Sayfalar

Sayfalar

8 Ocak 2014 Çarşamba

Cemaleddin Efgani ve Said Halim Paşanın Türkiye de İslamcılığa Etkileri

madem ödevleri internete atmaya başladık arşivimizdeki ödevlerden bir kaçını daha paylaşalım istedim.  
aşağıdaki ödev 2013 yılında tarih metodoloji dersinde sunum ödevi olarak hazırlanmış ödevin bir örneğidir.
Her zaman yaptığımız açıklamanın tam tersine  sayın okuyucu unutmamalısın ki burda geçen bilgilerde akademik kurallara mümkün olduğunca uyulmaya çalışılmıştır,ama gözden kaçanlar mutlaka olmuştur bu noktada görmezden gelme demiyorum ama üzerimize de çok fazla gelme diyorum birde yapacağımız bir hatanın çalıntı muamelesi görmesi muhtemel olabilir fakat lisan talebesi (kaçıncı lisan ?) için mazur görmenizde faydalı olacağı kanısındayım.
 Ayrıca isminden de anlaşılacağı gibi yazıda iki şahıs üzerinden Türkiye de ki bir olgu değerlendirilmeye çalışılmıştır. Gene her zaman yaptığımız uyarıyı tekrarlıyoruz, alıntılar dışındaki yorumlar tamamen mehmet talha gürbüz'ün fikir dünyası süzgecinden geçerek onun mantığına göre yorumlanmış bir üründür. bunu lütfen unutmayınız. katılırsınız yada katılmazsınız o bizi alakadar etmemektedir.  ayrıca ben yazdım oldu mantığına girecek çapımız olmadığı için size göre değerlendirme hatası yaptığımız yerler için bize ulaşabilirsiniz.


Cemaleddin Efgani ve Said HalimPaşanın Türkiye de İslamcılığa Etkileri

      19. yüzyıl’ın ilk çereğinden itibaren İslam Dünyası için asırlardır hür ve galip yaşadıkları dünyada, yenilgilerin, sömürgeleştirme hareketlerinin doruk noktasına çıktığı, Batının sanayi devriminden sonra yaşadığı teknik ilerlemenin yakalanamadığı, bilim ve dinde etkisi günümüze kadar uzanan sert tartışmaların öncüsü olacak kıvılcımların ilk çaktığı gerilemenin artık yavaş yavaş yenilgiye doğru gittiğinin apaçık seçildiği bir dönemi ifade eder. Müslümanlar daha 1 asır öncesine kadar dünyadaki en büyük üç devletin (Osmanlı, Safeviler ve Babürler) sahipleri konumunda iken, esen rüzgarların getirdiği bir asır içerisinde Müslüman coğrafyasına hükmeden devletlerinden Safeviler ve Babürler’in yıkılarak müstemleke haline getirildiği, Osmanlı İmparatorluğunun ise topraklarının özellikle gayri müslüm nüfusunun yoğun yaşadığı yerlerin bir çoğunu kaybedip geriye kalan bölgelerinde de isyanların ardı arkasının kesilmediği bir ülke haline dönüşmüştür.
    “19. yüzyılda Batı’dan gelen askeri, siyasi kültürel tehdidin yeşerdiği ve güçlendiği zemin çok farklıdır. Müslümanlar her bakımdan geri ve zayıf durumdadır. Skolastik medrese eğitimi, İslam düşüncesini de zayıflatmış ve verimsiz hale getirmiştir. Askeri ve siyasi alandaki mağlubiyetleri hafifletecek bir medeniyet hamlesinin altyapısı canlı bir fikir ortamı yoktur. Gelenek her şeyin üstünde, Müslüman toplumları kıskacına almıştır. Bütün şartlar, Batı’nın karşı konulmaz girişinin yaratacağı tahribatları onarmada olumsuzdur.”[1]
     19.yüzyıl’ın son çeyreğinde bağımsız tek müslüman devlet konumunda olan Osmanlı Devleti, İslam dünyasındaki münevver kesimin buluşma ve uğrak yeri olmuştur. O güne kadar genelde bir çoğu dışa kapalı toplumlar olarak hayatlarını idame ettiren Müslümanlar, yaşadıkları bu olumsuz şartlardan kurtulabilmek için çözüm arayışına girmişler ve o güne kadar üstü örtülüde olsa kullanılan “İttihad-ı İslam”(İslam birliği) kavramı tekrar ortaya atılmıştır. Sömürgecilerin misyonerler vasıtasıyla ön plana çıkardıkları din faktörüne karşılık, gelişen ve yaygınlaşan iletişim ağlarına yönelmişler ve İslam Dünyasını birbirinden haberdar etme çabasına girişmişlerdir.[2]
    “Bu son derece karanlık tabloya rağmen Müslümanlar, bu tarihin kritik kesitinde inançlarına ve maddi varlıklarına yönelmiş. Batı tehdidine başarıyla karşı koymuşlardır. Gerçekten insanı şaşkınlığa çeviren bir canlılıkla Müslümanlar Batı’ya direnmişler ve itikadi ve siyasi ideallerini bitmez tükenmez bir enerji ile müdafaa etmişlerdir. İslamiyet bu müdafaanın hem konusu hem de kalkanı olmuştur. Her alanda zayıf olan Müslümanlar batı karşısında İslamiyetle güç kazandıklarını fark etmişler, dini mukavemetlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Dünyadaki yaygın dinin mensuplarından hiçbirinin Müslümanların gösterdiği direnci gösterememeleri hem İslamiyetin anti emperyalist bir ideoloji olarak güçlenen konumunu, hem de Müslümanların başarısını göstermektedir. Müslüman toplumlardaki despot yönetimlerin eleştirisi, eşitlikçi ve halkçı idealler 19. Yüzyılın paradigması olan ilerleme fikri ve Müslümanların Pan İslamizm(İttihad-ı İslam) fikri etrafında tıpkı batı milletleri gibi bir millet haline getirme çabaları, yeni ortaya çıkan Müslüman aydınların fikir ürettikleri alanların özetidir.”[3]
Cemaleddin Afgani  Hayatı
     1928 yılında Esedabad kentinde doğan Efgani hakkında milliyeti ve mezhebi ile ilgili çeşitli tartışmalar mevcuttur. Devrin şartlarına göre iyi bir eğitim görmüş, 18 yaşına kadar Kabil de kalmış ardından hindistan’a geçmiş, burada kaldığı 2 yıl içerisinde Avrupa bilim ve edebiyatı ile tanışmış, eskiden beri kafasında tanıştığı ıslahat fikri güç kazanmıştır. Hac farizası esnasında yolda görüp geçirdikleri ile Haremeyn merkezli bir İslam birliği fikri filizlenmeye başlamıştır.
     Hac dönüşü ülkesi Afganistana dönmüş, kısa bir süre başvezirlik yapsada ülkesinde iktidar değişikliği ve sömürgeci İngilizlere karşı halkı uyarması üzerine yapılan baskılar neticesinde ülkesinden ayrılmıştır. İkinci defa geldiği Hindistanda, halkı İngilizlere karşı uyarması ve cesaretlenmesi üzerine İngiliz yönetimi tarafından ülkeyi terk etmesi bildirilmiş, kendiside Hindistan’dan Mısır’a geçmiştir. Mısır da iken, Sultan Abdülaziz tarafından yapılan bir davet üzerine İstanbul a gelmiş.
     İstanbul da Darul Fünun’un açılışında Nübüvvet ve sanat ile ilgili sarfettiği sözler ve yanlış anlaşılmalar neticesinde İstanbul’u terk ederek ikinci defa Kahire’ye yerleşmiştir. 8 yıl kaldığı Mısır durağından sonra tekrar Hindistan’a dönmüştür. Hindistandan kısa bir süre sonra sömürge yönetiminin baskısı nedeniyle bir kez daha ayrılan Efgani önce Londra’ya ardından Paris’e geçmiştir. Avrupada çıkardığı gazete ile şöhreti ve itibarı artan Efgani bir müddet sonra İran’a geçmiş, fakat kısa bir süre sonra kendisini çağıran İran şahı ile halkın da yönetime katılması noktasında yaptığı telkinler yüzünden ters düşerek İran’ı terk edip Osmanlı devleti sınırları içerisinde bulunan Basra’ya geçsede burada da kısa bir süre kaldıktan sonra tekrar Londra’ya geçmiş ve son olarak Londra’nın Londra Sefiri Rüstem Paşa tarafından İstanbul’a davet edilmiştir. Cemaleddin Efgani İstanbulda sıcak bir ilgi ile karşılanmıştır. Fakat kısa bir süre sonra dışarıdan ve içerden yapılan telkinler neticesinde Sultan ile arasındaki bağ zayıflamıştır. İstanbulda zorunlu bir ikamete tabi tutulmuş ve ölünceye kadar da İstanbuldan ayrılmasına izin verilmemiştir. Efgani yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak 1897’de vefat etmiştir. Cenazesi  1944 yılında Afganistan hükümetinin isteği üzerine ülkesine nakledilmiştir. [4]

Eskişehir hatırası

Malumunuz 2 yıldır Trenler istanbuldan konyaya yada tersi istikamette çalışmıyor hızlı tren çalışmaları yüzünden, Bu kurban bayramı sonrasında bilet almayı sona bırakan her türk evladı gibi bizde bilet bulamayıp ortada kalmıştık, Neyseki hızlı tren ankara aktarmalı seyahat fikrini yaklaşık 1 yıldır uyguladığım için sorun çıkmıyordu. Fakat bu sefer istanbuldan ankaraya otobüs bile bulamama derdi olunca denenmeiş bir şey ypalım dedik ve 5 konyalı arkadaş, önce konya eskişehir arası hızlı tren aktarması, ardından gece 24:00 de de otobüs ile eskişehirden istanbula bir seyahat gerçekleştirmiştik. bu esnada yaklaşık 3 saatlik vaktimizi akşamleyin eskişehir caddelerinde geçirmiştik ondan bir kaç kare sunmak istiyorum.
bu fotoğrafların sanırım bir başka hatırası da son traşlı fotoğraflarım.

 gezide bulunan ekip topluca çay içerken

gezideki 29 mayıs ekibi

bu adamlar nereye bakıyorlar


Anadolu Jet Ihlara Uçağı Boeing 737

Anadolu Jet'in 27 aralık 2013 tarihinde mardinden istanbul sabiha gökçen uçuşunu gerçekleştiren IHLARA isimli Boeing 737 tipi ve TC SAE kuyruk numaralı uçağıdır.







Sencer Divitçioğlu Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu kitap takdim özet inceleme

Sencer Divitçioğlunun "Osmanlı Devletinin Kuruluşu" adlı kitabına yazarın bu kitabı osmanlı kuruluş dönemine çok daha farklı bir açıdan bakıp öyle yazdım demesi üzerine tarafımızdan da bir kitap incelemesi üzerine bakılabilecek en farklı şekilde bakılıp gerçekleştirilmiş bir incelemedir.  Akademik ve dil bilgisi açısından bir çokuslup hatası ve yazım yanlışları ile doludur. Bu sadece mehmet talha gürbüz ün kitabı okuyup kapattıktan sonra aklında kalanlardan ortaya dökülen kelimelerin bir araya getirilmesiyle meydana çıkmış bir derleme ve inceleme yazısıdır. İncelemeyi yapan kişi herhangi bir şekilde hakaret olsun övgü olsun yada maksat eleştirel bir anlam üzerine olsun diye bu yazıyı kaleme almamıştır. Sadece ve sadece kitabın kapağını kapattıktan sonra aklında ne kaldıysa onların kağıt üzerine dökülmesiyle oluşmuştur. Burda bulunan bilgiler mehmet talha gürbüz ün okuduğu kitaba kendi fikir yapısıyla baktığı için kitapla ilgili anlamsız manalarda çıkarım yapmış olabilmektedir. o yüzden kitapla ilgili en sağlıklı bilgiyi edinmek için yada bende kendi fikrimle tartmak istiyorum diyenler için kitabın orjinalinin okunması elzemdir. burası sadece size küçük bir mum ışığı kadar bir yol aydınlatabilir..

Yazarımız kaleme aldığı bu eserinde, daha önce kalem oynattığı konuda tekrar aynı şeyleri yinelemek için değil bugüne kadar bakmadığı bir kapıdan olaylara bakmak için bu eseri yazdığını belirtmiştir.
 Eserin önsözünde neden kaleme alındığı belirtilirken birbirine karıştırılmaması gereken kavramlar özenle vurgulamıştır. Aynı zamanda bize gelen her şeyi bir çırpıda silip atmak yerine, hepsinin kullanılabilecek bir noktasının olduğunu da eklemiştir. Önsözde en son vurgulamak istediği konu ise değişen dünya ve zihinlerle ilgilidir. Kendiside buna kayıtsız kalamayacağını belirterek başlar.
 Osmanlı Beyliğinin kuruluş bölümünde yazar, kendisinden önce Cemal Kafadar’ın da biraz yapmaya çalıştığı bir metodla başlamak istediğini belirtir. Toptancılık yok, eşyayı sadece olması gereken yere kendi ölçümde yerleştirebilmek der.
 Yazar Ön-Osmanlı Tarihi bölümünde efsane vurgusunu incelmekte ve efsanelerin hemen reddedilemeyeceğini belirtir. Efsanelerin doğruları yakalamak için bir ipucu olduğundan bahseder. Ve hemen ardından ekler, efsaneler sayesinde sorulması gereken bir çok soru sorulmuştur.
 Süleymanşah ile ilgili yazar’ın en çok dikkatini çeken husus, Süleymanşah’ın kim olduğundan ziyade Osmanlı Devletinin kurulduğu esnada bölgede yaşayan Süleymanşah ismi ve İznik devletinin mirasıdır. Bugüne akdar çok az kişinin sorguladığını düşündüğü bir başka konu ise bu Süleymanşah ismi sadece bir efsanevi abartı olarak mı kullanılmış yoksa bölgede 200 yıl içerisinde yaşananların derlemesinden mi böyle bir anlam çıkartılmıştır.
 Osmanlıların kendilerinin soyundan geldiklerini düşündüğü Kayı soyu meselesine de el atar yazarımız. 13. Ve 14. Yy’ın karmakarışık Anadolusun da hiçbir topluluğun saf kalmayacağını belirtir. Bunun için bu boyların ta oğuz ellerindeyken bile ne durumda olduklarından bahseder. Osmanlıların iddiasının doğru olabileceğine yönelik birkaç küçük kanıttan bahsetse de bölgenin yapısındaki çok kültürlülüğün bu yapıyı değiştirme olasılığından da vazgeçmez.
Süleymanşah dan sonra Ertuğrul Bey’in yani Osman Bey’in babasının en azından efsanevi bir kişilikten sıyrılıp elle tutulan boyutlara girdiği için tarih açısından bunu fazla sorgulamaz. Fakat bir bey olduğu için beylik ve idari yapı ile sosyal yapıyı biraz inceler, bunun için Türkmen dünyasından örnekler getirerek bir varsayıma ulaşmaya çalışır.
 Son olarak Osman Gazinin isminin Arap ve Bizans kaynaklarında yazıldığı şekli olan Otman veya Atman ismi üzerinde durur. Bizans kaynağında bahsi geçen Atman isminin çok fazla dayanağı olmadığı için dikkat-ı şayan görmez iken, Osman Gazinin babası Ertuğrul Beyin dindar kişiliğine nispetle Otman isminin mana itibariyle olmaması içinde bir sebep olamayacağını söylemeden geçemez.
 Eserin Osmanlı Tarihine Başlangıç kısmında Osmanlı toplumsal yapılarını tanıtır. Ardından tanıttığı bu toplumsal sınıfları asıl işlevine göre yeni bir baştan bir değerlendirme yaparak Osmanlının kuruluş döneminde bulunan sınıflarını çok daha farklı bir açıdan tanıtmayı yeğlemiştir. Kendisinin baktığı farklı bir pencere olduğunu buradan olaya bakıldığı zaman görülmemiş şeylerin görülebileceğini de ispat etmek ister.
 Osman Bey’in Müslüman mı doğduğu yoksa sonradan mı Müslüman olduğu konusunu çok fazla kaşımayan yazar direkt olarak Osman Bey’in bir derviş evinde görmüş olduğu rüya üzerinde yoğunlaşır. Burada Osman Bey’in gördüğü rüyanın aslında devlete kutsallık atfederek için kullanılan eski bir gelenek olduğunu belirtir ve çok çeşitli örneklerle bunu destekler.
 Osman Bey’i Müslüman biri olarak vurguladıktan sonra Anadoluda özellikle en önemli konu olarak gösterildiğini iddia ettiği gazilik kavramı üzerinde yorumlarda bulunur. Gazilik kavramını hem İslami açıdan yani dinsel açıdan değerlendirirken birde toplumsal bir yanı olan akınlar üzerinden değerlendirmeye alır. Osmanlının ilk zamanlarında sadece Allah Rızası için savaş yaptıkları tezini kendine göre doğru bulmamaktadır. Nedeni ise neredeyse iki yüz yıldır beraber yaşamakta olan Anadolu da her şeyi savaşa endekslenmiş bir hayatın gerçek olamayacağıdır. Gaza ve gazi konusunda son sözü ise ise Halil İnalcık’ın yazdıklarına yakın bir noktaya getirerek bitirir.

Türk Hava yolları Akhisar Uçağı

Türk hava yollarının filosunda bulunan airbus tipi uçak, 22.12.2013 tarihinde istanbul (atatürk)- mardin seferini gerçekleştirmiş, fotoğrafların çekildiği yer mardin havaalanıdır.


bir film yorumlaması, Ghajini ... Ghajini izle türkçe yorum...

  Aamir Khan'ın 2008 yılında çektiği hafızasını kaybetmiş bir insanın intikam hikayesini konu alan bir hint baş yapıtı.

 Uzun zamandır izlemeye niyetlendiğim ama bu pazar akşamına kadar nasip olmamıştı. normalde pek yapmadığım bir şeydi gecenin saat 24:00 sıralarında uyanık kalmak çok adetim değildir.Sabahları erken kalkabilmek için erken uyumak zorundayım ki zorlanmayayım isterim... gecenin 24 ünde Oda arkadaşlarının isteği ile bir film izleme hevesi için tabi ki de son 1,5 aydır yaptığımız gibi devamlı hint filmlerine yöneliyoruz. aklıma geçenlerde okuduğum bir yazıdan dolayı ghajini var...
 Film için hazırlıkların yapılması ve oda arkadaşlarımın ciğerlerini 3 saatlik film boyunca heyecanı kaybetmemek için zehirleyip gelmeleri de tamamladıktan sonra filmimize başlıyoruz...

Film Aamir Khan'ın kendinden geçip bir insanüstü zorba bir varlık haline dönüşünün öyküsü ile başlıyor. Cinayetler; ki musluklar ile işlenen cinayetler nasıl bir mantığın ürünü hala çözemedim., birbirini kovalayınca hindistan polisi bu kadar muslukla işlenen hiç bir cinayeti örtbas edemeyeceği için işin içine dahil oluyor. Kahraman polislerimizden birisi bir gün ufak bir ipucu yakalıyor ve katilimiz Aamir Khan'ın sırrını öğreniyor. Tam bu esnada insanoğlunun başına ne gelmesine sebep olarak gösterilen merak olgusu devreye giriyor ve intikam filminin asıl hikayesi (ki insan alışıyor artık hint filmlerini izleyince bir filmde 2-3 filmlik konuyu bir arada barındırmasına )ne bir günlük ile geçiş yapılıyor...

Filmin devamı gene tanıdık bir olgu ile devam ediyor, yada çok fazla mı asyalı olduğum için sempatiklik içimize işlemiş bilmiyorum, oldukça sempatik, güleç yüzlü ve esmer tatlısı bir ablamız ile film giriş yapıyor.
 kalpana



Oda arkadaşlarımı ilk hint filmi izlemeye davet ettiğimde de onları böyle bir ablamız sayesinde (Rab ne bana di jodi filmindeki Taani rolundeki Anushka Sharma )hint filmlerine ısındırmıştım. taani rolundeki anushka sharmanın filmde evleneceği gün kocasını kaybetmeden önceki sempatik hali (daha da açarsam oda arkadaşlarımın diliyle abi ne tatlı bir kız ya söylemini de unutmuyoruz) ve yerel giysiler içindeki rolü hala hafızalarımızdan silinmedi. gerçi ilk başlarda bayağı zorlanmadık dersem yalan söylemiş oluruz, izlediğimiz ilk 3 filmini anushka ablamızın hatırına izleyen bir toplulukla beraber izlemiştik ki neyse o olayı hem anushka ablamızın yaşının genç olması ve dolayısıyla yeteri kadar filmde oynayamamasından dolayı hemde artık hint filmlerine bağımlılık yolunda epey vakti saat harcadığımız için aşmış görünmekteyiz, arada bir ya bizim ablanın filmini izlesek diye söylenen serzenişleri duymamazlığa geldiğimiz sürece problemi aşmış durumdayız. her neyse yeteri kadar önemsiz bir yığın açıklamadan sonra ghajini filmine dönebiliriz.

Filmdeki tatlı ve sempatik ablamız Kalpana (gerçek ismi Asin), bir reklam ajansında modellik yaparak geçinen bir mankendir.
 gündelik hayatında oldukça yardımsever ve günümüzde artık böyle insanlardan oldukça zorlandığımız bir tip olan herkesin yardımına koşup, herkesle iyi geçinebilen ve kimseyi kırmadan geçinen birazda deli dolu tipler olur ya onlardan bir tip kısaca sevilme ifadesi olarak "deli kız" derler ya ondan.



bir gün emir hak vaki olunca hindistanın en büyük şirketlerinden birisinin patronu ölür ve yerine abd den oğlu Sanjay Singhania (Amir Khan)gelir.
sanjay singhania

bodhisattvalık nedir? Bodhisattvalar kimlerdir ? Budizm ve Bodhisattvalık

yazıyı alıntılamadan önce lütfen 3 dk vakit ayırıp okunması gereken derleyenin notu:

öncelikle ileride başınıza yasal bir sıkıntı gelmemesini  istiyorsanız kişisel notlarımı okuyun ki başınız derde girmesin......


normalde hiç yapmam böyle şeyleri, hele yaptığım ödevleri internet ortamında paylaşmayı ama insan bir deryada bir şeyler arar ama kendi dilinde bir şeyler bulamadığı zamanki yaşadığı umutsuzluk hissinin giderilebilmesi için birilerinin bir şeyleri başlatması gerektiğine de artık kani olmaya başladım, sanırım bundan sonra ki bütün ödevlerimi paylaşıp bir (kopya) yol göstermek gerekiyor.

normalde elimdeki her türlü dünyevi metayı paylaşırım ama çektiğim zahmetten sonra lede ettiğim bir bilgiyi değerini bilmeyecek kimselerle paylaşmak kadar ağrımı giden bir şey yoktur... o yüzden lütfen alıntı yapacak arkadaşlardan en azından ufak bir teşekkürü (içlerinden tabi) Allah razı olsunu esirgerler ise hakkımı öteki tarafta almak kaydıyla mahfuz tutuyorum.

Not: ödev yapılırken gramer hatalarını kendiniz düzeltmeniz gerekmektedir. ayrıca kaynakçada verilen kitaplar temin edilip okunabilirse sizi bu konu noktasında daha ayrıntılı ve doyurucu bilgilere ulaştırabilir.
ayrıca ödevde tam anlamıyla akademik kurallara uyulamamıştır. cümlelerimin yarısı direkt alıntıdır, internete aktarırken alıntı yapma kuralına çok fazla dikkat edilmemiştir. o yüzden eserdeki anlam vb her türlü düşüklük bulunan cümleler hariç direkt copy paste yapıldığını o yüzden telif hakkına dikkat eden insanların bunu da dikkate almasını isterim.
yaptığım iş sadece bir derleme çalışmasıdır bununda bilinmesini isterim.  yoksa mtgahllat42 (benim) 'nin özel uğraş gerektiren bir öznel çalışması olmamıştır; derlem yaparken harcadığım bireysel enerjim ve vakit ayırışım dışında.


  Ders: Medeniyet Tarihi
  Ödev Konusu: Bodhisattvalar nedir ?

  Budanın sormuş olduğu “Bir insanın yaşam süresi ne kadardır” sorusuna verilen cevap “tek bir nefes alma zamanı kadardır” şeklinde verilmiştir. Rivayet odur ki bu cevabı veren bir Bodhisattva’dır. Bodhisattva; Sidharta Guatama’nın Buddha (aydınlanmış kişi)’lıktan önceki evresine verilen addır.[1]

Budist kaynaklarından öğrendiğimize göre Hindistan’ın Biher yöresinde bugün Nepal sınırları içerisinde kalmaktadır, Buda (Buddha) ya da “Aydınlanmış bir kişi” çıkmış ve çok eski çağların unutulan bilgelik öğretisini aşağı yukarı MÖ. 600 ila 400 yılları arasında yeniden ortaya koymuştu. Yeni bir solukla dile gelen bu çok eski ve kalıcı öğreti “üç kötülük’ü” bildirerek “Kurtuluş’un yolunu” göstermiştir. Ama bu yeni yol “üç zehir’e” karşı bir panzehir önermemiş ya da katı bir inanç yahut öğreti ortaya koymamış, izdeşlerine güvenmiş onların “üç öğüt’ü” tutarak doğru yolu kendiliklerinden bulacaklarına inanmıştır.[2]

Budizm iki bin beş yüz yıldan beri varlığını sürdürüyor olsa da, günümüze kadar uzanan yaklaşık son bin yıl haricinde Budizm üç defa büyük değişimlere uğramışsa da Miladi 1000’lerden beri büyük yapılsa değişimler geçirmemiştir.[3]

Geçirdiği bu evrelerde Budizm ilk başta psikoloji yani daha çok kişisel kurtuluş üzerinde durma, ikinci döneminde ontoloji (varlık bilimi) ile konu varlığının gerçekliği ve olduğu gibi oluşu (svabhava) üzerinde durmuştur. Üçüncü ve son döneminde ise kozmolojinin (evren bilimi) yani evrenle (kozmos) uyum içerisinde olması, aydınlanmanın anahtarı sayılmıştır.[4]

Budizmde insanın gerçek doğasına kavuşması kurtuluş için yeterli görülmüştür. Bunun için ermiş kişiliğin ön plana çıktığı bir yapı ortaya konmuştur. Bu ermiş kişiler kendisini dünyaya bağlayan bağları koparmış, tutkularını, isteklerini yenmiş ve bir daha dünyaya geri gelmeyecek, yeniden doğmayacak olan kurtulmuş kişilerdir. Bu kişilere ilk zamanlar “Arhat” denmiş, ardından “Bodhisattva” denilmiş ve ondan kendisini bütün canlıları kurtarmaya adayan ve ancak bundan sonra her şeyi bilen ve gören bir Buda olmayı uman bir kimse rolü biçilmiş, daha sonra ise “Siddha” denilmiş ki bu evrede, siddha evreni yöneten güçleri hem kendi içinde hem de dışında kullanabilme yeteneğini elde ederek olağanüstü güçlere sahip olmuştur.[5]

Bodhisattva bir Mahayana idealidir. Kendi özgürleşmesini diğer varlıkların özgürleşmesine bağlar. Bunun nedeni tüm varlıklarda aynı Buda doğasının olduğunu kavramasıdır.[6] Bodhisattva aynı zamanda “Budist sığınağının” üç kat mücevheri oluşturan katmandan birisidir.[7] Daha basit bir anlatımla Nirvanaya girmek için yalnızca bir kez doğmaları gereken azizler sınıfıdır.[8] Yada kendi metinlerinde geçen ibare ile “Doğru konuşacak olursa, her hangi bir kişiden şöyle bahsedilebilirdi: ‘Feragat etmeye tabi olmayan bir varlık, ilahların ve insanların iyiliği, refahı ve mutluluğu için dünyaya duyulan merhamet sayesinde bir çok kişinin refahı ve mutluluğu için dünyada belirmişti (Manasihanada Sutta, 63, Buda)’ işte aslında buna göre doğru konuşulacak olursa söylenmesi gereken şey budur.[9]

Buda “Tam Aydınlanma’ya” ermiş olduğu için gerçeği bulduğundan, öğretisinin doğru olduğundan kuşku duyulmayan Budizm’in kurucusudur. Gelenekler Buda’yı çağlar boyunca dünyaya gelmiş olan bir sürü Buda’dan yalnızca biri olarak görür ve öylelikle tarihte yaşamış olan Buda’yı aşmaya çalışır. Zamanla bu Budalar ki tarihsel kişilikleri şüphelide olsa 24’e kadar çıkarılmışlardır.[10]

Finaller öncesi gelen boş rahatlık hissi...

artık müzmin bir üniversite öğrencisi haine geldiğim için hayatımdaki kaçıncı finallere girdiğimi sayamıyorum, sanıyorum 20 nin üzerinde final dönemini geçen sene devirmiştim.tabi insan bugüne kadar evliya çelebi gibi üniversite üniversite gezerse böyle oluyor; girdiğim finallerdeki sınavları saymıyorum bile çoktan 3 haneli rakamlara ulaştılar...
öğrencilik hali artık çok başka geliyor, bu kadar alışkanlık yapmak da fazla diyesi de geliyor insanın...
ama en çok sevdiğim bir huy var ki hala tepemde demokles in kılcı gibi sallanmasa o zevki hisssedip tadamayacağım...

ne hikmetse her zaman final öncesi henüz hiç çalışmaya (daha doğrusu tekrar yapmak, yoksa zaten ben çok tan hazırım sınavlara tembel bir öğrenci değilim ki, ) başlamadan, bütün ödevleri zamanında bitirmiş olmanın getirdiği aşırı rahatlama hissiyatıyla gevşek bir ruha hali insanı içine alıyor. çevredeki insanların hala harıl harıl 3-4-5 bilmem kaçıncı defa notları tekrara koyulduğu dönemler sanırım unutulmayacaktır.

neden çalışamıyorum ahla çzöebilmiş değilim normal zamanda 10 ssatimi bile kütüphanede çok rahat ve hiç sıkılmadan geçirebilen bir insa iken sınav öncesi çöken bu uyuşukluğun bir nedeni olsa gerek, kendime çok mu güveniyorum derseniz, hayatımda adımdan sonra emin olduğum başka bir şey yoktur. (şüphe etmiyorum, kesin karar veriyorum) / (Allah'a iman noktasını ve (inanç) adımın öncesine getirdiğimi de belirteyimde)

kesin çizgilerle uzun yıllardır yaşamış birisi olarak bu halimi bir türlü düzeltemiyorum gene finaller başladı seçtiğim ders programım nedeniyle bana sıranın gelmesine hala 4 günüm var, insan tekrar yapar diyor ,ama içimden bir ses zaten boşa gidecek talha sınavdan çıktığın anda sınav için öğrendiğin her şey o kalem traş (başka kötü bir alışkanlığımda normalde kesinlikle tükenmez kalem kullanırım ama sınav günleri mutlaka açcaklı kalem kullanırım, lisede böyle bir şey yoktu sadece 0,9 kalemim vardı o herşeye yetiyordu) çöplerini yerinden alıp çöp tenekesine götürdüğün anda elindeki çöpleri daha çöp tenekesine atmadan uçup gidecek peki bu kadar boş şey için gayretini sarf etmek ne diye diye sanırım melek olmadığı kesin acayip bir his içimde patlama yapıp duruyor, sonuç 4 günümün kesinlikle daha önceki final dönemlerinde olduğu gibi en az 4-5 kitap okuyarak geçireceğime eminim. ne hikmetse başka bir garabetimde her final döneminde içimde patlayan roman okuma hastalığıdır. geçen final döneminde sanırım 7 veya 8 kitap okumuştum, genelde de daha önce hiç okumadığım yada en az baktığım türler oluyor bunlar sınavda kafamı iyice karıştırsın diye örnek şiir kitapları ve oynanmak için değil okunmak için yazılmış tiyatro eserleri...

sanırım birazdan isamdaki köşemden kalkıp ki burada yaklaşık 8-9 aydır takılıyorum, 3. kattan nuhoğlu bölümüne yada yavuz amcanın bölümüne gidip bir eser seçme ihtimalim çok fazla kuvvetleniyor.
kulağımda kısık tonda hint müzikleri, hayat isamda da güzel dedirtiyor...

ah birde sınavlar olmasa... bu uğraşımı tekrar nasıl sağlayacağım...

Aamir Khan'ın son filmi Dhoom 3 ten etkileyici bir parça Kamli (deli), Dhhom3 Kamli türkçe altyazı


Aamir Khan'ın başrolunde oynadığı şu sıralar hindistanda rekorları alt üst eden bir filmi vizyonda, DHOOM 3. Aamir Khan'ı hiç alışık görmediğimiz bir rolde görmek uçup kaçılan bir aksiyon ve macera filminde izlemek sanırım bayağı ilginç olsa gerek,

Dhoom3 filminin sinema çekimi internete düşmüş durumda, tabiki bayağı düşük kalitede, o yüzden izleyemedik birde altyazı problemi var ki onu hiç sormayın...

Hindistan da fırtınalar estiren bu filmin ülkemizde vizyona girme ihtimalinin de olacağı konuşulmakta, basında dahi star gazetesindeydi haberi çıkmıştı. Sanırım sinemacıların bu ilgiyi fark edip harekete geçmelerini beklemekten başka çaremiz kalmadı...

Aslında benim en çok yamak istediğim filmden çok fimdeki şarkılar ile ilgiliydi...
Hint sinemasının yarısı şarkı demektir. Ona o ayrıcalığı katan müzikleridir, ki insanı hem cezbeder hemde kendine çekmektedir. insanı bağlayan en önemli unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum her ne kadar bu fikrimin destek bulacağı kadar zıddını da bulacağını bilsem de
.
Hint sinemasına aşina olanlar bilir ki bol bol şarkı ve klip film içinde uzanıp gider, bu şarkılar tabi birde albüm olarak piyasaya sürülmektedir, klip zaten filmle beraber çekilmiştir.

film henüz daha vizyona girmeden bazı klipler fragmanın haricinde klipli olarak yada liric halinde internete verilir, insanların dikkatini çeksin diye...
Dhoom3 ün çok fazla reklamı dönüyordu yaklaşık 5-6 ayır benim bile dikkatimden kaçmamıştı.
 Biraz kamera arkası görüntülerinden sonra şarkılar teker teker piyasaya konuldu filmin. açıkcası bazı filmlerin albümlerindeki şarkıların en az yarısı çok güzel gelir insana, mesela fanaa, jab tak hai jan, ghajini ve ek hai tiger vb gibi bununda böyle olabileceğini beklemiyor değildim. bir noktada yanılmamışım, piyasaya sürülen 5 şarkıdan (ben 5 tane dinledim başkasına rast gelmedim) 3 tanesini çok beğendim özellikle de kamli (deli) şarkısının nağmeleri alışık olduğumuz hint tadını vermekte hiç zorlanmıyordu. insan bunun için daha fazla seviyor sanırım doğulu genlerimden olsa gerek... müzik dinlerken genelde gardımı alıp dinlemeyi daha fazla severim. Müzik tehlikeli bir icattır. insanı çok fazla etkiler o yüzden her müziğe kulağımı ve gönlümü vermemeye dikkat etmeye çalışırım tabi bi kaç istisnası yok değildir... hint ve fars müziklerinin nağmeleri bu gardımı biraz indirmemi sağlar , kamli nin müziğide öyleydi duyunca arapça ve farsçanın karışımından oluşan hintçenin namelerinde tanıdık kelimelerin sayısının bir hayli fazla olması da bu tepkiyi artırmış mıdır bilemem.

filmde oynayan katrina kaif  ilgilide bir iki şey söyleyelim, filme güzelliği ve oyunculuğa ile çok şey kattığına eminim daha önceki jab tak hai jan ve ek hai tigerden hatırlıyor tabikide insan . ama oradan özellikle unutmadığı bir hadisede katrina kaif hanımın  güzellik boyutunu çok fazla metalaştırıp abartması açıkcası çok fazla hoş durmuyor (hatta hiç). dışardan cesurca laflarını çokca duymuş gibiyim ama kendisinin bu kadar cesurca gösterdiği şeylere ihtiyacı olmadan da bu geldiği noktaya gelebilecek yeteneği olduğunu düşünüyorum.

son olarak katrina kaif ablamızla ilgilide eleştiri yaptıktan sonra şarkının klibine gelirsek artık modern hint filmlerinde olduğu gibi çok fazla başka yerlere hitap ettiği için dikkate almıyoruz ikinci defa izlenilecek bir klip vasfına sahip olduğunu düşünmüyorum. o yüzden mp3 halinde dinlemeniz size müzikten daha fazla müzik zevki kazandırabilir yada klipteki katrina kaif gibi cesur davranıp müzik zevkinin dışındaki işlevleri içinde izleyebilirsiniz,
ha birde filmdeki semboller noktası var ki hiç girmeyeceğim,

Ni Main Kamli Kamli (x3)
Ben deliyim deli...
Ni Main Kamli Kamli Mere Yaar Di
Ben deliyim deli yârime..

nakaratıyla size veda ediyorum...


videonun aşağısında parçanın tükçe alt yazısı mevcuttur. türkçe altyazı bollywodşarkısözleri . com sitesinden alınmıştır. kendilerine teşekkür ediyoruz.