dedim ki hissiyatımıza tam tercüman olmasada ulşusal basın dilinde düşüncelerimin ardından kopup gelsede bizi anlayan bizim muhayyileimizi yansıtmış bir yazı...
28.06.2012 tarihli star gazetesinde yer alan ahmet kekeç imzalı yazı
Bir militan olarak Kemal Gürüz
Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, “Militan Demokrasi” adını verdiği “derleme” kitabında, icabında laik demokratik cumhuriyetin militanı olunabileceğini anlatıyordu.
Bir fikrin militanı olmak, elbette aranan hususiyettir.
Muhterem Vural Savaş da, savunduğu fikriyatın militanı olarak öne çıktı, parti kapatma davaları açtı, harikulade iddianameler yazdı ve sonucunda son derece yararlı bir “vatan hizmeti” görmüş oldu.
Peki, bizi “icabında laik demokratik cumhuriyetin militanı olunabileceğine” inandırmaya çalışan ve bazılarımızı inandıran kıymetli Savaş, verdiği “savaşımla”, gerçekten de laik demokratik cumhuriyeti mi korumuş oldu?
Bu soruya ihtirazi kayıt düşebiliriz ve yığınla gerekçe sıralayabiliriz...
Bana sorarsanız, laik demokratik cumhuriyeti değil, bazı statükoları, bazı değişmezleri, bazı dokunulmazları korumuş oldu. Geçelim...
Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ü de, eşzamanlı olarak, mahut koruma ameliyesi içinde görüyoruz ve hiç şaşırmıyoruz.
Kemal Bey de, “bir fikriyatın militanı” olarak öne çıktı ve çok yararlı hizmetler gördü.
Hayır, “Ordu Göreve” pankartlarından söz etmiyorum.
Bu pankartların, bizzat Gürüz’ün emriyle hazırlanıp miting meydanına getirildiği yönünde iddialar var ama bu meseleyi açıklığı çıkarma görevi bize değil, yargıya ait... Bunu da geçelim...
Kemal Gürüz ismiyle ilk nerede karşılaşıyoruz?
Geçmiş gün, aklımda kalmamış... Galiba Türkçeyi küçümseyen, Türkçenin “bilim dili” olamayacağını savunan bir açıklaması vardı.
Bu açıklamaya, bilim çevrelerinden hayli sert cevaplar gelmişti.
Kemal Bey, bu defa, gelen cevapları küçümseyen bir açıklama yapmış, sinirleri iyice germişti.
Sonra YÖK’ün başında gördük kendisini.
Farklı ve müdanası olmayan bir başkan portresi çiziyordu.
Bu müdanasızlığı, “siyaset kurumuna” karşıydı elbette...
Siyaset dışı odaklara karşı oldukça kırılgandı ve askerle arasını hep hoş tutuyordu.
Mesela, TBMM’den çıkmış “meşru hükümeti” tahkir edici açıklamalar yapabiliyordu; “Bunlar gericileri YÖK’e yerleştirmek ve Kemalist düzeni yıkmak istiyorlar... Maksatları İmam Hatiplerin önünü açmak, İmam Hatiplileri üniversitelere yerleştirmek...” diyebiliyordu.
Başörtülüleri “insan” saymayabiliyordu...
Daha da ileri gidip “sekiz yıllık kesintisiz eğitime” karşı çıkanları (ve de vaktiyle karşı çıkmış olanları) zımnen“Vehhabilikle, köktendincilikle, teröristlikle” suçlayabiliyor, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle ABD’deki ikiz kulelere yapılan saldırı arasında irtibat kurabiliyordu.
Kimse de çıkıp, “Sen kimsin birader, yetkin ve sorumluluğun nedir, parlamentoyu istiskal etme hakkını nereden alıyorsun, meşruiyetin nedir?” diye soramıyordu.
Bir konuşmasında “barikatlardan” söz etmişti.
Rektörleri, hükümetin hazırladığı YÖK tasarısına karşı “barikatları terk etmemeye” çağırmış, Meclis’in “yasama yetkisine” karşı açıkça savaş ilan etmişti.
Buydu Kemal Gürüz...
Böyle bir YÖK Başkanı’ydı.
Şimdi tutuklu...
28 Şubat darbesine yardımcı olmakla suçlanıyor...
İçeri alınmadan önce, “Kanunların bana verdiği yetkiyi kullandım, görevimi yaptım, ayrıca 28 Şubat diye bir şeyden haberim yok” demişti ama Sağır Sultan’ın da malumudur ki, 28 Şubat’ta siyasete müdahale edildi, bir hükümet darbesi yapıldı.
Bu darbenin en önemli ayağını da “akademya” oluşturuyordu.
yazıyı orjinalinden okumak için tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder