20 Ekim 2011 Perşembe tarihli satar gazetesinde mehmet altanın köeşesinde yer alan günlük köşe yazısıdır.
Medyamız, görebildiğim kadarıyla, Hakkâri’nin Çukurca ilçesi merkezindeki güvenlik birimleriyle sınırdaki askeri birliğe PKK’nın ağır silahlarla eş zamanlı saldırı düzenlemesi ve 26 askerin şehit olup, 22 askerin de yaralanmasından ziyade bunun ‘zamanlaması’ ile ilgili...
Bunun için de sorgu ve suallerde saldırının ‘neden ve niçin’ yapıldığı öne çıkıyor, yaptığı tahribat o sorgu ve sualin gölgesinde kalıyor...
Sabahtan akşama aynı minvaldeki sorular adeta ring yapıp duruyor:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘Başkomutan’ olarak bölgeye gitti ve sınır birliklerini bizzat denetledi. Acaba saldırı buna bir cevap mı?
PKK’lıların Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan giriş yapıp teslim oldukları günün ikinci yıldönümüydü, saldırı bu nedenle gerçekleşmiş olabilir mi?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hafta sonu kritik bir görüşme yaptı ve ilk kez Suriyeli muhaliflerle resmi temasta bulundu, acaba bununla bağlantısı var mı?
Baskına ‘neden’ arama soruları uzayıp gidiyor...
***
Hâlbuki sorulması gereken soru, baskının neden ve niçin olduğu değil...
Sorulması gereken soru, sınırdaki bir tugayın ve güvenlik birimlerinin ağır silahlarla nasıl bu kadar rahat saldırıya uğraması...
Bu kadar büyük bir can kaybı vermesi...
***
Gerçek sorular sorulmayınca, neredeyse otuz yıldır izlemekten yorulduğumuz ‘kes, yapıştır’ nutuk ve demeçler tedavüle sürülüyor ve kamuoyu oluşturmaya yönelik hiçbir işe yaramayan kanıksadığımız haberler uçuruluyor:
‘Bölgede büyük bir operasyon başlatıldı’...
‘Sınır ötesi harekât’...
‘Uçaklarımız bombalıyor’...
Baskını yiyip, askerlerimizi göz göre göre öldürttükten sonra sınır ötesi harekâtın, kamp bombalamanın, geniş operasyonu başlatmanın hiçbir kıymeti harbiyesi yok ki...
Esas yapılması gereken, tugaya kimsenin saldırmayı göze alamayacağı bir zindelik ve caydırıcılık refleksi kazandırmak...
Otuz yılda buna sahip olamadığımız için şablon nutuk ve hamasi askeri haberlerle bir sonraki baskın ve ölümleri bekliyor, adeta artarak büyüyen can kaybını sıradanlaştırıyoruz...
***
Çukurca 21’inci Sınır Jandarma Tugay Komutanlığı, baskın vermeyi aklından geçirenin dudağının uçuklayacağı bir güç ve dermanda olsa bunları mı konuşuruz?
Hâlbuki bizde baskın verildiği gibi, saatlerce süren çatışmalar yaşanıyor ve görülmedik ölçülerde askerimiz ölüp, yaralanıyor...
Üstelik eski terminolojide de ısrar etmeye devam ediyoruz...
Olup biteni ‘terör’ olarak görme eğilimimiz devam ediyor...
Siz hiç askeri tugaya baskın veren, saatlerce çatışan, mangalarca asker öldüren ‘terör’ gördünüz mü?
Güneydoğudaki ‘düşük yoğunluklu savaşı’ hala ‘terör’ olarak tercüme edince de ardındaki sosyal dinamiği ve olayın gerçek boyutlarını da bilerek ıskalıyorsunuz, sorun bu nedenle de bir türlü çözülemiyor...
***
Dün sabah erkenden kalktım...
Bütün gazeteleri okudum...
Yazımı 2012 bütçesini yazmak üzere kurguladım...
Ne ki sabahın erken saatlerindeki gelen ilk telefonla alt üst oldum...
‘Keşke gerçek bir ordumuz olsa da çocuklarımızı kimse öldüremese’ diye düşündüm...
***
Bu büyük kemikleşmiş zafiyeti konuşmadıkça sorunun ‘güvenlik’ boyutunu da çözemeyeceğiz...
Sosyal ve siyasal yanını ise zaten çözemiyoruz...
Çözsek bugüne kadar 29 kalkışma olur muydu?
Sonuncusu neredeyse otuz yıldır sürdüğü gibi, sınır tugayı da hala kendini koruyamıyor...
Ve çocuklarımızı yitirdiğimiz her baskının ardından hep aynı hamasi şarkıyı dinleye dinleye gençleri kaybetmeye devam ediyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder