Sayfalar

Sayfalar

17 Kasım 2011 Perşembe

bediüzzaman ve m. kemal ,Mustafa Kemal ile Bediüzzaman dost değil, hasım!

Bediüzzaman hazrertleri ve mustafa kemal dosttur diyen beyhudelerin yüzüne bir şamar olacak ir tokat olan yazıyı paylaşıyoruz.

Mustafa Kemal ile Bediüzzaman dost değil, hasım!YazdırE-Posta
Yazar: Hüseyin Yılmaz   
16.06.2009
Image
Risale-i Nur Külliyatı, müellifi Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerine göre, mirî malıdır, vakıf malı değil. Mirî malı sahiplidir; vakıf malı sahibsiz... Vakıf malı herkesindir, herkes istediği kadar tasarruf edebilir, istifade edebilir... Mirî malı sahiblidir, tasarrufu şartlara bağlanmıştır, herkes istediği şekilde kullanamaz; keyfî tasarruflar cezayı mucibdir...

Buna rağmen külliyatta tasarruf edenlerin kahir ekseriyeti, vakıf malından tasarruf eder gibi hareket ediyorlar. Bir düzineyi aşkın yayınevinin keyiflerince yaptıkları neşriyatlarda mirî malına gösterilmesi gereken itina değil, ticarî endişeler şekil veriyor. Arapça ve Farsça menşeli kelimeleri “ses uyumu” bahanesiyle tanınmaz hale getirmekten tutunuz da ömrü boyunca mealcilikten imtina gösterip nãkıs görmüş Bediüzzaman’ın rağmına sayfa altlarına çoğu eksik ve yanlış mealler düşmeye kadar bir yığın müdahale ile Risale’ler tanınmaz hale getirilmiş. Hele sayfa altlarına veya kenarlarına lügatçeler ilâve edilmiş ki, evlere şenlik... Ne şenliği, düpedüz cinãyet... Risale-i Nurlar’a , müellifine ve dile karşı işlenmiş bir yığın cinâyet...

Farklı niyetlere, çoğu zaman da ticarî endişelere dayanan bu arayışların arasında faydalı addedilebilecek tek çalışma: İndeks... Belli başlı kelime ve şahıs isimlerini hãvî bu indekslerin, bütün eksikliklerine, yer yer yanlışlıklarına rağmen faydadan hali olmadığı kesin...

İndeksli Külliyat basan yayınevlerinden birisi de Söz Basımevi... Nesil Şirketler Grubu’nun bünyesinde yer alan Söz, affa kabiliyeti olmayan, sehivle izah edilemeyecek; ya korkunç bir şuursuzluğa, ya da aynı çapta bir ihanete istinad eden bir adım atmış. Mustafa Kemâl’e de bir parentez açma ihtiyacı duyan Söz, Paşa’nın tarihçe-i hayatının ana hatlarını tãdãd ettikten sonra sözü Üstad’la temaslarına getiriyor ve aşağıdaki hezeyãna yer veriyor:

“Bediüzzaman ile Mustafa Kemal arasında, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı diyologlar gerçekleşti. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Ankara, Ankara Kalesi maddeleri) İlk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin Aksu, Son Şahitler Bediüzzaman’ı anlatıyor isimli eserin 4.cildinde yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır.

“Mecliste Mustafa Kemal ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal kendisinden yardım istedi. ‘Siz İstanbul’u ahvali dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malumdur Hocam!’ demişti. Konuşmada diğer mebus (milletvekili) arkadaşlar da bulunmuşlardı.

“Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise, ‘Memlekete hizmet edenlerin duasını Allah u Teala kabul eder. Vatan için çalışanların say u mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız.’ demişti…

“Bir gün yine Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal: ‘Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?’

“Bediüzzaman cevaben:

‘Biliyorum. Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır. Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder.’ dedi.” (1)

Şimdi, diyelim ki indeks yapmanın zarurî neticesi olarak M. Kemãl’e parentez açmaya mecbur kaldınız. Ya, “ Bir asra yakındır bu memleketin hemen bütün evlatlarına hayatı adeta ezberlettirilen kişidir, anlatmamıza gerek yok!” deyip def-i bela kabilinden kısa kesersiniz. Ya da, M. Kemâl’in Risale-i Nur sayfaları arasında yer almasına sebeb olan hakikatlere yer verirsiniz. O dehşetli hakikatlere yer vermeyip, güya Üstad’ı ona dost ve duacı gösterecek bir seviyeye düşürmek, Bediuzzaman’a ihanet, Mustafa Kemal’e de haksızlık ve hürmetsizliktir. Zirâ Bediüzzaman onu “Şeriat-ı Muhammediye’yi tahrib edecek” âhir zamanın dehşetli şahsı olarak biliyor ve karşı mücadele veriyordu. Risale-i Nur Külliyatı bütünüyle bu karşı mücadelenin neticesidir..

Mustafa Kemal de Üstad’ı, bütün icraatlarına ve inkılablarına karşı amansız bir düşman olarak biliyor, öyle de muamele ediyordu. Bediüzzaman Hazretlerinin 28 yıllık sürgün ve hapislerle geçen çileli hayatının tek sebebi Mustafa Kemal’in bütünüyle reddine dayalı karşı mücadelesidir. Bu nokta-i nazardan denebilir ki, Mustafa Kemâl, Bediüzzaman ve hizmetinin sebeb-i vücududur. M. Kemãl’in, “kara” dediğine Üstãd “ak” demekte; birincisinin “Öl!” dediğine ikincisi “Yaşa!” demektedir.

Bu kavga, redd-i kabil olmayan bedihiyattandır... Külliyatta istemediğiniz kadar delille müdellel bir mevzu bu... Ama her iki taraf da bu mevzuun mümkün mertebe uzağında durur, görmezlikten gelir. Lâkin anlaşılıyor ki, Nesil Grubu ve Söz’ün idare mevkiine Kemalist bir sızma vuku bulmuş. Yüksel Dilsiz gibi alt kademelerde cemaate sızdırılan Ergenekon yamakları gibi, anlaşılan üst seviyede de sızmalar olmuş. Bu şeni icraatın fikir babası kim ise, Kemalist, derin temsilci odur. Kim olduğunu bilmiyorum, bilseydim avazımın çıktığınca haykırırdım. Sadece istihbaratçılığına dair dedikodular ayyuka çıkmış, Orhan diye birinin tesirinden bahsediliyor, ama emin değilim. Bu küçük ihsastan rahatsız olmasını beklerim... Rahatsızlığını ifade ederse, düzeltirim... Aksi takdirde nezaketle hareket edebileceğim bir mevzu değil. Bu müfsid kim veya kimler ise mutlaka dehlemek isterim...

M. Kemal ve Said-i Nursi kavgasına gelince, bir nebze sayfalara eğilmekten başka çaremiz yok...

Beşinci Şua’nın ilk telif tarihi 1908 ya da 1909... Ahir zaman alemetleri ile alâkalı meselere dair suallere Eski Said’in verdiği cevaplardan müteşekkildir. Üstad’ın bahse bir daha dönüşü yaklaşık on üç yıl sonradır: 1921-22... Mevcut şekliyle telif edilmesi de 1938...
Beşinci Şua telif edilmiş, ama gizli tutulmaktadır... Her nasılsa bir baskın sırasında ele geçirilen Risãleler arasında o da vardır. Mustafa Kemal’in bir çok icraatının ahir zamandan haber veren hadislerle sübutunu gösteren bu eserin ele geçmiş olması Nur talebelerini tedirgin edip endişeye sevkeder. Ne var ki, Üstãd aynı kanaatte değildir... Aşağıdaki mektubu kaleme alıp talebelerine ulaştırır. Okuyalım:

“Aziz, sıddık kardeşlerim, “Elhayru fimahterehullah” sırrıyla, bu mes’elemizin tehiri hayırdır. Çünkü bütün mekteplerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidattan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkûk bir küfre çıkarır, mağrurâne ve cüretkârâne tecavüzlerini tâdil eder.

“Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle, "Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun" ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dâvâ etmişiz. Bu dâvâdan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümit ediyorum. Madem şimdiye kadar sabrettiniz, "Daha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi" diye tahammül ve sabrediniz. Her halde Meyvedeki katî hüccetlerle kabil-i inkâr olmayan idam-ı ebedî ve nihayetsiz haps-i münferit mesleğini müdafaa etmek için Risale-i Nur’a karşı anûdâne hareket edilmeyecek, belki musalâha veya mütareke çaresi aranılacak. (2)

Üstad’a göre, M. Kemãl’in mahiyetinin anlaşılması ve Risale-i Nurlar’ın onun ehibbası tarafından dikketle okunmasının bedeli, kendsinin de aralarında bulunduğu binlerce insanın idamı olsa, yine ucuzdur… Bediüzzaman ve binlerce şãkirdinin hayatına değecek bir hakikatin aksine Risale-i Nur sayfaları arasında yer vermek, Bediüzzaman ve binler Nur talebesini katletmek kabilinden cesim bir cinãyettir…

Üstâd Hazretleri şüpheye yer bırakmayacak tarzda M. Kemal’in âhir zamanda gelecek dehşetli eşhastan olduğunu ve ona dost olmayışının sebeblerini 1947’de Reis-i Cumhura gönderdiği istidanın zeylinde bütün netliğiyle izah eder:

“Reisicumhur'a gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmağa.

“Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal'in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:

“Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadîs-i şerifin ihbarıyla, Kur'ana zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

“Ben de beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini, hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal'e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir bahanelerle tazib ediyorlar.

“Evet -mahkemede isbat ettiğim gibi- ‘Şerefler, müsbet hayırlar, maddî-manevî ganîmetler orduya, cemaata verilir, tevzi' edilir; kusurlar, menfî icraatlar başa, reise verilir.’ diye bir kaide-i hakikatla, kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal'e verilmez.

“Belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir, diye beni onu sevmemekle ittiham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla ittiham edip onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum.

“Bu hakikatı mahkemede isbat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da isbat etmeye hazırım.

“Ben bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim. Hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum.

“Benim karşımdaki garazkâr muarızlarım, bir tek adamı sevmek yolunda, milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.

“Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal'e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir.

“Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim: O beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkıyeye vaiz-i umumî yapmak için Ankara'ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azab çektim, dünyalarına karışmadım.

“Birinci Madde: Bir hadîs-i şerifin, âhirzamanda an'anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef'aliyle göstermesidir. Ben otuzaltı sene evvel o hadîsi tefsir etmiştim. Aynen bu adama manası çıkmış. Mahkemedeki müdafaatımın "Üçüncü Esas"ında izahı var.

“İkinci Madde: Bir şeyin vücudu ve tamiri ve hayatı, ona ait bütün erkân ve şeraitin vücuduyla olabilmesi; ve o şeyin ademi ve tahribi ve ölmesi, bir tek şartın bozulmasıyla olduğu bir kaide-i hakikattır. Umumun dillerinde ‘Tahrib, tamirden çok kolaydır.’ diye darb-ı mesel olmuştur.

“Bu kat'î kaideye binaen, meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tahribatlar o kumandanın hatasından ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise ordunun kahramanlığından geldiğinden; o fenalıkları ona, o iyilikleri orduya vermek lâzım gelirken, bütün bütün aksine olarak cemaatın hayrını baştaki bir ferde ve o ferdin şerrini cemaata vermek dehşetli bir haksızlık olmasıdır.

“Üçüncü Madde: Cemaatın hayrını ve ordunun zaferini başa vermek ve o başın kusurunu cemaata isnad etmek ise, binler hayırları birtek hayra indirmek ve birtek kusuru binler kusur yapmaktır.

“Çünki nasıl bir tabur bir dehşetli düşmanı öldürse, herbir neferi bir gazilik rütbesini alır ve yalnız binbaşısına verilse, binden bire iner, bir tek gazi olur. O binbaşının hatasıyla zalimane bir katil yapılsa ve ona verilmeyip tabura verilse, o bir tek katil bin cinayet hükmüne geçerek bin neferi mesul eder ve cezaya çarpar.

“Aynen öyle de: Meydandaki görünen ehemmiyetli kusurlar onları işleyen ölmüş adama verilmezse, beşyüz belki bin seneden beri gaziliğini ve hakperestliğini dünyaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur'an bayrakdarlığını kılınçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir orduya havalesiyle, o kusurlar binler derece ve erkânları adedince ziyadeleşir, o ordunun pek parlak mazisini dehşetli karartır ve bu asrın ordusunu, geçen asırların aynı orduları önünde mahcub ve mes'ul eder.

“Ve mevcud şerefler, zaferler tek adama verilse binler derece küçülür, erkân ve efrad adedince gazilik ve hayırlar bir tek hükmüne geçer söner, daha kusurlara karşı keffaret-üz zünub olmaz.

“İşte bu sebebler içindir ki; ben onun dostluğunu bırakıp, onun yerinde, ehemmiyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet ettiğim o ordunun dostluğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şerefini muhafazaya Risale-i Nur ile çalıştım. Emirdağı'nda Said Nursî” (3)

Bunlara mümasil yüzlerce delil ile sabittir ki Bediüzzaman Said-i Nursi, Mustafa Kemal’e dost değil, hasım ve muarızdır. Şeyh Said kıyamı bahanesiyle Erek dağındaki inzivasından alınıp Barla’ya sürülmesinin altındaki temel saik de budur. Bütün o çileli hapishane hayatı, ağır zehirlendirmeler, tarassutlar hep aynı kavganın neticesidir. Bu kavgayı M. Kemâl lehine sulha tahvil etmek isteyen Söz Basımevi ve Nesil Grubu’na samimane tavsiyem, aralarına sızmış derin devlet ve istihbarat elemanlarını kapı dışarı etmelidir. Aksi takdirde ãhiretlerini kaybetmek gibi dehşetli bir cezaya müstehak olacakları gibi, Risale-ı Nur ile imanlarını kurtaran muazzam bir cãmianın hukukunu tahkir etmiş olmanın bedelini de ödemeye mecbur kalacaklardır.

Bu makale benim açımdan bir kavganın ilânıdır… Bediüzzaman’ın safında yer almaktan sürur duyuyorum… Bu kavgada kaybedeceklerimin tamamı uhrevi kazanç haneme kaydedilecektir. Ellisinde bir fãni iç in büyük bahtiyarlık…

Nesil Grubu’ndan beklediğim en küçük adım, mevcut bütün neşir vasıtalarını kullanarak Risãle-i Nur cãmiası ile insanlıktan özür dilemeleri ve söz konusu kitabı toplattırıp hak sahiblerine düzeltilmişini vermeleridir. Bu küçük adımı attıktan sonar da neşriyat sahasından çekilip günahlarına kefarret olacak bir inziva hayatını tavsiye ederim.

www.saidnursi.de
Dipnotlar:
1- Söz Basım Yayım, İstanbul: 2006, Şualar sh: 1049
2- Şualar sayfa 298-99
3- Emirdağı lahikası, sayfa 284

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder