Ruhları çıplak başörtülüler!
.
Başörtüsü temel şarttır, lakin kemal şartı değil. Kemal veya tamamlayıcı şart, kurala uygun bir şekilde giyinmek ve ruh ile beden uyumunu temin etmektir. Beden ile ruh uyumu arasındaki açık tezat, riyakarlık alanı oluşturur.
Ürdün’de yayınlanan es Sebil gazetesinden Dime Tarık Tahbub ‘Sadece başörtüsü yetmez’ başlıklı makalesinde başörtülüler için pusuda bekleyen tehlikeleri anlatırken yukarıdaki denkleme değiniyor. Tahbub yazısında, Arap ülkelerinde gizli başörtüsü düşmanlığına temas ediyor. Arap ülkelerinde başörtüsü ve başörtülülere yönelik düşmanlığın devam ettiğini lakin bunun gizli bir biçimde yürütüldüğüne dikkat çekiyor. Eskisi gibi devlet sektöründe başörtüsü düşmanlığı yapamayanların kendi burçlarına ve kale ve köşelerine çekildiğini ve bu düşmanlıklarını özel sektör perdesi altında yürüttüklerini ifade ediyor. Bu hususta basının da menfi rolüne de dikkat çekiyor. Başörtülüleri cahil, eğitimsiz, muhtaç ve geri olarak tasvir ve takdim ettiklerini hatırlatıyor.
Tarihi gelişmeler ve birikimler nedeniyle başörtü ve başörtülüye peşin bir şekilde menfi bir bakış açısı söz konusudur. Bu bakış açısını hemen ve ivedi bir biçimde değiştirmek de mümkün değil. Tahbub makalesinde meselenin özünü iniyor: ”Hicap ve başörtüsü bir tutam bez parçası değildir. Başörtülü kadınlar, bu kumaş parçasını yedi kat göklerden kadınlara tekrim ve onurlandırmak için geldiğini ispatlamalılar. Başörtüsü ahlak, amel ve ilim tezyin etmedikçe ve süslemedikçe mücerret bez parçası olarak kalacaktır. Faziletlerin tamamlamadığı başörtüsü dun makamdadır. Bez parçası hükmündedir. Ona değerini veren muhtevasıdır…”
*
Tahbub’un arkasından Suudi Arabistan’da yayınlanan Şark gazetesinde konuya temas eden Abdurrahman Bekri de ‘Ruhları çıplak başörtülüler’ başlıklı yazısında niceliği artan ama niteliği düşen başörtülülere temas ediyor. Açıklık bir sosyal yara ve afet olduğu gibi ‘gizil çıplaklık’ da derin bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Abdurrahman Bekri burada ‘rubbe kasiyatin ariyat’ hadisine atıfta bulunuyor. ‘Nice kapalılar, (gizli) açıktırlar’ buyrulmaktadırlar. Örtüyle teşhiri beraber yürütenler gizli açıktırlar.
Tahbub’un arkasından Suudi Arabistan’da yayınlanan Şark gazetesinde konuya temas eden Abdurrahman Bekri de ‘Ruhları çıplak başörtülüler’ başlıklı yazısında niceliği artan ama niteliği düşen başörtülülere temas ediyor. Açıklık bir sosyal yara ve afet olduğu gibi ‘gizil çıplaklık’ da derin bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Abdurrahman Bekri burada ‘rubbe kasiyatin ariyat’ hadisine atıfta bulunuyor. ‘Nice kapalılar, (gizli) açıktırlar’ buyrulmaktadırlar. Örtüyle teşhiri beraber yürütenler gizli açıktırlar.
Hadis diliyle anlatılan bu gerçek günümüzde olaylar diline tercüme olmuştur. Açıklar daha çılgınca soyunurken ve ar ve hayanın son kırıntılarını da yok ederken kapalıları da kendilerine çevirmenin yollarını arıyorlar. Son günlerde Pınar Altuğ gibi ‘sanatçılar’ başörtülü kadınları ‘şekilcilikle’ suçlamış ve kendilerini savunma pozisyonunda kapalı kadınları aşağılamışlardır. Şekilcilik suçlamasını daha ileri götürenler oluyor ve insanın hayvandan farklı olarak hayvanlar gibi örtülü olarak doğmadığını ileri sürüyorlar. Öyleyse neden insanlar kapanma ve örtünme ihtiyacı hissediyorlar? Bu mantığa göre, giyinenler ve kapalılar anormal yaratıklardır. Oysa, insanın hayvandan farkı iradesidir. Kapalılık da bu iradenin ortaya konmasıdır. Çünkü imtihana muhataptır. Hayvanların böyle bir muhatabiyeti ve mükellefiyeti yoktur. İnsan ile hayvanı birbirinden ayıran şey hayadır. Bu insanda potansiyel olarak vardır ve dindarlaştığında ise bu potansiyel aktivite olur ve kuvveden fiile çıkar. Bu itibarla, inanan ve inanmayanı birbirinden ayıran şey hayadır. Dolayısıyla hayası olmayan hem insanlık hem de İslamiyet burcundan düşmektedir.
*
Toplumun yeniden başörtüsüne yönelmesini engelleyemeyen şeytan bu defa kapalıları gizli açık haline getirmenin derdine düşmüştür. Arap Yarımadasında insanları putperestliğe döndüremeyeceğini anlayan şeytanın, daha alt düzeyde saptırmalara yönelmesi gibi. Açamayınca kapalıları bozmaya yönelmiştir.Tuna Kiremitçi veya Ertuğrul Özkök gibi yazarlar kapalılığı aşındırma hususunda başı çekiyorlar. Özkök bir yazısında 'Dizilerde tecavüze uğramış türbanlı kadın da görmeye hazır mısınız? Dizilerde kocasını aldatan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizelerde sevdiği erkekle öpüşen türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizilerde kötü, cinayet işleyen, hırsızlık yapan, arkadaşına kazık atan, gelinini arkadan bıçaklayan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız?' diye yazmıştır.
Şekil ile öz veya ruh arasındaki açığın büyümesiyle birlikte gerçekten de şekil günümüzde/ahirzamanda giderek aldatıcı hale gelmiştir. Şark gazetesinden Abdurrahman Bekri bunu veciz bir biçimde ortaya koymaktadır. Özkök gibiler de ruh ile şekil ve şekil ile muhteva arasını daha fazla açmak ve kapalılık ile açıklık arasında fark bırakmamak için var güçleriyle çalışmaktadırlar.
Maalesef Özkök’ün kendisini bazen Nurcu olarak gördüğünü söylemesi de gelinen noktanın tehlikesine işaret etmektedir. Kurt gövdeye girmenin peşindedir. Kompleksli Nurcular olmasa (hakikilerini tenzih ederek) Özkök de böyle alaca Nurcu olduğunu yazmaya cesaret edemezdi. Şimdi maalesef aramızdan Ahmet Altan ve Ertuğrul Özkök’e kur yapan nurcular çıktı. Saptırıcılara rahmet ile değerlere bağlılık arasındaki dengeyi iyi kurmalıyız. Cemal Kutay’dan yıllar sonra aynı delikten geçmemiz reva mıdır? Kertenkele yuvasını kendimize mesken mi yaptık? ‘İnsanlar madenler gibidir ve cahiliyet döneminde iyiniz İslam’da da iyi olanınızdır’ sözü de bize şekil değişse de özün fazla değişmediğini gösterir. Şekil üzerinden özü bozma hareketi özünde ruhları karartma hareketidir. Öz ve beden ve libas uyumuna dikkat edelim. Kapalılık çıplak ruhlar üzerinde iğreti durur. Başörtüsünü aksesuar haline getirmeyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder