17.03.2013 tarihli star gazetesinin açık görüş ekinde nazife şişman tarafından kalme alınmış son günlerin en tartışmalı ve şahsen benimde çok fazla tereddüt ettiğim bir konu olan Süt Bankası hakkında kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz...
Laboratuvarda pastörize edilerek endüstriyel bir ürüne dönüşüyor anne sütü. Ve bu esnada nasıl bir nitelik kaybı olduğuna dair araştırmalar da fazla gün yüzüne çıkarılmıyor. Böylece bütün doğallık vurgusuna rağmen karşımızda bir ürün olduğu göz ardı edilmiş oluyor. Halbuki süt bankası kurmak yerine bir sütanne vakfı kurulması düşünülemez mi?
Nazife Şişman |
Bugüne kadar gerçekleşen 8 Mart kutlamalarında kadınlar konserler dinledi, çiçeklerle karşılandı, her yerde “kadın” diye başlayan nutuklar dinledi, çeşitli kurumların kutlama mesajlarına maruz kaldı. Ama ilk defa bir süt bankası hediye edilecekti kadınlara. Sağlık Bakanlığı, bu yıl Dünya Kadınlar Günü’nde İzmir’de bir anne sütü bankası açacaktı, ama olmadı. Belki de 23 Nisan Çocuk Bayramı’na ertelenmiştir, kim bilir? Süt, çocuklara hediye edilse daha anlamlı diye düşünülmüş olabilir. Nihayetinde anonim bir anneler topluluğundan alınıp anonim bir bebekler topluluğuna ulaştırılmayacak mı, bu nadide olduğu söylenen besin?
Şaka bir yana bu anonimlik üzerinde önemle durmak gerekiyor. Gerçi Sağlık Bakanlığı hangi kadının sütünün hangi çocuğa verildiğinin çok titiz bir kaydının tutulacağını vadediyor. Süt akrabalığıyla ilgili bilginin aktarılabilmesi için. Ama bu vaad endişeleri bertaraf etmiyor, çünkü çok karmaşık bir durumla karşı karşıyayız. Adı üzerinde bu bir banka ve kurumsal niteliği anonimlik üzerine kurulu. Siz hangi numaralı banknotun hangi müşteri tarafından yatırıldığının ve hangi müşteriye kredi olarak verileceğinin dökümünü yapabilen bir finans sistemi tahayyül edebiliyor musunuz? Biraz abartılı görülebilir bu benzetme, ama nihayetinde benzer bir durum söz konusu ve mahiyeti itibariyle böyle bir hukuki düzenleme yapmak çok zor görünüyor. Çünkü işin bizatihi kuruluşu, sütü, anneden ayrı bir madde olarak kabul edişe dayanıyor. Anne sütü bir maddedir, emzirmek ise bir eylem. Esasında anne sütüyle beslemenin biyolojik ve psikolojik faydalarını tesis etmek için hem maddeye hem de eyleme yoğunlaşmak gerekir. Mesela ememeyen prematüre bebeklere biberonla anne sütü verilmesiyle ilgili çalışmalar, anne sütünün materyal olarak faydaları üzerine yoğunlaşırken emzirmeyi konu alan çalışmalar bir pratik olarak emzirmenin duygusal ve gelişimsel faydaları üzerinde yoğunlaşır. Süt bankasının arka planındaki yaklaşım, anne sütünün emzirme pratiğinden tamamen kopuk bir şekilde sadece bir materyal olarak içeriğine odaklanıyor.
Bilimsel süt ve mamalar dönemi
Belki de ilk insandan beri kadınlar bebeklerini emzirmelerine rağmen anne sütünün bilimsel olarak faydasının tescili için yirminci yüzyılı beklemek gerekti. Zaten doğum, ölüm gibi insan hayatına dair pek çok evrenin tıbbileştirildiği ardından da teknolojikleştirildiği bir dönemdir yirminci yüzyıl. Nitekim üçüncü dünya ülkeleri bir sağlık programı çerçevesinde1960’lı yıllarda süt tozu ile ve bebekler için “bilimsel süt ve mama” ile tanıştı. Kalkınma programlarına içkin olarak servis edilen yapay süt ve mama, pek çok üçüncü dünya ülkesinde emzirme pratiklerini değiştirdi. Ama ne zaman ki Dünya Sağlık Örgütü, anne sütü muadillerinin pazarlama şartlarıyla ilgili uluslararası bir kod oluşturdu, işte o zamandan, yani 1981’den itibaren anne sütü ile beslemenin önemi küresel düzeyde kabul edilmiş oldu. O zamandan beri anne sütü bebekler için en uygun besin maddesi olarak kabul ediliyor. Anne sütü bankalarına ivme kazandıran “anne sütünün faydalarına dair söylem”in önemli bir aşaması olarak görülebilir bu dönem. Esasında ilk süt bankası 1909’da Viyana’da kurulur. O zamandan günümüze inişli çıkışlı ilerler bu serüven. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında erken doğan bebekler için süt bankaları ile ilgili bazı düzenlemelerin olduğu görülür. 1980’lerin ilk yarısında hızla artan süt bankalarının sayısı ikinci yarıda AIDS’in yaygınlaşmasıyla hızla azalır. Çünkü hastalık bulaşmasından korkar insanlar. Fakat 1990’larla birlikte süt bankaları yeniden artışa geçer.
2001’de ilk defa uluslararası İnsan sütü bankası kongresi düzenlenir. O zamanki rakama göre Fransa’da 18, Brezilya’da 154 süt bankası vardır. İngiltere’de ise 17 banka mevcuttur. Brezilya’daki rakama dikkatinizi çekmek isterim. Kalkınma programına içkin formül mamaların servis edildiği ve kültürel olarak emzirme pratiklerinin tamamen bozulduğu bir tarihsel tecrübesi var Brezilya’nın. Önce bebekleri emzirmekten vazgeçirten bir mama furyası ardından süt bankası kuruluşu. Bu nüfus ve kalkınma politikası ayrıca ve ayrıntılı olarak ele alınmayı hak ediyor. Ama günümüzde sadece bu ülkelerde değil pek çok ülkede süt bankaları sayıca artış gösterdi ve toplamda 500’e ulaşmış görünüyor.
‘Alternatif annelikler’…
Süt bankaları, sütün metalaştığı, anonimleştiği, anne kucağından uzaklaşıp laboratuvar ortamında işlem gören bir ürüne dönüştüğü bir sürecin sonucu. Fakat bir dönüşümü tek başına anlamak mümkün değildir. O yüzden başka hangi değişimlerle paralellik arzettiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Anne sütünün anne kucağından laboratuvar ortamına taşınmasını ve endüstriyel bir ürün olmasını hazırlayan paralel gelişmeleri şöyle sıralamak mümkün:
1-Kadınların çalışma hayatı ve bebeğin beslenme düzeni arasındaki uyum sorunu. Kadınların iş hayatına yoğun katılımı, annenin kendi sütünün ya da “insan sütü” diye tanımlanan ürünün biberonla bebeğe verilmesini gerekli kılmıştır. Bu da anne sütü bankalarının tesisine geçit veren bir gelişmedir.
2-İnsan bedeni üzerinde uygulanan deneyler ve DNA patentine izin veren, yani bedenin bir parçasını bütüne yabancılaştıran ve diğer parçalarından bağımsız bir şekilde, yani bir organı o bedenden, o insan tekinden, o şahıstan bağımsız bir birim olarak tanımlayan biyoteknolojiler… Tüm bunlar bedenin metalaşmasına imkan hazırlayan gelişmeler. Kan ve hücre ile başlayıp, doku ve organla devam eden bedenin bu metalaşma sürecine anne sütü de katılmış ve artık adı da yavaş yavaş değişerek “insan sütü”ne dönüşen anne sütü, onu emziren anneden kopartılarak anonim bir nitelik kazanmıştır.
3-Yükselen estetik kaygılar, kadınları meme formlarının bozulmaması için emzirmemeye yöneltirken, medikal argümanlar bebek için en iyi besinin anne sütü olduğunu söylemeye devam ediyor. Bu çatışmayı yenmek için anne sütünün, bir grup yüksek standartlara sahip kadının kullanımına açık, istenildiğinde temin edilebilir, standart bir formunun olması gerekiyor. Süt bankaları işte bu talebe de karşılık geliyor.
4-Eşcinsel eşlerin, evlat edindikleri ya da kiralık annelere doğurttukları çocuklarını, biyomedikal argümanlar gereği anne sütü ile beslemek istedikleri bir sosyopolitik ortam mevcut. Nüfus oranı olarak düşük olmasına rağmen toplumsal baskı ve lobi faaliyeti bakımından etken bir grup eşcinseller.
Günümüzde anne sütünün, muadili olmayan bir besin olduğuna ve depolanma sürecinin bile nitelik kaybına yol açmadığına dair söyleme meşruiyet kazandıran, biyomedikal argümanlar. Bunlar da bilim-finans-küresel kapitalizm döngüsünde gelişiyor. Bir organı bir bedenden ayrı düşünen biyoteknolojik yaklaşım, anne sütünü de anne bedeninden ayrıştırıp metalaştırıyor. Laboratuvarda pastörize edilerek endüstriyel bir ürüne dönüşüyor anne sütü. Ve bu esnada nasıl bir nitelik kaybı olduğuna dair araştırmalar da fazla gün yüzüne çıkarılmıyor. Böylece bütün doğallık vurgusuna rağmen karşımızda bir ürün olduğu göz ardı edilmiş oluyor. Bu sebeple süt annelik gibi bir kurum teşvik edilmiyor. Halbuki süt annelik hem daha ucuz hem de dini hassasiyetlere sahip olanlar için mahzurları bertaraf edebilecek nitelikte. Esasında süt annelik kurumu, her toplumun kültürel özelliklerine göre farklılık arzeder. Arabistan başta olmak üzere Müslüman toplumların çoğunda süt annelik önemli bir kurum olarak yüzyıllardır uygulamadadır. Avrupa’da yaygın olmayan bu uygulama Amerika’da kölelerin kendi çocuklarının bakımsız kalması pahasına vermek zorunda oldukları bir hizmettir. Bu toplumsal pratiklerin niteliği ve yaygınlığı ayrı bir çalışmanın konusu. Ama dikkat çekici olan, günümüzde bebeklerin anne sütü ile beslenmesi bu kadar vurgulanırken süt anneliğin toplumsal bir kurum olarak teşvik edilmemesidir. Halbuki süt bankası kurmak yerine bir sütanne vakfı kurulması düşünülemez mi? Tabii ki bu durumda devreye insan girecektir ve süt, o sütü veren kadından bağımsız bir meta olmayacaktır.
Anne sütünün metalaşması
Bütün yaklaşım farklarına rağmen bu konudaki asıl baskın argüman, sütün bilimsel olarak vazgeçilmezliğinden güç alıyor. Kadın bedeninden çıkan bu harika materyal ve çocuk sağlığı üzerindeki etkilerini konu alan binlerce bilimsel metin var. Buna mukabil, süt ile genetik aktarımın olup olmadığı bilinmediği için mesela süt akrabalığı “bilimsel”olarak temellendirilemiyor. Peki bu durumda süt akrabalığı ile ilgili hassasiyetlere sahip olanların argümanları “temelsiz” mi kalmış oluyor? Bu soruyla birlikte “hayat nedir?” ve “hayatı nasıl yaşayacağız?” sorularına bilimin cevap vermesi mümkün müdür gibi çok esaslı sorular ve sorunlar dünyasına adım atılmış olur. Ben bu büyük soruları, önemini teslim etmekle birlikte, bir kenara bırakıp basit bir şey söylemek istiyorum. Biyomedikal kanıtların ardında ekonomik ve siyasi saikler yok mudur? Çağdaş tekno-bilimin bize anlattığı hikaye, küresel sermayeden ne kadar bağımsızdır? Bu soruların eşliğinde anne sütünü metalaştırmanın kimin işine yarayacağını sezinlemek zor olmasa gerek. O yüzden idrakimizi canlı tutmak ve bu alandaki büyük planları görebilmek için, kadın bedeni üzerine, çocuk sağlığı üzerine yazılan bilimsel metinlerin “salt bilimsellik” iddiasını sorgulayarak başlamalıyız meseleyi tartışmaya. Çünkü “biyomedikal kanıtlara dayanan argümanlar”ın siyasi ve iktisadi hedeflerini ve bunların küresel kapitalizme ses ve meşruiyet kazandıran hikayeler olduğunu ancak böylece farkedebiliriz.
nazifesisman@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder