BU KÖYÜN ADI 'NURS'
16 Aralık 2010 Perşembe 16:40
Dört gün boyunca Van’dan başlayıp aradaki ilçeleri ziyaret ederek yerli halkın tabiriyle ‘deniz’in (Van Gölü’nün) etrafını dolaşıp tekrar Van’a döndük. Asıl amacımız Bediüzzaman Hazretlerinin doğduğu köy olan Bitlis’teki Nurs’u ziyaret etmekti, çok şükür amacımızı gerçekleştirdik..
Hizan’a giden yolda geniş ovalardan geçiyoruz, arada köy okulları görüyorum burada çalışmak büyük hizmet diyerek aklımdan geçeni yol arkadaşımla paylaşıyorum. Akşam namazı vaktinde yine başka bir köy camisindeyiz. Şafii mezhebine mensup insanların topluca namaz kılmalarının bu kadar farklı olduğunu kimse anlatmamıştı bana, gidip görmek bu anlamda da bütünleşmeyi beklemek gerekmiş. Misafir olduğumuzu anlayan herkes yanımıza gelip elimizi sıkıyor. Nurs’a gitmek istediğimizi söyleyince en azından bir yemek ikram etseydik yakınmalarını duyuyoruz camii imamından. Misafirperverlik sıcak ve samimi...
Nurs’ a varış
Köyden ayrıldıktan sonra karanlıkta devam ediyoruz yola, ne önümüzde ne de arkamızda araç görüyorum. Bir aralık arabanın farlarını kapatıyorum yavaşlıyorum, karanlık içimi ürpertiyor. Üstad buralardan gece, tek başına nasıl geçmiş diye hayret ediyorum. Hayranlığım artıyor. Bahçesaray ve Pervari ayrımında hangi yoldan gideceğimizi bilemediğimden orada bekleşenlerden birine Nurs köyüne nasıl gideceğimizi soruyorum. Kendisinin de Nurs’a gideceğini söyleyen ağabeyimiz atlıyor arabaya, tek başına gidemeyeceğimiz yollardan bizim köye ulaşmamıza vesile oluyor. Üstelik karanlığa bürünmüş köyde, ziyaretçiler için yapılmış misafirhaneye de götürerek yerleştiriyor. Allah’ın inayetini bir kez daha müşahede ediyoruz.
Misafirhanede üç ev sahibi
Misafirhanede üç kişi kalıyor. Biri evlilik hazırlığı yapan köy okulunun beden eğitimi öğretmeni Engin Abi, diğeri bizim gibi misafir olan İlahiyat öğrencisi Hasip ve sonuncusu da misafirhanenin işlerini gören lise son sınıf öğrencisi Mehmet. Üçü de gecenin bir yarısı gelmemizi normal karşılıyorlar ve tanıştıktan sonra bize yemek hazırlamaya koyuluyorlar. Engin Abiye görevinin çok zor olduğunu fakat büyük hizmet yaptığını söylüyorum. Muhtemelen iltifat sanıyor fakat burada birkaç ay geçirdikten sonra buraya yerleşmeye karar verdiğini söylüyor. Sakarya’da okumuş, ailesi Mersin’de yaşıyor. Evlendikten sonra Nurs’ta yaşamaya devam edecek. Birlik ve beraberliği sağlamayı başarmış yani. Köyde 13 öğretmen olduğunu duymak bizi şaşırtıyor. Bu durum eskiden köyün ‘biricik’ öğretmeni olma sıfatını diğer meslektaşlarıyla bölüştürdüğü için Engin Hoca tarafından espriyle karışık bir dilde anlatılıyor.
Bize menemen hazırlayan Mehmet ise sohbet sırasında Risale’den parçalar aktarıyor. Kendisi Üstad’ın akrabası olan Mehmet bize anlattıklarını bildiğimizi tahmin ettiği halde kendisi bunları ilk defa anlatıyormuşçasına heyecan duyması dikkatimi celbediyor. İtiraf edeyim biraz da kendimden utanıyorum. Mehmet köylerinde arabanın gidemeyeceği bir yerde yıkılmamış bir Ermeni Kilisesinden bahsediyor. Tüylerim diken diken oluyor. Hıristiyanlıkla Batı dünyasını birleştiren algı ortasından yarılıyor. Kilisenin bir kısmı Mehmet’in akrabaları tarafından halen kullanıldığından duvarlardaki desenlere dokunulmamış. Sadece bir kısmı bakımsızlıktan çökmüş. Görmeyi çok arzu ediyorum fakat nasip olmuyor.
Misafirhanede beraber kaldığımız diğer arkadaş olan Hasip aslen Hizanlı olmasına rağmen zorunlu göç nedeniyle ailesi Mersin’e taşınmış. Kendisi Urfa’da ilahiyat okuyor. Nurs’a Üstad’ın hayatına dair bir araştırmanın bir bölümünü yapmak için gelmiş. Esasen bizim geldiğimiz gün dönmeyi planlayan Hasip öğlen vakti kalkan arabayı kaçırınca bir gece daha kalayım demiş. Böylece tanışmış oluyoruz.
Ve Üstad’ın doğduğu ev...
Ertesi gün köy ekmeğiyle yaptığımız kahvaltının ardından Üstad’ın doğduğu evi ziyaret ediyoruz. İki göz bir ev, duvarlarında kitaplar için açılmış oyuklar göze çarpıyor, bir de yerdeki tandırın kapağı. Sadelik doldurmuş burayı. Üstadın bir diğer akrabası İsmet amca bir yandan bize rehberlik ederken diğer yandan Üstad ile ilgili köyde dilden dile dolaşan anıları anlatıyor. Bunları dinlerken Üstad’ın annesi ve babasının bulunduğu mezarlığa geliyoruz. Burada Abdülhamit Abi bizi devralıyor. Köyde “Üstad’ın misafiri bizim misafirimizdir.” anlayışı hâkim. Abdülhamit Abi ile mezarlıktan köye geri dönüyor ve köyün 16 sene muhtarlığını yapmış İsa Amca’nın evinde sohbete dalıyoruz.
Nurs köyünden bazı fotoğraflara göz atmak için tıklayın.
Politik durumlar
Yarı Türkçe yarı Kürtçe konuşan ‘tecrübeli siyasetçi’ bize köyün politik perspektifine dair bir brifing veriyor. Eskiye nazaran idarecilerden daha memnunlar. Bitlis ve Van valilerinin Üstad’ın geceleri ibadet ettiği caminin üstüne yapılan Bediüzzaman Külliyesinin açılışına beraber katıldıklarını ve camide namaz kıldıklarını anlatıyor. Seyahat arkadaşım çok hoşlanmasa da terör yıllarına ait hatıralarını soruyorum, Nurs köyünün hiçbir zaman baskın yaşamadığını vurgulayan İsa Amca’nın sözünü Abdülhamit Abi kesiyor: “Biz Rus’u sokmamışız bu köyden içeri terörü mü sokacağız!” İsa Amca’nın anlattıklarından PKK’nın Nurs köylülerine hiç dokunmadıklarını anlıyoruz. Yolların kesilip insanların öldürüldüğü zamanlarda teröristler Nurs köylülerini ayırıp serbest bırakıyormuş. Bu olayların sıklaşması üzerine diğer köylüler Nurs, PKK ile işbirliği yapıyor diye askere şikâyet etmişler. Bunların yanı sıra başka bir yerde duyabileceğim olayları da İsa Amca’dan öğrenmiş oldum. Bir keresinde bir grup asker köyde arama yapmak istemişler fakat köylüler buna tepki göstermiş ve silahlı çatışma çıkmış. Bir çavuşun yaralanmasının ardından askerler çekilmiş. Köylüler bu olaydan sonra komutana da “köyümüze istediğin zaman gel ama baskın için asla!” mesajı göndermişler.
İsa Amca’dan müsaade alıp elini öpüyoruz. Nurs’taki son durağımız bizi öğle yemeğine davet eden Abdülhamit Abi’nin evi oluyor. Burada babasıyla tanışıyoruz. Çok genç ve dinamik gözüktüğünü söyleyince bilge insanlara has bir tebessüm kaplıyor yüzünü cevap vermiyor; belli ki şişman olan oğlunu mahcup etmek istemiyor. Evin duvarına çakılmış Bediüzzaman resmi ve yanındaki külliyat gözüme çarpıyor. Köydeki günlük yaşamdan bahsediliyor yağlı yemeklerin menüyü oluşturduğu yemekte. Abdülhamit Abi ve babasına teşekkür edip yola koyuluyoruz.
Hizan Medresesi
Önceki gün otobüsü kaçıran Hasip’i de yanımıza alarak Van’a doğru yola çıkıyoruz. Bu arada Hasip’e bizimle Van’a gelmesini teklif ediyoruz kırmıyor, eşlik etmeyi kabul ediyor. Hizan’a vardığımızda ilçenin yakın çevresinde tek Arapça ders okutulan medreseyi ziyaret ediyoruz. Bir kez daha allak bullak oluyorum; hayatını talebe yetiştirmeye adamış bir adamla tanıştığım için. “Bana sadece namaz kıldırdığım için verdiğiniz para helal değildir” diyerek görev yaptığı caminin üstüne asma kat çıkan imam burada Arapça, kelam, hadis ve fıkıh dersleri okutuyor. 28 Şubat sürecinde aldığı tehditlere aldırmamış, camiyi terk etmediği gibi medresesini de kapatmamış. Talebeleriyle badanasını yaptığı medresede müsait bir yer bulup oturuyoruz çay ikram ediyorlar. Yoldaşım, imamla ilmi sohbete dalarken ben yurdumun laik insanlarından birini getirip hayalen bu imamın karşısına oturtuyorum. Eminim kendi çağdaş muhayyilesinin dışında bir manzarayla karşılaştığında duyacağı şaşkınlık anlaşılmaz bir öfkeye dönüşecek ve ‘Bu devirde böyle insanlar cık cık cık…’ diyecek. Belki de soluğu Anıtkabir’de alacak.
(+) |
Ne güzel bir memleket Ahlat!
İmam Efendi’nin ısrarlı davetine rağmen kalmıyor ve yolumuza devam ediyoruz. Bağlı olduğu Bitlis’in merkezinden daha büyük olan Tatvan ilçesine uğrayıp akşama doğru Ahlat’a varıyoruz. Deniz’in arkasından batan güneş Hasip’in anlattıklarından sonra kapıldığım hüzün dalgasını şiddetlendiriyor. Köylerinin nasıl yakıldığını anlatıyor Hasip, babasının askerler tarafından kendi gözü önünde nasıl aşağılandığını, nenesinin ev yakılmadan önce askerlere yalvarıp içerideki Kuran-ı Kerimleri almak için izin istediğini, bir asker kurşunuyla ölen köpeğin ölürken attığı çığlıkları unutamadığını da ekliyor Hasip. Demek ki bu topraklarda yaşayan insanların bir kısmı kendilerini üniformalıların arkasında hissederken, geri kalanlar güvenlik güçlerinin önünde, hedefinde duruyor ve bu iki grup birleşemiyor.
Cumhurbaşkanı’nın Ahlat’ı yakın zamanda ziyaret ettiğini duyunca geldiğimiz yolların düzenli olmasına anlam veriyorum. Yeni yolların birkaç yıl önce yapılmasına rağmen burada ekonomik bir dinamizm göremiyoruz. Hele Tatvan’la karşılaştırdığımızda sakin bir kasabaya benziyor Ahlat. Geceleyecek bir medrese bulmakta çok şükür zorluk çekmiyoruz. Denize nazır bir binada uzun zaman etkisini unutamayacağım bir insanla sohbet ediyoruz. Kendisi bu satırlarda insan olarak geçecek, zira bende insanlığa ulaştığına dair sağlam bir izlenim bıraktı. Sabah namazını Selçuklu camilerinden İskender Paşa Camiinde kıldıktan sonra meşhur Selçuklu mezarlığını ziyaret ederek Van’a doğru son sürat ilerliyoruz.
Van
İlk kez geldiğimiz şehirde geçirdiğimiz son günün akşamını bir kitabevi ziyaretiyle değerlendirdik. Hayalimdeki batılı bana orada eşlik etti. Humeyni ve İslam devrimiyle ilgili kitapların bolluğunu görünce ‘Bunlar 15 sene öncesinden kalmamış mıydı?’ diye fısıldadı. Hele Mızgin isimli derginin Kürt Nurcularının yayın organı olduğunu öğrenince hayalimdeki laikle göz göze gelmekten çekindim. Ne yapayım ben de haddinden fazla şaşırmıştım.
Geceyi Mus’ablarda geçirdik. Mevcut sistemi ve laikliği eleştiren çıkışlarından dolayı kızağa çekilmiş bir imam olan babasının 28 Şubat sürecinde yaşadıkları not defterinde yerini buldu. Akşamın ilerleyen saatlerinde Mus’ab’ın dedesi aramıza katılarak çok değerli şeyler anlatıyor. Özellikle kendi dedesinin Üstad’ın yakın talebesi olması nedeniyle belki gün yüzüne çıkmamış anıları bizimle paylaşıyor. Tabi bunların yanında Van’da Ermeni soykırımı sırasında yaşananlarla ilgili duyduklarını aktarıyor. Ermeni kızlarının nasıl öldürüldüğünü anlatırken hüznü sesine yansıyor.
Ertesi sabah ayrılıyoruz Van’dan, yoldaşımdan pencere kenarında oturmak için izin istiyorum sağ olsun kırmıyor. Uçak yükseliyor. Denizin üstünden şöyle kafayı uzatıyorum bir göz atayım nerelerde dolandık diye, buluşamıyoruz, araya bulutlar giriyor. Ben de koltuğa yaslanıyorum; hafif kızgınlıkla sanki bir küfür sallıyormuşum gibi ‘Birleşelim be!’ diyerek...
Kaynak: dünyabizim.com
Melih Deliönü gezdi gördü anlattı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder