Sayfalar

Sayfalar

11 Kasım 2011 Cuma

risalei nur un basımını yapan yayınevleri ve telif hakkı?

Değerli Kardeşimiz;




Bu soruların cevaplarını şu anda Antalya'da ikamet etmekte olan ve Üstad'ın avukatlığını yapmış bulunan Avukat Gültekin Sarıgül Bey'den sorduk. Kendileri yazılı olarak bize aşağıdaki bilgileri faksladılar. Şöyle ki:
**Risale-i Nur külliyatını basmak isteyen bir yayınevinin neşriyatına, bugünkü haliyle hukuken mani olmak mümkün değildir.
**Hali hazırdaki neşriyat evlerinden evvel, yeni yazı ile Risalelerin neşir yetkisi Antalya’da İleri gazetesi sahibiSuphi Türel Bey’e Üstad hazretleri tarafından şifahen verilmiştir. Küçük risalelerden bazıları 1954 yılında Antalya İleri Matbaası'nda neşredilmiştir.
Bilahare külliyatın tamamının daha mütekamil manada neşredilmesi takdir buyrulmuş, Ankara Hukuk Fakültesi talebesi merhum Atıf URAL, “Sözler” kitabını o günkü dar imkanlar tahtında neşretmiştir. Bu bir başlangıç olmuştur. Bilahare Ankara’da Said Özdemir ağabey’e neşretme mevzuunda, Üstad Hazretleri tarafından yetki verilmiştir. Keza aynı devrede İstanbul’da Ahmet Aytimur ağabeye de yine Risaleleri neşretme yetkisi verilmiştir. Bu yetkilendirmeler şifahidir. Noter marifetiyle bir vekaletname şeklinde olmamıştır.
**Üstad’ın eski ağabeylerden on iki zevatı, naşir olarak tayin ettiğine dair [Sadece üyeler linkleri görebilir. ]mektubu vardır. Bu mektup bir nevi vasiyetname şeklindedir. Ancak hukuken bağlayıcı vasfı bulunmamaktadır.
Ancak manevi ciheti düşünüldüğü takdirde neşriyat mevzuunda bu muhterem zevatın muvafakatı düşünülebilir.
** “ENVAR” yayınevi takriben otuz yıl evvel, cemaatimizin bir cenahı nezdinde icra edilen istişare neticesinde kurulmuş ve Abdülkadir Badıllı ağabey sehabetinde neşriyatına devam etmiştir. Sonraki takip edilen yıllarda yayınevi Ahmet Aytimur ağabeyin uhdesine tevdi edilmiştir. 
** “SÖZLER” yayınevi, daha önceki yıllardan beri, gayri resmi icra edilen kitap neşriyatının devamı mahiyetinde yetmişli yılların başlarında kurulmuş, mülkiyeti Mustafa SUNGUR Ağabeye tevdi edilmiştir.
** “İHLASNUR” yayınevi elli yıldan bu tarafa Said Özdemir Ağabey tarafından icra edilen neşriyatın sonradan iktisap ettiği durumdur. Yani; yayınevi şekline iblağ edilmiştir. Halen de devam etmektedir.
** “TENVİR” neşriyatın Mustafa ACET’ten icazet aldığı şeklinde bir rivayet var. Her ne kadar böyle olsa bile, cemaatin büyük ekseriyetinin tasvibi mevzubahis değildir.
** “YENİ ASYA” ve “SÖZ BASIM” herhangi bir izin ve müsaadeye bağlı olmaksızın, kendi hizmet ekiplerince verilen karar tahtında neşriyat sahasına çıkmışlar, ancak Üstad Hazretlerinin tashih ettiği şekle sadık kaldıklarından cemaat nezdinde kendilerine karşı bir muhalefet olmamıştır. 
**Üstad Hazretlerinin yeğeni merhum Suat ÜNLÜKUL, 1989 yılında Nur külliyatının tamamıyla alakadar telif hakkını Antalya 1. Noterliğinde tanzim edilen devir senediyle, Av. Gültekin SARIGÜL’e devretmiştir. Üstad Hazretlerinin kanuni varisi olmak hasebiyle hukuken kıymet ifade eden tek vesika bu devir senedidir. Fakat bugünkü haliyle, bu senede istinaden, herhangi bir neşriyatın durdurulması mümkün görülmemektedir. Bir ihtimal olsa bile asla böyle bir şey düşünülmemiştir. Çünkü külliyatın bütün Müslümanlara aidiyeti esastır. Yeter ki; asli şekline sadakat gösterilsin.
Ayrıca sermayenin tamamen neşriyata hasredilmesi, ancak hasıl olan gelirden Üstad’ın vasiyeti üzere yüzde yirmisinin ayrılarak, Üstad’ın zekatı olarak hizmet ehli kardeşlere verilmesi de şart kılınmıştır.
** Cemaat mensuplarının herhangi bir iştiraki olmaksızın, himmet ehli bir iki zat-ı muhteremin imkan tahsisi etmeleri, ayrıca tamamen şeffafiyet tahtında neşriyatın yürütülmesi gibi, tahaddüs eden zaruretler tahtında cemaatçe icra edilen istişare neticesinde RNK neşriyatın vasıtasıyla daha hesaplı ve daha kaliteli bir şekilde risalelerin neşredilmesi cihetine gidilmiştir. Av. Gültekin SARIGÜL’den istek üzere herhangi bir ücret mevzubahis olmaksızın RNK neşriyata muvafakat edilmiştir.
** Merhum Tahir ağabeyin, Hizmet vakfından ayrılırken kendi yerine Muhterem Fethullah hocayı mütevelli heyet mensubu olarak tayin ettiği bir vakıadır. Bu kitap neşriyatı mevzuunda bir müsaadeyi tazammun etmemektedir. 
Ancak sonraki yıllarda Tahir Ağabeyin kaldığı Tavruz Apartmanı yedinci kattaki dershanede Sungur Ağabey, Abdullah Ağabey, Salih Özcan ve Merhum Bayram Ağabey ve Av. Gültekin Sarıgül arasında icra edilen istişarede Risale-i Nur kitaplarının asli şekline sadık kalmak kaydıyla Fethullah Hoca ve arkadaşlarına neşriyatta muvafakat edildiği beyan edilmiştir.
Bu muvafakat Fethullah Hocaya, hemen akabinden Gültekin SARIGÜL tarafından ulaştırılmıştır. Herhangi bir rahatsızlığa meydan vermemek için ancak belki yirmi yıl sonra “IŞIK” yayınevi devreye girmiştir...


Selam ve dua ile...

Sorularla Risale Editör

engin ardıç İçi geçmiş dinsel kişi

engin ardıç ın günün anlam ve önemine dair çalakalem yazmış olduğu yazısı:


İçi geçmiş dinsel kişi

Türk Dil Kurumu Başkanı açıklamış: "Otobüse 'çok oturgaçlı götürgeç' demeyeceğiz, bu bir şehir efsanesidir..." Niçin "kent söylencesi" dememiş, ben onu merak ettim.
Serserinin biri de "flaş haber" karşılığı "zırtgel" önermiş, o da kabul görmemiş.
Bu iş, yani kelimelere ille de Türkçe karşılık bulma işi, yıllardır "ortaya atma" ve"tutma-tutmama" yöntemiyle yürütülüyor.
Oysa her dilde yabancı kelimeler bulunur. Her dil birbirinden kelime alıp verir.
Dili bozan, yabancı kelimeler değil, "yabancı sentakstır"
"Mali vaziyet" deyimini Türkçeleştirmek hevesiyle "parasal durum" yaparsanız, işte o zaman Türkçe'yi bozarsınız. Bir kere "mali"nin karşılığı "para" değildir, daha önemlisi de, dilimizde "para durumu" denir, "parasal durum" denmez!
Bu "sel-sal rezilliğini" başımıza bela edenler, dilimize hizmet değil, kötülük etmişlerdir.
Nasrettin Hoca'nın "ona değdi, buna değmedi" yaklaşımıyla "o tuttu, bu tutmadı" kafasında giderseniz de ortaya bir çorba çıkar.
Amerikan kapitalizminin elektronik teknolojisindeki büyük atağının etkisi altında kalınca da, günümüzde "Türkçe-Osmanlıca-İngilizce kırması" piç bir dil oluşmuştur.
Sekreter hanım telefonda "biz sizi geri ararız" dediğinde, kimbilir hangi budalanın "to call back" fiilini olduğu gibi aktarıp Türkçe'yi öldürdüğünü düşünemez...

medyen kavmi neden helak edilmişti , dürüst ticaret neden yapılmıyor

kemal özer beyin 2008 yılında kalem adlığı bir yazı olan medyen kavmi neden helak edilmişti adlı yasını günümüze tekrar hitap ettiği için yeniden yayınlıyoruz.



Tüccar bir arkadaşım satın aldığı yağların tarttığını çoğunun ambalajında yazan miktardan az geldiğini belirterek 'ne yapmalıyım' diye sordu? Konunun sorumlusunun Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olduğunu belirtip, tespit yaptırmasını istemiştim. Bu pahalı yağın ambalajlarında bir ile üç litre arasında eksik olduğu resmi tutanakla da tespit edilmişti.

Bilirsiniz 'Meyden kavmi' sadece ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak edilmişlerdi. Bugün adına pazarlama numaraları ile tüketime sunulan ürünlerden 'çalmak' çok moda bir davranıştır. Dürüst olanları tenzih ettikten sonra şunu belirtmeliyiz. Ürün ambalajlarında artı/eksi ibareleri görürüz. Bunun anlamı ambalajın içerisinde şu kadar fazla yahut eksik olabilir. Bunu yasal bir zorunluluk olduğu için yazılıyor. Bazen bu tolerans aralığı (kasten) tüketici aleyhine ihlal edilebilir mi? Elbette edilebilir. Ediliyor mu? Hiç kuşkunuz olmasın. Teknolojisinin bu kadar ileri olduğu ve her türlü hassas tartımın mümkün olduğu bir çağda net ağırlıklar neden mümkün kılınmaz?

Ambalajlardaki litre ve kilogram farkları ile net-brüt farkları tüketiciler açısından genellikle yanıltıcıdır. Örneğin dondurma (diye satın aldığınız ancak süt içermeyen gerçekte ise buzlu yiyecek olarak tanımlanan bir ürünün) ambalajında 1 litre ibaresi bu ürünün 1 kğ olduğu hissi uyandırırGerçekte bu ürün 570 gr'dır.

Tereyağının içine margarin eklemek ve tereyağının ağırlığını artırmak ve tuzu yağ fiyatına satmak için tuzu gerektiğinden fazla eklemekte aynı hile yöntemlerinden biridir.

Meyden, Akabe Körfezi'nin doğundan Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan ve Kızıldeniz kıyısındaki bölgeye/şehre tarihte verilen addır. Hz Şuayb a.s. peygamber olarak gönderildiği ve burada yaşayan bu kavme, 'Meyden kavmi' diyoruz.

Medyenliler büyük oranda ticaretle meşguldüler. Bu kavmin en önemli özelliği pek çok farklı yöntem kullanarak ticarette hile yapmaları ve ölçüye tartıya riayet etmemeleridir. Altını satarken bir kısmını çalarak tam diye satar, alırken ise tartarak alırlarmış. Alış verişte hile o kadar ilerlemişler ki bu onların helakine neden olur.

Kur'ân-ı Kerim'de ibret alınması için anlatılan ilginç örneklerden biridir Medyen Kavmi. Hz. Şuayb a.s. onlara Allah'a kulluk etmeleri, ahrete inanmaları, bozgunculuk yapmamalarını, ölçüye-tartıya dikkat etmeleri, inananları yoldan çıkarmamaları ve helâl kâra kanaat etmelerini bildirir. Medyen halkı ise Hz Şuayb s.a.'ın söylediklerini anlayamadıklarını ileri sürüp, küçümserler. Ardında da tehdit ederler.

Hz. Şuayb a.s. onlara; 'Allah'tan daha mı üstünsünüz ki onu unuttunuz?' diye sorar. Dünyalık, Medyen halkı için artık bir vazgeçilmez puta dönüşmüştür. Sabrının sonuna gelen Hz Şuayb s.a. onları 'Rabbine havale eder ve başlarına gelecek felaketi beklemelerini' söyler. Ardından çıkan büyük uğultu alışverişte haddi aşan Meyden'i helak eder.

Kur'an Kerim bu süreci şu şekilde özetliyor. ?Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. O'da onlara şöyle dedi: 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını/haklarını eksik vermeyin?? (Araf 85) ?Medyen'e de kardeşleri Şuayb, Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Şüphesiz ben, sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.' (Hud 84)

Azmış bir toplum için beklenen oldu ve helâkleri mukadder oldu. ?Medyen halkının ve alt-üst olmuş kasabaların haberi gelmedi mi? Allah, onlara zulmetmiş değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.? (Tevbe 70)

risalehaber ve yeni asya meşveret kararına karşı söylenecek söz?

metin karabaşoğlunun bundan bir kaç yıl evvel kaleme aldığı ama son yeniasya meşveret akrarından sonra tekrar güncellenerek yayınlanan yazısıdır.

Devlet ve toplum düzleminde varolan yaklaşım, usul ve üslup sorunlarının bir benzerinin ‘cemaatî’ düzeyde de yaşanıyor olduğu, zaman zaman dile getirilen bir husustur.
Nasıl bu ülkede kendisini ‘eşitler arasında birinci’ gören Kemalistler belli durumlarda belli refleksler gösteriyorlarsa, İslâmî camia içinde kendisini ‘kardeşler arasında birinci’ görenlerin de benzer refleksler sergilediğine sıkça rastlanır.
Öyle ki, ironik şekilde, “Türkiye’de ‘ideolojik olarak Kemalist’ olanlardan daha fazla ‘davranış olarak Kemalist’ var” diye düşündüren bir tablodur karşımıza çıkan.
Bu ülkenin ‘eşitler arasında birinci’ Kemalist elitinin bir ‘resmî ideolojisi’ olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin ‘kardeşler arasında birinci’lerinin de bir ‘resmî ideolojisi’ vardır.
Kemalist elitin ‘resmî ideoloji’ dışındaki her türlü görüşü ‘tehlike’ olarak algılayıp bertaraf etmeye çalışmasına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘resmî söylem’ dışındaki görüşler hep bir ‘tehlike’ işaretidir.
Kemalist elitin bir ‘millî şef’inin varlığına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘cemaatî şef’ konumuna oturtulmuş isimler vardır.
Kemalist elit halkı özgür bırakıldığında ilk fırsatta ‘ya davulcuya, ya zurnacıya varır’ diye görüp vesayet altında tutmaya meyyal olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin önderleri de cemaat mensubu mü’minleri ‘ya davulcuya ya zurnacıya varmasın’ diye ‘düşünce denetimi’ne tâbi tutmaya kendilerini mecbur bilir.
Ve nasıl Kemalist elitin bu ‘demokrasi-dışı’ düşünüş ve eylemlerinin gerekçesi ‘millî birlik ve bütünlük’ ise, bu cemaatî denetimin de gerekçesi ‘cemaatin birlik ve bütünlüğü’dür.
Kemalist elitin gözünde ‘memleketimizi bölmek için fırsat kollayan’ dış güçlerin varlığına benzer şekilde, cemaatleri bölmek için ‘dış güçler’ fırsat kollayıp durur.
Ve her farklı düşünce, bilerek bilmeyerek ‘bu oyuna âlet olmakta’dır.
Ülkeyi seksen yıl böylesi bir ruh haliyle yönetmeye girişen Kemalist elitin seksen yıl sonra önümüze getirdiği tablo ortadadır: Bu ülke, bu zihniyetle yönetilmeye devam etse, gerçekten bölünecektir. Türk-Kürt, laik-antilaik gerilimi başta olmak üzere, ancak ‘farklılığa tahammül,’ ‘adalet,’ ‘özgürlük,’ ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ zemininde izale olması muhtemel bir dizi fay hattı aktif olarak mevcuttur.
Benzer şekilde, İslâmî cemaatler, ‘bölünmemek’ için sergilenen yanlış refleksler yüzünden bölünegelmişlerdir.
Risale câmiası için de durum budur.
Birinin oyunun A’ya, berikinin oyunun B’ye gitmesine tahammül son derece kolay iken; aynı Risale metninin birden fazla yorumuna tahammül son derece kolay iken; Risale câmiasında bir ‘Risale-i Nur adına üretilen farklı düşünceler ortak pazarı’na açık olmak hiç de zor değilken, “tek cemaat = tek düşünce = tek uygulama” mantığı her biri farklı ‘resmî ideoloji’ler ve ‘resmî doğru’lar barındıran bölünmüş cemaatler sonucunu getirmiş haldedir.
Susmamız istenir; çünkü ‘konuşma’nın getireceği farklılığın birliğimizi böleceğinden endişe edilir.
Birlik ve beraberlik için ‘kol kırılsa da yen içinde’ kalması istenir; bedeli, yen içindeki kırık kol sayısında artış şeklinde gerçekleşir.
Birisi A der, cemaat bölünmez; ötekisi B der, ‘cemaati bölmek mi istiyorsun?’ diye itiraz edilir.
Üstelik bütün bunlar, ‘farklılığın ontolojisi’ne dair “İkinci Dal” adlı o nefis bahsi yazan Bediüzzaman’ın sergilediği ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ tutuma rağmen gerçekleştirilir.
İşte şimdi bir örnek durum ile daha karşı karşıyayız.

Atsushi Miyazaki’yi unutmayalım, atsushi miyazaki kimdir.

van da yaşanan 7.2 şiddetindeki depremden sonra ülkemize gelen gönüllülerden birisi olan Atsushi Miyazaki kurtarma faaliyetleri gittikten sonra ülkemizde kalarak bayramı vanlılar ile geçirmek isterken ikinci depremde yıkılan bir binanın altında kalarak hayatını kaybetmiş japon gönüllüdür.
kendisi hakkında araştırma yapmak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.
http://center.shao.ac.cn/tianwu/group4/members/am.htm

basında kendisiyle ilgili çıkan haberler içinde buradan okuyabilirsiniz.
http://www.haber7.com/haber/20111111/Japon-depremzede-icin-oneriler.php
japon doktor kestirdiği kurbanlıkları dağıtmıştı
http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=126153

Gelin 'helâl'leşelim

helal gıda tüketimi ve bu konularda nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında zaman gazetesinde yer alan yazıyı sizlerin bilgi ve beğenisine sunuyoruz.

Gelin 'helâl'leşelim

Damak tadımıza güveniyoruz. Tazeliği, lezzeti sorguluyoruz hemen. Besmeleyi çekip yiyoruz en önemlisi. Peki gıda alışverişi yaparken bu kkadar dikkatli davranıyor muyuz? Cevap bu haberde...


Bir market alışverişindeyiz. Önce şarküteri bölümüne giriyoruz. Mis gibi Çerkez peyniri, krema ve yoğurdu sepete koyuyoruz. Meşrubatlara geliyor sıra. Kola, limonata, meyve suyu alıyoruz. Diş macunu, bisküviler, margarin, hazır çorba, deodorant ve deterjan da sepete atılınca alışveriş tamamlanıyor. Ürünlerin kalitesi, fiyatı ya da markası değişse bile genelde aynı şeyleri tüketiyoruz. Et ve tavuk gibi gıdaları alırken nispeten dikkatliyiz. Peki peynir, şekerleme, meşrubat alırken aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Aldıklarımızın menşeini araştırmak ve öğrenmek her şeyden önce bize düşüyor. Türkiye'de henüz gıda maddelerinin İslâmî usullere uygun olup olmadığı resmi olarak tescillenmiyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde işletmeler düzenli olarak kontrol ediliyor. Ancak her gıdanın helâl olduğunu belgeleyen bir denetim mekanizmasından söz etmemiz mümkün değil.

Geçtiğimiz günlerde dördüncüsü gerçekleştirilen 'Uluslararası Helâl ve Sağlıklı Ürünler Konferansı'nda gerekli teknik altyapılar kurulduğunda denetim ve belgelemenin kolayca gerçekleşebileceği üzerinde duruldu. Türkiye'de ithal ürünlere helâl sertifikası veren tek kurum, Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği (GİMDES). Çalışmalar şu an istenen aşamada değil maalesef. Çünkü helâl belgesi resmî olarak verilmediği sürece her ürünün denetimi mümkün olmuyor. Bu uygulama, ancak devlet kurumları tarafından yapıldığı takdirde Türkiye'nin her yerinde üretim İslâmî usûllere uygun hale gelebilir. Birçok ülkede dinî hassasiyetler dikkate alınarak 'koşer' ya da 'helâl belgesi' resmî kurumlardan alınıyor. Böylece herkes dilediği ürünü gönül rahatlığıyla tüketiyor. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi İslâm Hukuku Profesörü Mehmet Zeki Aydın, bu çalışmaların devlet eliyle yürütülmesi gerektiği görüşünü destekliyor: "Bir Müslüman olarak yapabileceğimiz, satın aldığımız, yediğimiz içtiğimiz maddeleri seçmek. Bu konuda bilgilenmeye, açıkça haram olanları içeren maddeleri kullanmamaya özen gösteriyoruz. Ancak binlerce mal ve marka arasında işin içinden çıkmakta zorlanıyoruz. İçinde sağlığa zararlı olduğu yani madden pis (necis) olanları tespit etmek doğrudan devletin birinci derecede sorumluluğu altındadır. Bu konuda söz konusu kurumlardaki görevlilere sorumluluklarının önemini bir daha vurgulamak ve hatırlatmak gerekir. Bir vatandaşın üretim yerlerine girip kontrol etmesi neredeyse mümkün değildir. Devlet yetkilileri hassasiyetleri dikkate alarak uygun kontrolleri yapmalıdır."

Belki helâl denilince aklımıza ilk gelen şey et ve tavuk. Nasıl olmasın ki sık sık etle ilgili gıda skandallarıyla sarsılıyoruz. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. Çatalca'daki bir restoranda domuz etinin müşterilere satıldığı ortaya çıktı. Bunun gibi birçok olayla karşı karşıya kaldığımız için et ürünlerinde hassasiyetimizi yüksek tutuyoruz. Neredeyse dışarıda sebzeden başka bir şeyi ağzımıza süremez hale geldik. Ancak burada panikle hareket etmek yerine yediklerimizi araştırarak tüketmek en doğrusu. Çünkü dinî hükümlere riayet eden, toplumun sağlığını tehdit eden maddelerden uzak duran işletmeler var. Burada bize düşen "Acaba ne yiyorum ben?" diyecek kadar bu işe ehemmiyet vermek sadece. Bir elbise alırken ya da sinemada hangi filme gideceğimize karar verirken harcadığımız vakit kadar bu hususa eğilsek işimiz kolaylaşır.

Şüpheliler helâl kabul edilemez