda önemli ancak nasıl olacağı bilinmeyen bir rolü olduğu söylenmektedir.
Irak'ta, Ocak ayında yapılacak seçimler öncesi terör saldı­rıları artmış gözükmektedir. Türk İçişleri ve Dışişleri Bakanı Irak'a bir ziyaret yaparak PKK konusunu, özellikle geri gelişlerdeki gösterişlerden sonra, bir daha ele almaktadırlar.
Öte yandan Kazak Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbeyev'in Türkiye'yi ziyareti ve enerji konusundaki yak­laşımlarından sonra Rusya'nın Güney Akım projesinde daha başat bir duruma geçtiği söylenebilmektedir. Ermeni açılımın­dan sonra enerji topunun Rusya'nın ayağında olduğu hissedil­mektedir. Türk dış politikasındaki ilginç bir gelişme ise Türkiye İsrail ilişkileri arasındaki gerginliktir. Türkiye, Amerikan politikalarına uygun olarak Afganistan ve Pakistan'a açılırken İsrail ile ters düşmesini şimdilik nasıl yorumlanması gerektiği pek bilinmemektedir. Bu durumu, Türkiye'nin Orta Doğuda daha bağımsız bir politika izlemesine bağlamanın mümkün olup olmayacağı zamanla görülecek gibidir.
Eski büyük oyuna yeniden dönüş!
Türkiye -Avrupa ilişkileri son gelişmeler karşısında ikin­ci plana atılmış gözükmektedir. İnsan hakları konusunda Türkiye'ye ders veren ve Terörle Mücadele Kanununu aşın sert bulan Avrupa ve hatta Amerika terör karşısında ken­di halklarının hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasalarda Türkiye'den ileri giderek hazırlık girişimlerini de suç kapsa­mına almışlardır. Avrupa içinde etnik bölünmeler devam etmekte ancak Avrupalılar başka ülkelerdeki etnik konularla ilgilenmeyi sömürgeci dönemlerinden kalan bir alışkanlıkla sürdürmektedirler.
Karmaşıklaşan uluslararası ilişkilerde Asya zenginlikleriyle ön sırayı almış gözükmektedir. Zaten eski çağlarda Avrupa'yı zengin eden gene Asya'nın kaynakları olmuştur. Bu yüzden eski büyük oyuna yeniden dönüş yaşanmaktadır.
Ama bu sefer çok güçlü bir Çin ve Rusya oyunda vardır. Amerika'yla yapılan Atomik İşbirliği Anlaşmasına karşılık Hindistan'ın şimdilik bu ikili karşısında pek söz sahibi olmadığını söyle­yebiliriz. Bizim için önemli olan Asya'daki oyunda Türkiye'nin ve Türklüğün rolünün ne olacağıdır.
***
KİTABIN İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM: FANTASTİK DÖRTLÜ: TÜRKİYE, ABD, İSRAİL VE PKK
  • Türkiye’nin Tavrı, Dünyanın Geleceğini Etkileyecek!
  • Türkiye Dev mi Cüce mi?
  • Hüseyinli Amerikan Operasyonu ve Türkiye
  • Kadife Sesli Obama’dan Müslümanlara Jest
  • Terör Örgütlerinin Yapısı ve PKK Sorunu
  • Türkiye-Amerika: Ortak Vizyonlar, Fırsatlar ve Ayrılıklar
  • Türkiye’nin AB Üyeliği
  • Kıbrıs ve Türkiye’den Alınan Tavizler
  • Yeni Açılımlar
  İKİNCİ BÖLÜM: ŞEYTAN ÜÇGENİ: İRAN, AFRİKA VE ÇİN
  • ABD, İran ve Nükleer Mesele
  • ‘Sarı İttifak’ Kimi Tehdit Ediyor?
  • Yeni Bir Çatışma Alanı: Türkiye-Afrika
  • Asya’da Büyük Oyun
  • Jeopolitik Oyunlar: Ermenistan, Türkiye ve Büyük Güçler
  ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TERÖRİZM VE BENİM CİCİ SİLAHLARIM
  • Terörizme Karşı Savaş ve İnsan Hakları İhlalleri
  • Askeri Harcamalar ve Sivil Ekonomiler
  • Küreselleşen Terörizme Karşı Mücadelenin Paradigmaları
  • Küçük ve Hafif Silahlar ve Afrika
  • Hava Operasyonlarının Psikolojik Etkisi ve Terörle Savaş
  • Caydırıcılık Gücünü Kaybetti mi?
  • Antropolojik İstihbarat
  • Amerika’nın Kolluk Gücü NATO
  • ABD’nin ‘Latin Katiller Okulu’ Deneyimi
  DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ENERJİNİZ KALDIYSA
  • Petrol Sonrasında Enerji Projesi ve Küresel Isınma
  • Türkiye’de Nükleer Silahlar Sorunu

18 Kasım 2010 Perşembe

Sezai Karakoç Kurban Bayramı Mesajı

Kurban Bayramı Mesajı

e-PostaYazdırPDF
16 Kasım 2010
Milletim!
Bir kurban bayramı daha geldi, fakat, ne yazık ki, İslâm toprağının dirilip uyanmasına şahit olmadı. Bu yüzdendir ki, iki yüz yıldır, nice kurban verdik ve durmadan kurban veriyoruz. Anadolu ve diğer islâm ülkeleri çocuklarının süreklice kanı akıyor. Kimi İslâm ülkeleri ise tümüyle esir. Tarihin en sinsi, en zalim, en amansız katliamına uğradılar da, koskoca İslâm Âlemi, bölünmüşlüğü ve yönetimlerinin yabancı etkisinde bulunuşu sebebiyle, bu görülmemiş facialar karşısında adeta kıpırtısız donup kaldı.
İslâm tarihinin öyle kritik bir sürecinde bulunuyoruz ki, ülke ve millet olarak, İslâm Ülkesi ve Milleti olarak, her vesileyle, kimliğimiz, varlığımız ta derinden, kaynağından ve özünden sorgulanıyor. İnsanoğlu bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek varoluşunun hesabını veriyor. Tabiidir ki, böyle bir var veya yok olma hengamesinde, geçmiş zamanımızın tüm duygu renkleriyle yüklü gelen bayramlar, bir âdet olmaktan öte bir anlam ifade etmekte. Bayram, bayraklaşmakta.
Batı’nın insan onuruyla bağdaşmaz ruh ve niyetlerinin bir eseri olarak dünyanın her yerinde ve başta müslümanların olmak üzere tüm insanların kanı ırmaklar gibi akıtılıyor.
Önlem alınmadıkça, Ortadoğu’da Süper İslâm Gücü oluşturulacak şekilde ayağa kalkılmadıkça, bundan sonra da, bu tür felâketler gelip çatacak, ülkelerimizi yakıp yıkacak, nesilleri yok edecektir. Bugün, hiç unutulmamalıdır ki, istisnasız her islâm ülkesi, tek başınadır, korumasızdır, Batı’nın vahşi saldırılarına açıktır.
Kim kimin, ne neyin kurbanı? Çağın bu yürek paralayıcı anlamını çözemeyen, yaşayamayacaktır, bilelim.
Biz müslümanlar, hac ve kurban borcumuzu yerine getirirken, tarihin bizi içine itmeğe kalkıştığı var olma veya yok olma boyutuyla birebir yüzyüze geldiğimiz bilincini en yüksek anlamında hissetmeliyiz.
Kesilen her kurban, akan her kurban kanı, yüzyıllar boyunca verdiğimiz kurbanları hatırlatmalı, yüreklerimizi bu ateşle yakmalı, önümüzü kılıç gibi keskin bir ışıkla aydınlatmalıdır.
Ve biz, iki yüz yıldır aradığımız dirilişimizin sırrını bulup çözmedikçe ve onu çözmeğe layık olmadıkça yaşayamayacağız, bilelim. Yoksa, tarihten silinmeğe mahkûmuz, bunu bilelim.
İnsanın Allah’a şahdamarından daha yakın olduğunu ispatlamak ve dinin tarihine, müminin gönlüne fizikötesi aşılı hayat verici kanı şırıngalamak amacıyla kutlu kanı akıtılan kurbanların ateşiyle aydınlanmış bayramınızı milletçe bu bilince ermemiz duasıyla kutlar, geleceğe en iyi, en doğru, en güzel, en güçlü ve umutlarla donanmış olarak çıkmanızı can ve yürekten dilerim.
YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ
GENEL BAŞKANI
A. Sezai KARAKOÇ

14 Kasım 2010 Pazar

Türkiyede en çok cami Bulunan İller ve ilçeler


Türkiyede en çok cami Bulunan Şehirler 2007 yılı verilerine göre.

Not: 2007 yılı ile 2010 yılı arasında yapılan her iki araştırmada bağımsız 2 farklı kurum ve kişiler tarafından yapıldığı için arada bazı  sayısal farklar bulunmaktadır. resmi olarak bu bilgiler doğrulanmamıştır

Türkiyede en çok cami Bulunan Şehirler 2010 yılı verilerine göre.


Doç. Dr. Ahmet Onay, çıktığı yurt gezisinde eşi ve kızları camilerde namaz kılamayınca sorunun tezini hazırladı. Türkiye'nin cami profilini rakamlarla ortaya koyan Onay, camilerin yüzde 90'ında kadınlar için abdest alma yeri bulunmadığını, camilerin şehir hayatına uygun planlanmadığını söyledi.
Rakamlarla camiler
Kişi başına düşen cami sayısı: 2002 yılında bir araştırmaya göre Türkiye'de ortalama 882 kişiye bir cami veya mescit düşüyor.
Kadrolu cami sayısı: 2008 yılı verilerine göre Türkiye'de 67.624 kadrolu, 12.008'i kadrosuz cami bulunuyor.
Bölgelere göre cami sayısı: Türkiye'de camilerin yüzde 27'si Karadeniz Bölgesi'nde, yüzde 17'si İç Anadolu, yüzde 14 Marmara, yüzde 12'si Ege, yüzde 9'u Güneydoğu Anadolu'da.
Türkiye'de en çok cami olan ilk 5 il: Konya (2.831), İstanbul (2.791), Ankara (2.545), Samsun (2.545) ve Kastamonu (2.454).
En çok mescit olan iller: Ankara (421), İstanbul (291), Kastamonu (120), İzmir (114).
İbadet durumuna göre camiler: Tamamen ibadete açık 65.439 (yüzde 85), zaman zaman ibadete açılan camiler 3.548 (yüzde 5), görevlisi olmadığı için kapalı camiler 4.431 (yüzde 6), tamamen ibadete kapalı 14.94 (yüzde 2).
Yaptıranlara göre cami dağılımları: Doğrudan yöre halkı 51.134 (yüzde 67), cami dernekleri 9.938 (yüzde 13), şahıslar 8.282 (yüzde 11).
Cami giderlerini kim karşılıyor? Doğrudan cemaat yüzde 78, cami dernekleri yüzde 15, vakıflar yüzde 1, diğer yüzde 6.
Tuvalet sayıları: Camilerin yüzde 66'sında sadece erkeklere tuvalet bulunurken, yüzde 18'inde hiç tuvalet yer almıyor. Kadın tuvaleti bulunan camilerin oranı ise yüzde 16.
Camilerin yüzde 90'ında bayanlara abdest alma yeri bulunmuyor.
İbadet alanı 500 m² olan ve iki imamın görev yaptığı camilerin ortalamaları şöyle: Sabah namazı 40 kişi, öğle, ikindi, akşam, yatsı 110, cuma namazı 1.005 kişi.
TÜRKİYE'NİN CAMİ PROFİLİ
Kadınlar camilerde ibadet ederken birçok sorunla karşı karşıya kalıyor. Bazı camilerde kadınlara ait namaz kılma ve abdest alma yeri bulunmaması kadınların camilere gitmelerinin önündeki en büyük engel. Kadınların camilerde yaşadığı sorunlar bir akademik araştırmayla da ispatlandı. Doç. Dr. Ahmet Onay'ın, Türkiye'nin bütün camilerini kapsayan araştırması camilerin yüzde 90'ında kadınlara ait abdest alma yeri olmadığını ortaya koyuyor. Onay, "Ülkemizdeki 77 bin camiden 66 bininde kadınlar için abdest alma yeri ve tuvalet yok. Namazı kılabilmek için abdest almak farz olduğuna göre, camilerin yüzde 90'ında kadınlar için abdest alacak yer olmaması düşündürücü." diyor.
Onay'ın hazırladığı tezi "Türkiye'nin Cami Profili" adıyla da kitap haline getirildi. Ahmet Onay, camilerin mimari ve işlevsellik açısından kadınların kullanımına uygun inşa edilmemesinin sosyolojik nedenleri olduğunu belirtiyor. Camilerin şehir hayatına göre tasarlanmadığının altını çizen Onay, "Camiler küçük yerleşim yerlerine göre inşa ediliyor. Halbuki şehir hayatında kadınlar evlerinin dışında ibadetlerini yapmak durumundalar. Onların camilerde istedikleri zaman ibadet etme hakkı olduğunu unutmamak gerekir." diyor. Camilerin sosyal hayatımızın merkezinde yer alması gerektiğini belirten Onay, "Peygamber Efendimiz (sas) döneminde camiler hem mescit hem de sosyal hayatın bir parçasıydı. Camiler, Ashab-ı Suffa gibi eğitim merkezleri, yoksullar için barınma yerleri olarak kullanılıyordu. Toplumumuzun camiyle ilgili algısı değişmeli." şeklinde konuşuyor. Toplumun cami sayısını artırmada gösterdiği gayretin takdire şayan olduğunu belirten Onay, "Camilerin özgün bir cami mimarisiyle inşa edilmesi için mimarların, şehir planlamacılarının ve inşaat mühendislerinin de katkıları gerekiyor. Ayrıca ilahiyat eğitiminde camilerle ilgili yalnızca 3 ders alındığı biliniyor. İlahiyat fakültelerinde, cami mimarisi ve cami anlayışıyla ilgili bu 3 dersin içeriği yetersiz kalabiliyor. Cami kavramının tarihsellikten kurtarılarak pratik ve güncel olarak ele alınması gerekir. Böylece 'bize ait bizim şehir hayatımıza ait' bir cami anlayışı ortaya konmalı." diyor. Camilerdeki eksikliklerin yerel yönetimler, Diyanet İşleri Başkanlığı ve vakıfların işbirliğiyle çözülebileceğini dile getiren Onay, "Bu sorun yalnızca bir kurumun sorumluluk alanında değil. Camiler inşa edilirken kadınların, çocukların ve engellilerin de ibadet etme hakları göz önünde bulundurulmalı. Bunun için yerel yönetimler ve vakıflar camilerin şehir hayatına uygun şekilde biçimlendirilmesi için desteklerine devam etmeli." diye konuşuyor.
Eşi ve kızları namaz kılmakta zorlanınca tezini yazdı
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da kadınların ibadetlerinde yaşadıkları sıkıntılarla ilgili farkındalık oluşturan araştırmanının hikâyesi ise şöyle: Ailesiyle birlikte 3 haftalık bir yurtiçi turuna çıkan Ahmet Onay, 3 kızı ve eşinin namaz kılarken yaşadığı sıkıntılara şahit olur. Kendisi gittikleri her yerde abdesti alıp namaz kılar fakat ailesi her gittikleri ilde ibadet edebilmek için yeni yöntemler aramak zorunda kalır. Onay, "Bir şehir merkezine geldiğimizde büyük bir camiyle karşılaşınca çok seviniyorduk. Camiye girince durum değişiyordu, gittiğimiz çoğu camide eşim ve kızlarım abdest alacak yer, hatta bazen kadınlara ait namaz kılma yeri bile bulamadı. Onların yaşadığı bu sıkıntı beni bu konu hakkında detaylı bir araştırma yapmaya yöneltti." diyor. Onay, "Kızlarımın ve eşimin yaşadığı sıkıntılar zaten bildiğim bir sorunun üstüne gitmemi sağladı. Umarım camilerde yaşanan sorunlar kurumların ve toplumun ortak duyarlılığıyla çözülsün." diyor.


13 Kasım 2010 Cumartesi

GES Komutanlığı kime bağlı?

Sınırlarımızın ABD'li bir Albay tarafından yerinde denetlendiğini biliyor musunuz?

Soğuk savaşın sona ermesi ile tüm teçhizatın, araçların, hatta şu anda kullanılan koltukların bile hibe edilerek Türkiye Cumhuriyeti'ne devredildiğini, ama ABD'nin bu kadar iyiliği karakaşımız ve kara gözümüz hatırına yapmadığını biliyor musunuz? Tabii ki merkezlerini en önemli kurumlarımızın içinde bırakarak, mütekabiliyet esas alındığı 1958 yılından beri bizim de Pentagon'un hemen bitişinde bir irtibat ofisimizin olduğunu biliyor musunuz!



Karşılıklı işbirliği (!) ve bilgi paylaşımı(!) şeklinde protokol ile görev tanımı belirlenen TLO'nun (Teknik İrtibat Ofisi) protokol gereği Türkiye'den aldığı istihbari bilgilere karşılık PKK ile mücadelede Türkiye'ye istihbarat bilgisi verdiğini biliyor musunuz? Maalesef, 1984 yılından beri iç güvenlik harekâtı icra eden Silahlı Kuvvetlerimizin halen ABD'nin bu kuruluşuna muhtaç olduğunu/bırakıldığını biliyor musunuz?

Ancak halen Silahlı Kuvvetlerimizin TLO'dan sınırlı sayıda bilgi alırken, özellikle sınır komşuları hakkında elde ettiği bilgilerin tamamını TLO vasıtasıyla ABD'ye verdiğini biliyor musunuz? Gerektiğinde sınırlarımızın ABD'li bir Albay tarafından yerinde denetlendiğini biliyor musunuz? İsmet İNÖNÜ'nün dediği gibi “Büyük Devletlerle ilişki, ayıyla yatağa girmek gibidir…”

ABD'nin, Türkiye'de beş ayrı yerde kurduğu GES Komutanlığına bağlı radar ve istihbarat sistemleri ile istihbarat topladığını biliyor musunuz? Ancak İsrail'e bağlı uçakların uzunca bir zaman (ne zamandan beri uçtukları tespit edilemedi) güney sınırımızda sık sık haberimiz olmadan Suriye içlerine kadar uçtuklarını, bunun da tesadüfen bir uzman çavuş tarafından uçakların yedek akaryakıt tanklarının bulunması neticesinde anlaşıldığını, karşılıklı işbirliği(!) ve bilgi paylaşımı(!) içinde olduğumuz ABD'nin etkin olarak kullandığı İncirlik hava üssünün de aynı bölgede olduğunu biliyor musunuz?

Aşağıdaki sistemler olmasına rağmen niyeyse bu uçakların hiçbirini bizim tespit edemediğimizi biliyor musunuz?

- LOTHARIO diye anılan ve Keseciktepe'de elde edilen bilgileri ağ ortamında İskenderun'a, oradan daAnkaraüzerinden TLO'ya aktaran sistem.

- SEA SENTRY Gelibolu'dan geçen tüm gemilerin bilgilerini alarak TLO üzerinden ABD'ye aktaran sistemdir. 2009 Mart civarında arızalanmıştır.

- İran'a yönelik yürütülen çalışmalar da Ağrı-Gürbulak'a kurulan ARK-DESK (Çok kanal telefon haberleşmeleri dinleme sistemi) sistemi fırıldak paşa (Münir ERTEN) ile TLO arasında yaşanan bir uyumsuzluk nedeniyle 2007 veya 2008 yılında sökülmüştür.

ABD'nin özellikle Suriye,İranve Rusya Federasyonu ile ilgi ihtiyacı olan taktik istihbarat bilgilerini bu ülkelere en yakın mevkilerden elde ettiğini, bu ülkelere en yakın istihbarat noktalarının GES Komutanlığı bünyesinde bulunduğunu, alternatif bir imkân ve kabiliyet bulduklarında işbirliğini keseceklerini biliyor musunuz?

İncirlikten kalkan Martı diye adlandırılan ABD istihbarat uçağına dönem dönem sıra ile GES K.lığından personel görevlendirilmektedir. Martı görevi esnasında ABD uçağı Türkiye, Suriye, İran ve Irak sınırlarında her gün 8 saat uçarak istihbarat elde etmektedir. Bu uçuşun Türkiye toprakları içerisinde olan kısmında GES personeli uçağın içerisindeki istihbarat bilgilerinin elde edildiği odadan çıkartılarak Türkiye hakkında istihbarat toplanmaktadır. Bu vahim durum geçmiş yıllardaGenelkurmayİkinci Başkanı ve Genelkurmay Başkanlığına yazı ile bildirilmesine rağmen ABD veİsrailmenfaatlerini önem veren paşalarımız tarafından üstü örtülmüştür. İlgili resmi yazıları GES K.lığında araştırdığınızda ulaşılabilecektir. Martı görevine giden personelin ifadeleri alındığında da bu durum tespit edilebilecektir.

GES Komutanlığının, işbirliğinin(!) etkinliğinin artırılması maksadıyla sık sık ABD'li yetkililerce denetlendiğini biliyor musunuz?



NSA Dış İlişkiler Direktörü Gary GRANTHAM'ın GES K.LIĞI Denetlemesi



TLO Başkanı Dallas DOUGHTY'nın GES K.LIĞI Denetlemesi 

Ayrıca GES Komutanlığının, halen teröristlerin yerlerini yaptıkları telsiz görüşmelerinden tespit etmeye çalıştıklarını ancak TÜBİTAK tarafından çağırılan teknik ekip ile GES Komutanlığı teknik ekibinin çalışmalarından anlaşıldığına göre bu sistemlerin 50 km gibi korkunç derecede hatalı yer göstermeleri yaptığını biliyor musunuz?



Ama korkmanıza gerek yok, çünkü GES Komutanlığınca yer göstermelerin yine ABD'nin daha önce kullandığı program ile tespit edildiği, gerçekte büyük bir alanı kapsayan tespitlerin (elips şeklindedir, yaklaşık 6-12 km'dir), fırıldak komutanlarımızın programa müdahale etmesi neticesinde, programın katsayısıyla oynanarak küçük bir alanı kapsayan elipsler haline getirildiğini biliyor musunuz?



Böylece elipslerin çapları daraltıldığı için elipslerin küçültüldüğünü fakat sistem iyileştirilmeden yapılan bu müdahale ile yer tespitlerinden sağlıklı sonuçlar alınmasının engellediğini ve bölgedeki birliklerin yanlış bilgilendirildikleri için hatalı operasyonlar yaptığını biliyor musunuz?



Tespit etmedeki aksaklıkların sadece İç Güvenlik ile sınırlı olmadığını, mesela; Rusya kısmının kestirme isteğinde bulunduğu bir geminin bazen karada, kara görevlerinin ise denizde çıkmaya başladığını biliyor musunuz? Bir gemiyi karada çıkaran sistemin Hakkâri'deki bir grubu Şırnak'ta çıkarabileceğini biliyor musunuz?

GES Komutanlığına ziyaretlerde bulunan üst düzey generallere, tespitlerin 1 km.ye kadar doğrulukla yapıldığı yalanının söylendiğini biliyor musunuz? Üst seviyedeki komutanların bu yalanları bildikleri halde, elipslerin tam ortasında terörist varmış gibi, birliklerine operasyon yaptırdıklarını biliyor musunuz?



Yer tespitinde görevlendirilen personelin cihazdan hiç anlamayan, hayatında walkmen kulaklığı dışında kulaklık kullanmayan kişiler arasından seçildiğini ve asıl görevi kuru temizlemecilik, boyacılık, marangozluk, kalorifercilik, fotoğrafçılık olan sivil memurlardan seçildiğini biliyor musunuz?



Tüm bunlar ihmal mi, basiretsizlik mi, ihanet mi? GES K.lığıAmerikave İsrail'in Türkiye içerisindeki istihbarat merkezi midir? GES K.lığı kime bağlıdır? Amerika mı?, İsrail mi?

Kaynak: terorihaneti.com

XK42 platformu

DUYURU:

XK42 platformu kendine has fikir , söylemle ve organizasyonlarıyle bu adreste olacaktır...

-

-

XK42 platformuna ulaşmak için mail adresi:  "" xk4xk2@gmail.com ""

Abdullah Gül'ü Başbakan olarak görmek istemiyoruz

2007 yılında cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ü görev süresi olan 7 yılın sonunda tekrar siyasette görmek istemiyoruz... Seçilmesi ülkedeki kemalist tabuların yıkılmasına yol açan Abdullah gülün son 1 yıldır yaptığı açıklama ve uygulamalar "" Fehmi Korunun : Obama gibi geldi Bush gibi oldular"" sözüne layık bir devlet adamı profiline tam olarak uyan bir siyasetçi portresi çizmektedir. En son yapılan rektör atamalarında Kocaeli üniversitesi ve Gebze Yüksek teknoloji enstitüsüne yapılan rektör atamalarındaki eski cumhurbaşkanını taklit ederek yasakçı ve zorba rektörleri tekrar atayarak kendisini seçen milletine en büyük haksızlığı ve insafsızlığı yapmış bulunmaktadır. ayrıca sayın cumhurbaşkanı  eşinin yılarca yaşadığı başörtüsü sorunu nedeniyle çekmiş olduğu eziyet ve psikolojik sorunlarını adeta hiçe sayarak hayrunnisa hanıma ve haklı olduğu davasına büyük bir darbe vurmuştur. Seçilirken cumhurun resi olacağını söyleyerek halka büyük umut ve sevinç getiren abdullah gülün malesef görev süresinin 4 yılına yaklaşırken bu sözlerinde durmaması; jakoben bir anlayışla yıllarca bu ülkenin iktisadi idari ve demokratik kalkınmasına engel olan insanların demokratik anlayıştan yoksun söylem ve sözlerine destek mahiyette yapmış olduğu icraat ve  sözleri nedeniyle kendisini emekli olduktan sonra kendini seçenlere yaşattı üzüntü nedeniyle kendisinden reisi cumhur koltuğundan indikten sonra hayatını sabık(eski) bir cumhurbaşkanı olarak hayatına devam etmesini istiyor, tekrar aday olarak seçmenine  üzüntü ve hayal kırıklığı yaşatmamasını kendisinden istirham ediyoruz. Sayın başbakanımız tayyip erdoğanın da milletimizin duygu , düşünce ve inançlarına saygılı ve demokrasiye inanmış  uygun  insanlarla çalışacağına güvenimiz tamdır.

                                               XK42 Platformu.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Atatürkçü değilim

10.11.2010 tarihinli taraf gaztesinde hilal kaplanın bir yazısını okudum çok hoşuma gitti. Ülkmeimzdeki baskıcı rejimin kaynağı olan kişi ve tasallutlarına açıkca meydan okumuş. Hilal hanıma bu yolda yalnız olmadığını bildirmek istedim.....

Açıkca yada haykırmak gerekiyorsa BENDE atatürkçü DEĞİLİM....

Konya Şekerspor Manisaspor Ziraat Türkiye Kupası

konya şekerspor süperlig ekibi manisasporu 2-1 yenerek Ziraat Türkiye Kupasına 3 puanla güzel bir başlangıç yapmıştır. Temsilcimize bize yaşattığı bu sevinç için teşekkür ederiz.

Maçlailgili ayrıntılı bilgi için tıklayınız

Hilal kaplan atatürkçü değilim.

Bugün 10 Kasım. Bugün sadece Atatürk’ün ölüm yıl dönümü değil. Aynı zamanda Atatürk’ün ardından tutmamız beklenen kamusal yas sayesinde, onun siyasalın merkezindeki kadir-i mutlaklığının haklılığını ve meşruiyetini asla sorgulamamız gerektiğini bize hatırlatan tarih.
Ünlü siyaset teorisyeni Claude Lefort, Demokrasi Üzerine adlı eserinde iktidar alanının nihai olarak belirlenemeyen bir boşluktan ibaret olmasının demokratik sistemin alâmetifarikası olduğunu anlatır.Ne var ki sıklıkla demokratik olduğunu iddia ettiğimiz ülkemizde iktidar alanı sorgulanması dahi yasak olan ulusal ata/baba figürümüz Atatürk tarafından doldurulmuştur. Bu sebeple ülkemizde ne siyasi partiler ne de kişiler rahatlıkla Atatürkçü olmadıklarını izhar edebilirler. Ederlerse hadleri bildirilir. Açıktan “Atatürkçü değilim” denmese bile, otoriter laikçiliğe ya da üniter devlet yapısına karşı olduğunu belirtmek gibi tabu yıkıcı söylemler de direkt Atatürkçü olmamanın göstergesi olarak ele alınıp yine hadleri bildirilir. Kürtlerin ve dindarların siyasi partilerinin başına sıklıkla geldiği gibi “had bilmez” siyasi partiler kapatılıp cezalar yağdırılır; “had bilmez” bir kişiyse –Atilla Yayla örneğinde olduğu gibi- ifade özgürlüğü kısıtlanır, mecburi sürgün yaşar, hayatı zorlaştırılır. Eğer mevzubahis “had bilmez” bir hayvansa, ne olduğunu Gülsüm İnek’in başına gelenlerden hatırlıyoruz.
Böylesi bir Atatürk fetişizminin siyasal alanda pek çok işlevi var elbet. Bunlardan en önemlisiyse bence şu: Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren kötülüğü/ yanlışlığı/ çirkinliği bariz olan öyle işler yapıldı ki, iyiliği/ doğruluğu/ güzelliği sorgulanamaz olan bir isim üzerinden tüm bu zulümlerin hasıraltı edilebileceği sanıldı. Örneğin muhafazakârların ısrarla sadece İsmet İnönü dönemini kötülemesinin sebebi biraz da budur. Yani 1923-1938 arası yapılanları sorgulamamızın yasak oluşu.

Bir nevi “asr-ı saadet” muamelesi yapılan bu 15 yılda tam 14 Kürt isyanının olması, bunların en kanlılarının Dersim Katliamı oluşu, İstiklâl Mahkemeleri’nde pek çoğu suçsuz yüzlerce insanımızın muhalifler başta olmak üzere halka gözdağı vermek amacıyla asılması, savaşta bile Meclis’ini kapattırmamış bir halkın “demokrasiye hazır olmadığı” gerekçesiyle tek parti rejimine mahkûm edilmesi, Şark Islahat Planı’yla Kürt sorununun kangren hale getirilmesi, yine bir 10 Kasım günü Vecdi Gönül’ün “Yaptık da fena mı oldu?” bağlamında savunduğu gayrı Müslim varlığının elbirliğiyle yok edilmesi, devlet dininin İslâm olduğunu Anayasa’dan çıkartıp bütün halka ‘laikçi bir Sünniliğin’(!) empoze edilmesi, vb. Bunca zulmü unutmak, hatırlamamak, olmamış gibi davranmak mümkün mü? Bugün bile hükümetin açılım yapmaya çalıştığı toplumsal meselelere bakarsanız, pek çok sorunumuzun başladığı ya da zirve yaptığı tarihlerin mevzubahis 15 yıl içinde olduğunu görürsünüz.
Evet, bugün 10 Kasım. Atatürk’e “Ebedi Şef” unvanı verilmesinin boşa olmadığını bize hatırlatan tarih.


Hayrünnisa Gül “makbul first lady” olma yolunda

Başından beri eşinin ve dolayısıyla kendisinin halk tarafından onaylanmış makamını desteklediğim Hayrünnisa Hanım, üç senelik Çankaya ikameti sırasında “makbul vatandaş”lığın kodlarını çözmüş görünüyor: 1. Halka cahil muamelesi yapacaksın. 2. Eğitim şart düsturunca “Halkı aydınlatmak görevimiz” diyeceksin. 3. Dinî bilgiler alanında otorite olmasan da ahkâm keseceksin.
Bir first ladynin ilkokul çağındaki kız çocuğuna başörtüsünün farz olup olmadığı tartışması üzerinden açıklama yapması isabetli değil. Zira Çankaya’da Yaşar Nuri’nin sıkı okuyucusu olan bir first lady de oturuyor olabilirdi. Devleti temsil edenlerin din anlayışları çerçevesinde halka akıl öğretmesinden oldukça çekmiş bir ülkeyiz. Kaldı ki fıkhen İslâmi olgunluk anlayışı açısından 10 yaşında bir kız çocuğu için de başörtüsü pekâlâ farz olabilir.
Tüm bunlar bir yana, Hayrünnisa Hanım’ın sözlerindeki esas sorunu, başı açıklığı karar verilmesi gereken bir durum olarak görmeyip başını örtmeyi karar verilmesi gereken bir durum olarak algılaması oluşturuyor. Böylelikle başını açmak zaten olması gereken, genel-geçer, doğal, sağlıklı, meşru bir durumken; başını örtmek olmaması gereken, arızi, gayrı tabii, patolojik ve gayrı meşru bir durum mertebesine düşürülmüş oluyor. Bir ailenin kızını toplum içinde bacaklarını kapamaya ya da plaja gittiklerinde mayo giyip bacaklarını açmaya yönlendirmesi ne kadar olağansa; dinî hassasiyetleri yüksek bir ailenin de kendi mahremiyet algısı çerçevesinde kızını başını örtmeye yönlendirmesi o kadar olağandır.
Çocuk haklarını geliştirelim, çocuğun aile karşısındaki konumunu güçlendirelim ama bunu yaparken başını örtmeyi ille de aile baskısından neşet eden bir durummuş gibi yansıtmaktan vazgeçip devlet baskısını haklılaştırmazsak daha çabuk “aydınlanırız” sanıyorum.

hasiralti@gmail.com

yasemin çongar asker olmak istemiyorum

Otuz yıl önce, New York’ta, bir Aralık gecesi, sırtına saplanan dört kurşunla dünyamızı vakitsiz terk etse de, sakin ama sorgulayan sedası kubbemizde baki kalan Liverpoollu o işçi çocuğunun, her halkı, her bireyi askerlikten soğutabilecek o şarkısını dinliyorum şimdi. I don’t wanna be a soldier, mama, I don’t wanna die” diyor John Lennon. Bir “vicdani ret” çağrısı değil bu; daha eksik, daha temel, daha kuvvetli bir yakarış.
“Asker olmak istemiyorum anne, ölmek istemiyorum” diyen her çocuk, illaki “susmayı reddeden” bir vicdana sahip olduğu için değil zira; “insan” olduğu için bile değil hatta, bizatihi canlı olduğu için de, direnmiyor mu aslında? “Ölmek istemiyorum anne,” içgüdüsel bir yakarış değil mi her şeyden önce; kuvvetini asıl buradan almıyor mu?

Zaten her Türk de aslında asker doğmuyor, öyle değil mi? Her insan gibi, her canlı gibi, her Türk de içinde “Ölmek istemiyorum” diyen bir sesle doğuyor; “Asker olmak istemiyorum” itirafıyla aynı cümlede buluşmaya ziyadesiyle meyyal bir ses bu.
“Her Türk” asker doğmuyor ama her gün “bir Türk,” asker olduğu için ölüyor bu memlekette. Savaştan, söz ediyorum, evet. Ama cepheden söz etmiyorum; çatışmadan, operasyondan, baskından, hatta pusudan bile söz etmiyorum.
Kışladan ölüm haberleri geliyor her gün. Kalpleri ne söylerse söylesin, gururlarının sesi daha yüksek çıktığından belki, anneleriyle “Beni merak etme; çabucak döneceğim” diye vedalaşıp, birliğine teslim olurken daha, tezkere için gün saymaya başlamış çocuklar ölüyor her gün. Nöbet tutarken vuruluyorlar; yatakhanede ölü buluyorlar onları; atış talimi sırasında hedef oluyorlar. Ölüyorlar; “eğitim zayiatı” diye not düşülüyor. Öldürülüyorlar; “intihar etti” deniyor onlar için.

Hemen her gün, kışladan bir “şüpheli ölüm” haberi geliyor yazı işleri masamıza. Dün sabah toplantısında Yurt Haberler Müdürümüz Oktay Özilhan, biri Isparta’dan, diğeri Menemen’den iki “kara şüphe”yi almıştı gündemine.
Isparta’da iki aylık asker Uğur Koç, “eğitim sırasında vücuduna isabet eden kurşunla” ölmüştü. Sorgusuz, sualsiz, hesapsız; “öldü” demişlerdi, o kadar, “eğitim zayiatı!” İzmir Menemen’deki 57. Topçu Tugay Komutanlığı’nda ise, er Bilal Çıplak, kanlar içinde bulunmuştu. Çenesinden girmişti kurşun. Elbistanlıydı Bilal; “intihar” demişlerdi, o kadar.
Sonra öğlen toplantısında Mehmet Baransu, elinde Caner Bahar’a ilişkin belgelerle geldi masaya. Caner’i hatırlıyorduk; Kastamonu’daki Bozkurt Karakolu’nda askerliğini yaparken ölmüştü, haber yapmıştık. Onun için de “intihar” demişlerdi. Sol tarafından, kulak hizasından vurulmuştu Caner. Solak değildi oysa. Babası, morgda oğlunun bedeninde iki ayrı merminin izlerini görmüştü.
Baransu, soruşturmaya ilişkin yeni ayrıntılar öğrenmişti bu kez; askerlerin tanıklıkları, morgdaki fotoğraf çekimi ve olay yerinde bulunan kovanların sonradan değiştirildiği bilgisi, Caner’in ölümünü büsbütün “karanlık” kılıyor. “İntihar etti” açıklamasına inanmayan, hakikatin kendilerinden gizlendiğini düşünen Bahar ailesi, oğullarını yitireli tam yirmi iki ay oldu ve soruşturma sürüyor.
Dün “kışlada ölüm” haberleri mesaimiz Caner’le kapanmadı... Birinci sayfayı hazırlarken, bu kez Dış Haberler Şefimiz Zeynep Mertoğlu Oğur, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son kararını getirdi. AİHM, Tunceli’de askerlik yaparken 2003’te ölen ve ailesine “intihar ettiği” bildirilen Mevlüt Baysan’la ilgili başvuruda Türkiye’yi haksız bulmuştu. İddia, Mevlüt’ün “depresyonda olduğu ve arkadaşının yerine nöbet tutmak için aldığı silahla kendini vurduğu” idi. Aile buna inanmamış ama tüm çabasına rağmen, hakikati de bulamamış; memleketin adaletinden umudu kesince de AİHM’e gitmişti.Strasbourg’daki mahkeme, “Türkiye yetkililerinin Mevlüt Baysan’ın ölümüyle ilgili olarak etkili bir soruşturma yapmadıklarına” hükmetti dün ve Ankara’nın Baysan’ın ailesine 39 bin avro tazminat ödemesini kararlaştırdı.
Bugün birinci sayfamızdaki “Kışlada intihar cinayetleri” başlığı, böyle bir gündemden süzüldü işte... Bu başlık yüzünden, bu haberler yüzünden, şu anda okuduğunuz bu yazı yüzünden bizi, “Halkı askerlikten soğutmak” suçundan yargılarlar mı bilmiyorum... “Halkı ölümden soğutmak” diye bir suç olmadığını biliyorum ama. Oğullarını orduya emanet eden ana babalara, “Eğitim zayiatı” diye, “İntihar etti” diye rapor vermeyi alışkanlık haline getirenlerin hıyaneti sürdükçe, bu memleketin oğullarının içinde, ezgisi ve sözü nasıl olursa olsun, özü “Asker olmak istemiyorum anne, ölmek istemiyorum” diyen bir şarkı taşıyacaklarını biliyorum.

ycongar@mac.com

10 kasım gazeteleri

Bidliğiniz gibi gene 10 kasım geldi. Sabah saat 09.05 de sirenler çaldı okullarda öğrenciler dışarı çıkarıldı 1 dk saygı duruşunda felan bulundular  insanlar saat 09.05 de siren sesini duyunca trafikte durup saygı duruşunda bulundular felan feşmekan... tv de haberler bir dünya ıvır zıvır dolu, peki gazetelerne alemde dersiniz.
vakit zaman yeni şafak ve yeni asyayı inceleme fırsatım oldu... birde milli gazeteyi. internet vasıtası ile tüm gazetelerin ana sayfasını 35 ulusal gazeteden sadece 4 ü mustafa kamalin ölüm yıldönümü ile ilgili gazetenin manşetine ve ana sayfasında yer vermemiş Birgün, Milli Gazete Taraf ve Yeni Asya ...(milli gazete taraf ve birgünü tam olarak inceleyemedim) yeni asya ve taraf gazeteleri ise m.kamal ile ilgili tek bir habere dahi imza atmamış(tarafta m.kamal ile ilgili hilal kaplanın bir eleştiri yazısı var). olması gereken de bu aslında, Akitin yağtığı ise tam bir demogoloji, m.kamalin zamanında yaptıkları (resmi tarihin birçok belge ve gerçeği gizlediği halde) ortada iken tutup ana sayfada m.kamal resmini vermeye ne gerek var... ayıp tek kelime ile.. hem bir davayı savunacaksınız hemde takiye adı altında bu topraklarda 80 yıldır çekilen eziyetin sorumlusu olan şahısın ölümü ile ilgili ana sayfanıza haber koyacaksınız... en azından bazı takiyyeciler gibi rahmet bari okumamışsınız ama yaptığınız ile söylemeleriniz 10 kasım 29 ekim 23 nisan 19 mayıs ve 30 ağustosta hiç uyuşmuyor.... Bunun hesabını öteki tarafta sorarlar haberiniz olsun..

8 Kasım 2010 Pazartesi

Kasımpaşa 1 Bülent Yıldırım 1

Ligin mütevazi takımı Kasımpaşa inönü deplasmanında hakem bülent yıldırıma rağmen 1 puanı almayı başardı. Bülent yıldırım işi o kadar ileri götürdiki 4 dk uzatma verdiği maçta 90+5. dakikada beşiktaş lehine nihatın göz göre göre kendini yere atmasına görmesine rağmen erdiği uyduruk penaltıyı flash transfer !!!!! gutinin vuruşunda kasımpaşa kalecisi tolga çıkararak takımının 1 puan almasını sağladı. 4 dk uzatma verilen maç 98. dk oynanırken sona erdi.Maçın sonucu Kasımpaşa 1 Bülent Yıldırım BJK 1.... Kasımpaşa sahada 16 kişi oyanyan rakibine kendini ezdirmedi.

X ışını (X-ray)

              
Google nin 08.11.2010 tarihli logosu.
                              
                                                         X ışını (X-ray)             

X-ışınları ya da Röntgen ışınları, 0.125 ile 125 keV enerji aralığında veya buna karşılık, dalgaboyu 10 ile 0,01 nm aralığında olan elektromanyetik dalgalarveya foton demetidır. 30 ile 30.000 PHz (1015 hertz) aralığındaki titreşim sayısı aralığına eşdeğerdir. X ışınları özellikle tıpta tanısal amaçlarla kullanılmaktadırlar. Yükünleştirici ışınım sınıfına dahil olduklarından zararlı olabilirler. 1895'de Wilhelm Röntgen tarafından bulunduğundan sıkça Röntgen ışınlarından söz edilir. Wilhem Röntgen X ışınlarını tesadüfen bir deney yaparken bulmuştur.
Röntgen ışınları ışığa benzeyen fakat gözle görülmeyen, oldukça delici özellikli bir salınımdır. Röntgen ışınlarına X ışını da denir. X ışını tabirini (AlmancaX Strahlung, günümüzde Röntgenstrahlung) ilk olarak bu ışınları keşfeden fakat özelliklerini tam bulamayan Wilhelm Conrad Röntgen, “bilinmeyen” anlamında kullanmıştır. Röntgen ışınlarının elektromanyetik radyasyon spektrumunun bir kısmı olduğu, bugün artık bilinmektedir. Bu ışınların dalga boyu 10-9 ile 10-11 cm arasındadır. Dalga boyu gözle görülen ışığınkinden kısadır.

X IŞINLARININ BULUNUŞU:

X ışınları 19. yüzyılın sonunda Röntgen tarafından bulundu . Bu ışınlar havası boşaltılmış lambaların (Crookes lambası , akkor katotlu lambalar vb .) dışında da yayılırlar . Ampul yüzeyinin katot ışınlarıyla bombardıman edilen kısımlarında meydana gelirler . Röntgen bulduğu bu ışınların yapısını bilmediğinden bunlara X adını verdi . X ışınları yaygın olarak x ışını tüplerinde ve son zamanlarda büyük hızlandırıcılarda (senkrotron ışıması) üretilmektedir . Bunlar,özellikle madde içine girme özellikleri bakımından kullanılır .

X IŞINLARININ YAPISI:

X ışınları ışık ışınlarıyla aynı özelliktedir,fakat frekansları daha büyük olan elektromagnetik ışımalardır . Dalga boyları mor ötesi ışınlarından daha küçüktür ve 0.03 ile 20 angström arasında değişir . X ışınlarının yapısını 1912’de alman fizikçisi Von Laue tespit etti;bu amaçla billur bir lam yardımıyla X ışınlarının kırınımını gerçekleştirdi;bu deney aynı zamanda, billurlar için ağ biçiminde kafesli bir yapıyı öngören Bravais teorisinin de doğrulanmasına yaradı . Bunu izleyen yıllarda,X ışınlarının tayflarından yararlanarak baba ve oğul Bragg’lar ve fransız Maurice de Broglie pek çok ölçme yaptılar .

X IŞINLARININ ÜRETİLMESİ:
Normal ışık gibi X ışıması da ,atomun bir elektronunun bir halden daha düşük enerjili bir başka hale hale kuvantal bir geçiş yaptığı bir atom sürecinden kaynaklanır . Tek fark ilgili elektronun enerji düzeyleri sıralamasındaki konumundan ileri gelir: görünür ışık yayımından sorumlu elektronların , atom çekirdeğine zayıf bir şekilde bağlı dış elektronlar olmasına karşın, X ışıması yayımında, atom çekirdeğine çok kuvvetli bir şekilde bağlı iç elektronlar söz konusu olur .
X ışınlı bir lamba,bir elektron kaynağı (katot),bu elektronları hızlandırıcı bir düzenek ve elektronları frenliyerek X ışınları yayım kaynağı vazifesi gören madeni bir engel veya bir antikatotu bulunan basıncı düşürülmüş bir kaptan meydana gelir . Eskiden Crookes lambası veya soğuk anotlu lamba kullanılırdı;bugün Coolidge lambasından veya sıcak anotlu lambadan yararlanılır . Bu lamba,iç basıncı sıfır olan bir cam ampuldür . Elektronlar,uçlarına ısıtma devresi bağlanmış bir tungsten filamandan yayılır . Elektron demetinin yoğunluğu filamanın sıcaklığıyla orantılı olarak artar . Serbest elektronlara yeterli hızı verebilmek için filamanın çevresine mutlak değeri büyük,negatif gerilim taşıyan bir silindir geçirilir . Ve bütün donatım bir elektron tabancası meydana getirir . Antikatot, tungstenden yapılmış içi oyuk bir kütledir ve su ile soğutulur;filamanın bir sm yakınına yerleştirilmiş ve bir yüksek gerilim kaynağının pozitif kısmına bağlanmıştır . Katotun yaydığı elektronlar hızlandırma potansiyeli katot ile anota doğru hızlanarak hedef metale çarparlar . Hedef metal (anot) yumuşak yapıda bir metalden oluşturulduğu için çarpan bu elektronlar metale gömülürler yani yavaşlar . Gerçekleşen bu olaylar sonucunda elektronlara büyük bir negatif ivme verilmiş olur . Elektronlar bu negatif ivme sonucunda durur ve dururken kaybettiği kinetik enerji ivmelenme bölgesinden X ışını olarak yayılır . Bir başka şekilde elektriksel bir uyarılmayla atom çekirdeğine çok kuvvetli bir şekilde bağlı olan iç elektronlardan biri ilk halin dışına fırlatılır . Atom elektronlarının elektron durumlarında oluşan bu “boşluk” yine içte bulunan ama çekirdeğe daha zayıf bağlı bir başka elektronun bu “boş” duruma geçişiyle doldurulur .Bu iki düzey arasındaki enerji farkı bir foton biçiminde ortaya çıkar . İşe karışan enerjinin büyüklüğü dikkate alındığında bu fotonun,görünür fotonlardan 10.000 kez daha fazla enerjiye sahip olduğu anlaşılır . v frekansını fotonun E enerjisine bağlayan (Planck sabiti h aracılığıyla) temel bağıntı E=h.v=h.c/ X fotonlarının angström düzeyinde dalga boylarına denk düştüğünü gösterir .Üretilen X ışınları,10 mikron kalınlığında alüminyum yaprakla örtülü bir açıklıktan çıkar . Debi,filamanın ısıtma akımını değiştirmekle ayarlanır . Her elektron anota çarpıp duruncaya kadar bir X ışını dalgası yayılacağından X ışınlarının periyodu elektronların durma süresine eşittir .

GAZLARDAKİ IŞIMA,DOZ TAYİNİ:
X ışınları içinden geçtikleri gazları iyonlaştırma özelliği taşır . X ışınlarının deteksiyonu ve şiddetinin ölçülebilmesi için bu ışınlar biri altın yapraklı bir elektroskoba bağlanmış iki tablası bulunan gaz dolu bir kaptan,yani iyonlaşma odasından geçirilir . Elektroskop yapraklarının düşüş hızı iyonlaşma derecesini ve dolayısıyla bununla orantılı olan ışıma şiddetini ölçer . Bu şiddet röntgen cinsinden değerlendirilir .

X IŞINLARININ NÜFUZ ETME ÖZELLİĞİ:
Bir X ışınları demeti saydam olmayan bir cisimden geçerken , yavaş yavaş enerjisini bırakır . Soğurulan enerji geçilen kalınlıkla artar ; enerji kaybı , ışınları dalga uzunluğunun (dalga boyu kısa ışınlar daha çok nüfuz edebilir ) ve geçilen elemanın atom numarasının küpü ile ( ağır elementler daha çok enerji yutar ) doğru orantılıdır. Eğer söz konusu elementin soğurma tayfı incelenirse , dalga boyunun bazı değerleri için ani değişimlere uğradığı görülür . Bu özel değerler, atom çekirdeğini çevreleyen farklı elektronların enerji seviyeleri ile ilgilidir. Bu sebeple , X ışınlarının tayfları incelenerek atomların yapısı kesinlikle tespit edilebilir .

X IŞINLARININ TEMEL ÖZELLİKLERİ:
Yayılma hızı ışık hızıdır .
Elektronların yavaşlama süresi çok küçüktür .Bu yüzden X ışınlarının frekansı çok büyüktür.
Dalga boyları çok büyüktür.(Yaklaşık 1 angström )
X ışın fotonlarının enerjileri çok yüksektir.
Gazları yoğunlaştırırlar .
Saydam olmayan maddelerden geçebilirler . Kurşun levhalarca tutulabilirler.

TIBBİ UYGULAMALAR:

Maddenin içine işleme kabiliyetleri fazla olduğu ve çeşitli organik maddeler tarafından büyük ölçüde soğurulduğu için X ışınlarının tıpta çok önemli uygulamaları vardır;özelikle insan vücudunun incelenmesinde kullanılır . Ayrıca X ışınlarının canlı dokular üzerindeki biyolojik etkilerinden yararlanılır . Bu tedavi,ya yok etme (tümör ve yeni oluşumlarda ) veya ağrılı ve iltıhablı bazı gelişmeleri değiştirme ( kan çibanı , bez iltıhabı , siyatik vb. ) şeklinde yapılır.

X ışınlarının Kullanıldığı Bazı Alanlar:
RADYOSKOPİ: Fluoresan bir ekran yardımıyla bir organ veya cismin X ışınlarıyla muayenesidir . Radyoskopi,baryum platinosiyanür veya tungstenle fluoresan hale getirilmiş bir ekran üstünde X ışınlarının meydana getirdiği gölgelerin incelenmesidir. Radyoskopi,bütün vücudun süratle muayenesini,her duruş şeklinde ve her açıdan organların incelenmesini sağlar .

RADYOGRAFİ: Yalnız X ışınlarını geçiren bir kutudaki hassas bir film üzerinde X ışınlarının iz bırakması ve bu özellikten faydalanarak resim çekilmesidir . (Bu iş için kullanılan kutu alüminyum gibi hafif bir madenden yapılır ).
Radyografi,için kullanılan röntgen filmi genellikle X ışınlarının etkisiyle fluorışıl hale gelen iki levha arasına yerleştirilir . Bu levhalar X ışınlarının etkisini fazlasıyla arttırır ve poz süresinin kısaltılmasını sağlar . Radyografi akciğer hava peteklerinde bulunan havanın sağladığı kontrast sayesinde özel bir hazırlığa ihtiyaç duymadan göğsün ve kalbin görüntülerini verir . Kalsiyumla yüklü olan iskelet Radyografide çok iyi belirir,içinde fazlaca kalsiyum tuzu bulunan anormal oluşumlar da (böbrek ve safra taşı,kireçlenmiş lenf düğümü vb.) çok iyi görülür .

RADYOMETALOGRAFİ: Madeni parçaların bileşimini veya yapısını bozmadan incelemeye yarayan radyografidir .
Tıbbi radyografi ile aynı fizik ilkeler üzerine kurulmuştur . Gerek kimyasal bileşim değişikliklerini,gerek madenin iç yapısındaki kusurları meydana çıkarmak için madeni bir parçanın çeşitli kısımlarının X ışınlarını farklı şekilde soğurması özelliğinden yararlanılır . Özellikle X ışınımlarını daha az soğurarak film üzerinde normal bölgelerden daha koyu lekeler halinde görülen boşlukların ve az yoğun kısımların belirlenmesini sağlar . Aynı şekilde parçaya karışmış olan ve soğurma kat sayısı parçanın yapıldığı madenden farklı olan yabancı maddeler de film üzerinde daha açık veya daha koyu lekeler halinde görülür . Ayrıca radyometalografi sayesinde bakır alaşımlarındaki bazı bileşenlerin veya madenlerin(soğurma gücü yüksek olan kurşun gibi) yapısal ve kimyasal bakımdan homojen olup olmadıklarını denetlemek kolaylaşır .

TOMOGRAFİ: Bir organ ve organizma kesitinin röntgenle filmini çekmeye yarayan usuldür . Gerçekte 1-2 cm kalınlığında ince bir dilimin filmi söz konusudur . Böylece belli bir organ,mesela akciğer art arda dilimler halinde yatay veya enine ve boyuna dikey düzlemler üzerinde incelenebilir .
Tomografi yapmak için X ışınları üreten tüpe ve hassas filme çeşitli yer değiştirme hareketleri yaptırılır,öyle ki sadece bu yer değiştirme hareketinin eksenine rastlayan belli bir düzlem üzerinde bulunan şekiller filmde gözükür ; belli düzlemin önünde,arkasında,üstünde,altın da vb. Bulunan şekiller açıkça gözükmez . Yani hassas filmi hemen hiç etkilemez ancak çok silik çizgiler halinde belirir.

RADYOTERAPİ: X ışınlarının biyolojik etkisine dayanan tedavi usulüdür
.

5 Kasım 2010 Cuma

16 Kasım Ahmet Kaya yı anma. Kürtçe bir şarkı söylemek istiyorum

bundan tam 10 sene (dile kolay) önce yağmuru başka sisi bize yabancı olan ellerin memleketinde sahip çıkmadığımız  için  kaybettiğimiz değerli sanatçı AHMET KAYA yı ölüm yıldönümünü olan 16 kasımda anmaya davet ediyoruz. Geçmiş her ne kadar acı ve yaşanmamasını istemediği olaylara dolu olmasına rağmen AHMET Kaya demokrasiden ve özgürlüklerden yana olan duruşu içi en azından (benim açımdan kesinlikle TSK daki ergenekoncu generallerden çok daha fazla saygı ve sevgiyi hakediyor. ) saygıyı ve alnına sürülen çirkin iftiranın silinmesini hakediyor. Bugün devletin sahip olduğu bir kürtçe bir kanal var TRT 6(şeş) ,Ahmet kaya bu kanalda sadece 8 sene önce vafat etti. bu kanalın ve trt haberin sanatçının ölüm yıldönümü olan 16 kasımda bir keşke olmasaydı ahmet kaya belgeselini Kürtçe ve Türkçe olmak üzere ,devletin üzerinde kalan bir borç gibi  yayınlamasını istiyorum....

Türkiye 10. yılında özgürlükçü sesi ahmet kaya ya hakettiği değeri verecektir.

"Gülerim şarkı söylerim ama arka cebimde 2 metrelik kefenim cebimde duruyor. her an hazırlanabilir."

Not: 16 kasımda Kanal 24 ten Ahmet Kaya Belgeselelini tekrar yayınlaması için mail ve telefon açabiliriz.
Kanal 24 iletişim bilgileri

SER PLAZA-24TV Yenibosna Merkez Mh. Kavak Sk. No:3 K:2 Bahçelievler İSTANBUL

Istanbul Tel: (0212) 496 24 24 - 496 24 00 Istanbul Fax: (0212) 496 24 38 

Uydu Bilgileri: Frekans:TÜRKSAT-3A 12679 Vertikal Symbol Rate:8888 FEC:3/4 Polarizasyon: Vertical (Dikey) 

Digiturk 40. Kanal 

Mail: info@yirmidort.tv 

Ankara Büro Bilgileri: Adres: Karakusunlar Mahallesi 33. Cadde 1/3 Balgat
Ankara Tel: (0312) 284 86 80 Ankara Fax: (0312) 286 30 41

4 Kasım 2010 Perşembe

Ahmet Altan CHP

Tarihler 04.11.2010 Türkiye  Cumhuriyeti  Tarihi  bir ilki daha görüyor. Cumhuriyetin kuruluşundan 87 yıl sonra  Bir gerçek daha haykırılıyor, tabular yııkılıyor... Ahmet Altan TARAF Gazetesinde  "CHP" başlıklı yazısında basın tarihindeyıllardır dile getirilemiyen bir konu hakında  saklanan bir gereçeği daha haykırıyor....Cumhuriyetin ilk yıllarını yöneten şahıs hakkında "diktatör" tanımlamasını kullanıyordu.

AHMET ALTAN nın 04.11.2010 Tarihli Yazısı (CHP):
                         


Partinin genel merkezinin dördüncü katında bir “merkez yönetim kurulu”, on ikinci katında bir başka “merkez yönetim kurulu” toplanıyor.
Genel başkan, genel sekreteri “korku imparatorluğu kurmakla”, genel sekreter genel başkanı“partiye tasallut etmekle” suçluyor.
CHP açıkça parçalanıyor.
Bu, beklenen bir gelişmeydi, kimsenin şaşırdığını sanmıyorum.
Ama “niye parçalandığı” konusunda epeyce değişik fikirler çıkacağına eminim.
Bu parçalanmayı, “Önder Bey, Kemal Bey” diye açıklamaya çalışanlar da olacaktır, “türban tartışmasına” bağlayanlar da.
Bence parçalanma nedeni bunlardan çok daha derinde.
İzinizle bir soru sorayım.
2010 yılında “Atatürk ilke ve inkılaplarına” bağlı bir parti Türkiye’de hayatiyetini sürdürebilir mi?
Bence, kendini “Atatürk ilkeleriyle” tarif eden hiçbir partinin yaşama şansı yok.
Bir kere, Atatürk’ün bir ilkesi yok.
Daha doğrusu tek bir ilkesi var, “demokrasisiz” bir ortamda ülkeyi yönetme gücünü elinde tutmak.
Onun dışında, Atatürk’ün “tersini” söylemediği bir sözüne, tersine davranmadığı bir eylemine kolay kolay rastlayamazsınız.
Kendi iktidarına odaklanmış, fevkalade pragmatist bir liderdi Atatürk.
Kendisinin iktidarda kalmasına yardım etmiş olan herkesle işbirliğine gitmiş, ihtiyacı kalmadığında da kendisine yardım eden herkesi kenara itmiştir.
Dindarların yardımına ihtiyaç duyduğunda Meclis’i camide dualarla açar.
Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyduğunda “savaştan sonra eşit haklar” için söz verir.
Sovyet parası gerektiğinde komünistlerle iyi geçinir.
İttihatçıların örgütçülüğü işe yaradığında eski İttihatçıları yanına toplar.
Artık ihtiyaç duymadığında ise dindarları da, komünistleri de, Kürtleri de, İttihatçıları da ezer geçer.
Siz, ülkeyi tam bir diktatörlükle yönetmiş birinin “ilkelerine” sahip çıkarak bu halkla bir “bağ” kurup siyaset yapabilir misiniz?
Ancak “elitist” bir diktayı destekleyenler, Kürtlere, dindarlara, komünistlere karşı olan, kimsenin“devletin resmî görüşü” dışında konuşmasını istemeyenler size oy verir.
Onların da bu ülkedeki sayısı belli.
Üstelik hızla da azalıyorlar.
Yirmi birinci yüzyılın başında, yirminci yüzyılın başında yaşananları tekrar etmeye, yüz yıl öncenin ölçüleriyle kendinize rota çizmeye kalkışırsanız yaşama şansınız yoktur.
Bugün bizzat Atatürk’ün kendisi gelse bir daha bu ülkede askerî bir diktatörlük kuramaz, nerede kaldı CHP’nin bugünkü yöneticileri kursun.

“Atatürk ilkeleri” diye yola çıktığında Atatürk hakkında yalan söyleyeceksin, resmî tarih konusunda yalan söyleyeceksin, diktatörlük hakkında, demokrasi hakkında, din hakkında, solculuk hakkında, Kürtler hakkında yalan söyleyeceksin.
Bu kadar yalanı, hayatın böylesine saydamlaştığı bir çağda sürdürmek mümkün olamaz.
Atatürk’ü kutsayacaksın, devleti kutsayacaksın, orduyu kutsayacaksın, Kürtlerin hakkını vermeyeceksin, dindarların hakkını vermeyeceksin, solcuların hakkını vermeyeceksin ve siyaset yapacaksın.
Parçalanırsın, atomlarına ayrışırsın.
Atatürk’ün ilkelerine göre hareket edip İskilipli Atıf Hoca’yı mı asacaksın, Dersim’i mi bombalayacaksın, Şeyh Sait’i darağacına mı göndereceksin?
Geçen yüzyılın başında yaşananlar, geçen yüzyılda kaldı.
O günlerde vahşete, baskıya, diktatörlüğe, hukuksuzluğa karşı çıkacak kimse yoktu.
Dünya da zaten kendi vahşetini yaşıyordu, kimse ayrıca Türkiye’ye karışmıyordu.
Türkiye de, dünya da değişti.
Kürtler kimliklerini, Sünni dindarlar inanç hürriyetlerini, Aleviler ibadethanelerinin resmen kabulünü, solcular düşünce özgürlüklerini istiyor.
Atatürk ilkelerinden hangisi bu istekleri karşılayabilir?
CHP’nin yeni lideri “Kürt” diyemiyor, başörtülü bir kadın var diye Çankaya’ya gidemiyor, Alevi olduğu halde “cemevlerinin” hakkını savunamıyor.
Nasıl siyaset yapacak, halkın taleplerini nasıl karşılayacak?
Atatürk’ün ve CHP’nin “ilkeleri” 2010 yılının Türkiye’sine uymuyor, onun için koskoca parti, siyaset tarihinde eşine az rastlanır biçimde parçalanıyor.
CHP’yi, Önder Bey’le Kemal Bey’in kavgası değil, hayatın değişen gerçekleri paramparça ediyor.
ahmetaltan111@gmail.com 
Yazıyı orjinalinden okumak için TIklayınız
Ahmet Altan, Taraf Gazetesi Baş Yazarı