Sayfalar

Sayfalar

20 Eylül 2012 Perşembe

Mümtaz'er Türköneden İslamcılık yorumu Risale-i Nur dışında canlılık belirtisi kaldı mı


Risale-i Nur dışında canlılık belirtisi kaldı mı?
20 Eylül 2012 Perşembe 06:34

Risale-i Nur dışında canlılık belirtisi kaldı mı?

İslamcıların geçmişte kaldıklarını ifade eden Türköne, değişime vurgu yaptı
Risale Haber-Haber Merkezi
İslamcılık ile ilgili yorumda bulunan Mümtazer Türköne, "Müsbet hareket düsturu ile keskin ideolojik tartışmaların ve kutuplaşmaların dışında kalan Risale-i Nur Geleneği dışında bir canlılık belirtisi kaldı mı?" diye sordu.
 
Zaman'daki yazısında İslamcıların geçmişte kaldıklarını ifade eden Türköne, değişime vurgu yaptı ve "İhvan-ı Müslimîn ile Risale-i Nur hareketinin mirasını bugün yan yana koyup karşılaştırmamız lâzım" dedi.
 
Türköne'nin yazısı şöyle:
 
İslâmcılar neden geri kaldılar?
 
Gelen tepkiler hayat belirtisi gösteren, yaşayan bir organizmanın tepkileri değil. Çok değerli fikir mahsulleri elbette var; ama gelen tepkilerde bugüne dair neredeyse hiçbir şey yok.
 
Ali Bulaç'ın bu tartışmayla ilgili seri halde kaleme aldığı yazıları 20 yıl, hatta 30 yıl önceki matbuattan alıp okumuş da olabilirdiniz.
 
İslâmcılık uzun iktidar yolculuğu boyunca kendi içinde bir mutasyon yaşadı, rakipleriyle etkileşime girdi ve tarihe, yani gerçeklere uyum sağladı. Ortaya bambaşka bir şey çıktı: Bugün karşımızda "devlet aklı" olarak duruyor. Çünkü devleti o yönetiyor. Onlar artık "eski" İslâmcılar. İslamcılıkta direnenler ise tarihin dışına savrulanlar. Geçmişte yapılan yolculuğu gayenin kendisi zannedenler. Yeni şeyler söyleyemeyecek kadar yaşlı olanlar, parti politikasını dar dairesinin dışında kalıp ikbal kapısını aralayamayanlar, hayatın süfli gerçekleri ile uzlaşmayı reddedip, geçmişin nostaljileri arasında kaybolmayı tercih edenler, keskin sirke misali kendi küpüne zarar verme telaşındaki marjinaller... Bugün hâlâ İslâmcılık iddiasında bulunanlar bu kategorilerden herhangi birine mensuplar.
 
Tanımlardaki belirsizliğin arkasına sığınanları açığa düşürmek için tekrarlayalım. "İslâmiyet bir hayat nizamıdır, behemehal hayatın her alanına uygulanmalıdır" diyerek çantalarında İslâm tarihi boyunca ilk defa keşfedilmiş "İslâm siyasî sistemi"ni taşıyanlardan bahsediyoruz. Bu büyük iddianın, cür'etin ve ortalığı kasıp kavuran teorilerin arkasında tarihî, içtimaî ve insanî -adını ne koyarsanız koyun- bir dram vardı. Bugün ile geçmiş arasındaki farkı kavramak için bu dramı hatırlamamız lâzım. Hayatın gerçekleri ile geçmişten ve İslâmiyet'in ihtişamından ilham alan hayaller, gayeler, emeller arasında doldurulması çok güç bir uçurum duruyordu. Müslümanlar yoksuldu, geriydi, eğitimsizdi, ilkel şartlarda yaşıyordu. Batı ise zenginliğin, ihtişamın, ileriliğin nimetlerine garkolmuştu. Yolculuğun meşakkati ile varmak istediğiniz hedef için geçmeniz gereken menziller yolcunun çenesini düşürür. İslâmcılık adını verdiğimiz, içinde siyasî-sosyal-ekonomik "sistem" arayışı olan nazariyeler işte bu uzun yolun meşakkatine katlanmak için hayalî menzillere dair uydurulmuş hikâyelerdir. "Uydurma" lafı geçmişin İslâmcılarına ağır gelebilir. İspatı: Bugün o anlı şanlı menzillerden, yani sistemlerden hiçbiri hatırlanmıyor.
 
1960'lı, 70'li hatta 80'li yılların İslâmcı metinlerini açıp okuyun. Müelliflerinin bile o metinleri yüzleri kızarmadan okuyabileceğini sanmıyorum. En ilerileri Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un kaleminden çıkanlar. Yüksek belagatin, edebî ilhamların dışında bugüne hitap eden bir düşünce bulup çıkartabilir misiniz? Hakkını verelim. O zaman çok işe yaradılar. Pusulasını kaybetmiş, bir şeyler arayan nesli "Diriliş Nesli"ne dönüştürdüler, Anadolu bozkırlarına sıkışanları "Büyük Doğu"ya taşıdılar. Peki ya bugün? O kadar emeğin, o kadar çabanın, o kadar halisane gayretin bakiyesi ne? "Müsbet hareket" düsturu ile keskin ideolojik tartışmaların ve kutuplaşmaların dışında kalan Risale-i Nur Geleneği dışında bir canlılık belirtisi kaldı mı?
 
İslâmcılık o zengin birikimi, zihinleri ve kalpleri ateşleyen gücü ile meşruiyet boşluğu içinde kaybolan devlete uzun yıllar yetecek bir hayat iksiri verdi. Kitleleri ateşleyen bu keskin ideoloji, bugün sakin ve serinkanlı devlet aklına dönüştü. İslâmcılığın kavmiyetçilik, ırkçılık karşısına koyduğu "Müslümanlar kardeştir" düsturunu bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürt politikasına vücut veren ve "devletin, ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü" sağlayan bir kaynak olarak takip edebiliriz. PKK'nın işi gücü bırakıp AK Parti'ye açtığı savaş, "devlet-i ebed müddet"e İslâmcıların katkısının sonucu değil mi?
 
Türkiye Cumhuriyeti, Batılı ittifak sistemleri içinde kuma gömdüğü başını kaldırıp çevresi ile ilgilenmek zorundaydı. İnfirat politikalarından vazgeçmek ve Ortadoğu'da bir mihver ülke haline gelmek, devletin âlî menfaatleri için gerekliydi. Devleti daha itibarlı ve güçlü kılacak bir politikaya dönüştürmek için İslamcı birikim ve aydınlar dışında başka seferber edebileceğimiz hangi aktörler vardı? Araplar deyince burun kıvıran laik-Kemalist hariciyeciler mi?
 
Mısır bugün Türkiye'nin ayak izlerine basarak ilerliyor. Dün İslâmcılar Seyyid Kutup'un koyduğu "İşaret Taşları"nı arıyordu. Öyleyse İhvan-ı Müslimîn ile Risale-i Nur hareketinin mirasını bugün yan yana koyup karşılaştırmamız lâzım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder