Sayfalar

Sayfalar

11 Kasım 2011 Cuma

risalehaber ve yeni asya meşveret kararına karşı söylenecek söz?

metin karabaşoğlunun bundan bir kaç yıl evvel kaleme aldığı ama son yeniasya meşveret akrarından sonra tekrar güncellenerek yayınlanan yazısıdır.

Devlet ve toplum düzleminde varolan yaklaşım, usul ve üslup sorunlarının bir benzerinin ‘cemaatî’ düzeyde de yaşanıyor olduğu, zaman zaman dile getirilen bir husustur.
Nasıl bu ülkede kendisini ‘eşitler arasında birinci’ gören Kemalistler belli durumlarda belli refleksler gösteriyorlarsa, İslâmî camia içinde kendisini ‘kardeşler arasında birinci’ görenlerin de benzer refleksler sergilediğine sıkça rastlanır.
Öyle ki, ironik şekilde, “Türkiye’de ‘ideolojik olarak Kemalist’ olanlardan daha fazla ‘davranış olarak Kemalist’ var” diye düşündüren bir tablodur karşımıza çıkan.
Bu ülkenin ‘eşitler arasında birinci’ Kemalist elitinin bir ‘resmî ideolojisi’ olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin ‘kardeşler arasında birinci’lerinin de bir ‘resmî ideolojisi’ vardır.
Kemalist elitin ‘resmî ideoloji’ dışındaki her türlü görüşü ‘tehlike’ olarak algılayıp bertaraf etmeye çalışmasına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘resmî söylem’ dışındaki görüşler hep bir ‘tehlike’ işaretidir.
Kemalist elitin bir ‘millî şef’inin varlığına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘cemaatî şef’ konumuna oturtulmuş isimler vardır.
Kemalist elit halkı özgür bırakıldığında ilk fırsatta ‘ya davulcuya, ya zurnacıya varır’ diye görüp vesayet altında tutmaya meyyal olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin önderleri de cemaat mensubu mü’minleri ‘ya davulcuya ya zurnacıya varmasın’ diye ‘düşünce denetimi’ne tâbi tutmaya kendilerini mecbur bilir.
Ve nasıl Kemalist elitin bu ‘demokrasi-dışı’ düşünüş ve eylemlerinin gerekçesi ‘millî birlik ve bütünlük’ ise, bu cemaatî denetimin de gerekçesi ‘cemaatin birlik ve bütünlüğü’dür.
Kemalist elitin gözünde ‘memleketimizi bölmek için fırsat kollayan’ dış güçlerin varlığına benzer şekilde, cemaatleri bölmek için ‘dış güçler’ fırsat kollayıp durur.
Ve her farklı düşünce, bilerek bilmeyerek ‘bu oyuna âlet olmakta’dır.
Ülkeyi seksen yıl böylesi bir ruh haliyle yönetmeye girişen Kemalist elitin seksen yıl sonra önümüze getirdiği tablo ortadadır: Bu ülke, bu zihniyetle yönetilmeye devam etse, gerçekten bölünecektir. Türk-Kürt, laik-antilaik gerilimi başta olmak üzere, ancak ‘farklılığa tahammül,’ ‘adalet,’ ‘özgürlük,’ ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ zemininde izale olması muhtemel bir dizi fay hattı aktif olarak mevcuttur.
Benzer şekilde, İslâmî cemaatler, ‘bölünmemek’ için sergilenen yanlış refleksler yüzünden bölünegelmişlerdir.
Risale câmiası için de durum budur.
Birinin oyunun A’ya, berikinin oyunun B’ye gitmesine tahammül son derece kolay iken; aynı Risale metninin birden fazla yorumuna tahammül son derece kolay iken; Risale câmiasında bir ‘Risale-i Nur adına üretilen farklı düşünceler ortak pazarı’na açık olmak hiç de zor değilken, “tek cemaat = tek düşünce = tek uygulama” mantığı her biri farklı ‘resmî ideoloji’ler ve ‘resmî doğru’lar barındıran bölünmüş cemaatler sonucunu getirmiş haldedir.
Susmamız istenir; çünkü ‘konuşma’nın getireceği farklılığın birliğimizi böleceğinden endişe edilir.
Birlik ve beraberlik için ‘kol kırılsa da yen içinde’ kalması istenir; bedeli, yen içindeki kırık kol sayısında artış şeklinde gerçekleşir.
Birisi A der, cemaat bölünmez; ötekisi B der, ‘cemaati bölmek mi istiyorsun?’ diye itiraz edilir.
Üstelik bütün bunlar, ‘farklılığın ontolojisi’ne dair “İkinci Dal” adlı o nefis bahsi yazan Bediüzzaman’ın sergilediği ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ tutuma rağmen gerçekleştirilir.
İşte şimdi bir örnek durum ile daha karşı karşıyayız.

Birileri A derken, biz ‘hayır, ben B diyorum’ dedik diye, ‘kendini bilmez’ olduk, ‘ne idüğü belirsiz’ olduk, ‘hain’ olduk, ‘mahşer günü yakamıza yapışılması’nı hakettik, daha neler neler olduk.
Bazı kardeşler de üzülüyor; ‘birlik ve beraberlik’ adına artık bu meseleyi kapatmanın, susmanın, konuşmamanın uygun olacağını söylüyorlar.
Oysa dönüp bakıyorum da, susmanın deva olabildiği bir durum göremiyorum ortalıkta.
Susmak, muktedirleri hatada ısrar ve iktidarını tahkim durumuna getirmiş her defasında.
Muktedire de yaramamış, mağdura da.
Ve en kötüsü, olan Risale-i Nur’a olmuş.
Risale-i Nur gibi devâsa bir eser, dar akılların, cüce düşüncelerin elinde kalkan olmuş.
Birlik ve beraberliğe gelince; ben bilinen anlamda ‘cemaat’lerden kopup kendimi “Risale-i Nur câmiası” dediğim o geniş ummanın içinde bir fert olarak algılayalı beri, onyedi yıl oldu. Bu zaman zarfında, ‘bölünme’ yaşamayan bir ‘cemaat’ görmedim.
Bırakalım, konuşulsun.
Bitirmeyelim, devam etsin.
Sustuk, bölündük.
Konuşursak, belki buluşuruz.
Ne de olsa insanlar susa susa ayrışır, konuşa konuşa anlaşırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder