Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

22 Aralık 2012 Cumartesi

PIRANHA VOICEMASTER A TYPE 4GB KAPASİTELİ USB DİJİTAL STEREO SES KAYIT CİHAZI



yaklaşık 3 ay önce vatan bilgisayardan 87 tl ye aldığım cihazda 2 saatlik şarj ile 18 saate kadar kayıt yapılabileceği yazmaktadır. fakat haftada düzenli olarak 18-20 saat kayıt yapan birisi olarak, aletin şarj süresi gittikçe kısalmakta ve ne yazık ki alalı 3 ay olmasına rağmen şarj süresi 11-12 saat aralığına düşmüştür. devamlı ve uzun süreli kayıt tutanlar için önerilmez.  ses kayıt kalitesi fena değil 10 üzerinden 7 alır ama üstü zor.
şu an için çok fazla bir bütçem yok ve şarjlı bir alet istiyorum fazla da kullanmam ses kalitesi de normalden biraz iyi olsun derseniz işinizi oldukça iyi görür fakat devamlı ve uzun süreli kullanıcılar için asla tavsiye edilmez sizi yolda koyabilir.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Diyanet Üniversitesi olarak , istanbul 29 mayıs üniversitesi

   ülkemizde türkiye diyanet vakfının kurmuş olduğu bir üniversite mevcut adı tdv istanbul 29 mayıs üniversitesi.
okul 2010 tarihinde kurulmuş ve şuanda 3. eğitim yılı döneminde yolun başında çabalıyor.

dünyada bir dini kurumun yada yapının siz cemaat yada tarikat da diyebilirsiniz üniversite okul yada başka bir eğitim kurumu kurması oldukça normal ve hiç garipsenmiyor, hatta olmaması anormal karşılanıyor fakat ülkemizde ise durumlar yakın zamana kadar biraz daha karışık malum çağımızı(çağı takip etmekte sorgulanabilir aslında buda büyük bir karmaşa diyebilirsiniz) 15-20 yıl geriden takip ettiğimiz için bize bazı normal şeyler anormal gibi gelebilmekte yada en azından kavrayıncaya kadar yada yerleşip bir zemine oturuncaya kadar her zaman yapay sıkıntılar doğurmuştur. ilginç olan ise türkiye de yarı devletçi gözüken bir yapının yada gelir kaynağı halk ama zihniyet ve mantalite dedikleri bakış açısı ve idare şekli malesef ki devletçi ideoloji yada görüşlü denilen bir yapı ile bu güne kadar gelmiş bir vakıf olan türkiye diyanet vakfı tarafından kurulan bir üniversite olması aslında tdv nin bu üniversiteyi kurması bile ne kadar normalleşmeye yaklaştığımızın bir yansıması olarak da kabul edebiliriz, ilginç bir tezahür olarak karşımıza çıkıyor.

 üniversitenin ülkemizde ne manaya geldiği; açıkcası çok anlamlı kelimeler noktasında kısır olan türkçemize oldukça geniş bir arşiv kattığı içinde teşekkür etmemiz gerekir, yada ne kastedildiği noktasında her kesimden bir ses çıktığı için oldukça geniş ve farklı manalar tezahür ettirmektedir. herkes üniversiteyi kendi ideoloji ve 
fikriyatınca yön vermeye çalıştığı için her üniversite zihin dünyamızda ayrı ayrı fişlenmiştir ve burum normalleşme dediğimiz evreler için biraz gariptir ama şuanda daha iyisine geçmeyi hak ediyor muyuz orası da başka bir soru?

Çok çocuk bela mıdır, rahmet midir?

dünyabizim com da yayınlanmış bir yazı açıkcası çok hoşuma gitti ve orada 8 çocuk sahibi bir ağabeyin verdiği cevap 10 üzerinden 11 i hak ediyordu paylaşmak istedim.


Sana yolculuk tavsiye ederim.
Kendinle ilgili akışta tıkanma hissettiğinde...
Artık donuklaştığını, tekrara düştüğünü gördüğünde..!
Mehmet Lütfi Arslan

7 Aralık Cuma sabahı, dokuz kişilik bir ekiple İstanbul’dan Kahramanmaraş’a doğru yola koyulduk. Kendimize ait bir araçla, kendimize has bir havayla başladı yolculuğumuz. Kaptanımız huzur ve güven veren Kemal Yetkin idi. Araçtaki isimlerin çoğu Genç Dergi yazı işleri kadrosuydu: Mehmet Emin Gül, Cantürk Genç, Aleaddin Çakmak, Mücahid Emre Sever, Hüseyin Yavuz veAbdulsamet İnekçi. Tabii bir de Samet Demir bizimleydi, yolculuğumuzun renkli siması, organizatörü…adana genç
İlk hedefimiz Adana!
Tekerlekler döndükçe koyulaştı muhabbetimiz, gönüllerimiz şen oldu. Gerçekten de çok samimi ve güzel bir ekiptik, arabanın içindeki hava eşine az rastlanır cinstendi.
On iki saat sonra, akşam yedi civarı Adana’ya vardık. Bizi her zamanki gibi Halit Yasir Özoğul Ağabeyimiz karşıladı. Yani Adana deyince ilk aklımıza gelen kişi… Adana’nın ete kemiğe bürünmüş hâli…
Hızla yerleştikten sonra Uluslararası GENÇ Derneği’nin salonuna geçtik. Programa davetli olan seçme bir ekiple bir araya geldik. Bir saate yakın konferans oldu. Genel vurgu şu konu üzerindeydi: “Yük olan değil, yük çeken insan olmak lazım. Çağı iyi okumak, yeniliklere, değişikliklere hızla adapte olmak çok önemli.”
Daha sonra dergimizin tanıtımı yapıldı, hediye kitaplarla ilgili bilgi verildi. Soru cevap faslında ise Adana’daki GENÇ Gönüllüler’in istifhamları giderilmeye çalışıldı.
adana gençÇok çocuk bela mıdır?
Bizler konuşurken, dinleyiciler arasında uyuyakalan iki küçük çocuk vardı. Birisi abisinin kucağında uyuklamış, diğeri de sandalyede iki büklüm bir hâl almıştı. Orada bulunan Hüseyin Ağabeye “bunlar sizin mahdumlar galiba” dedim konferansın ortasında. Verdiği cevap herkesi gülümsetti: “Evde beş tane daha var!” Sekiz çocuk sahibiymiş Hüseyin Ağabey. Ve en büyüğü on beş yaşlarındaymış. “Hiç korkmayın, evlenin, çoğalın, hepsinin rızkı Allah’a ait, çok güzel bir şey” dedi. Gençler şaşkın ve mütebessim idi. Hüseyin Ağabeyin yüzündeki memnuniyet ifadesi gerçekten görülmeye değerdi.
Programın sonunda, yanına yaklaştım ve “Gerçekten de kolay mı abi?” diye sordum. Çok büyük nimet olduğundan bahsetti. O sırada yanımızda bulunan bir başkası “çok çocuk beladır diye bir şey okumuştum” diyerek söze girdi. Bunun üzerine Hüseyin Ağabey şu harika cevabı verdi: “İslam ahlakına göre büyütme, tek çocuk da bela olur. İslam ahlakını verirsen, bin çocuğun da olsa hepsi rahmet olur!”

10 Aralık 2012 Pazartesi

ALDI ve BİM nasıl başarılı oldu? nils Brandes in analizi

Bugünkü dikkat çekici yazımız ekonomi haber sitelerinin son bir kaç yılda adını yaptığı haber , analiz ve proje ve konferansları ile duyuran retailnews tarafından derlenmiş bir haber,
Konu ucuzluk marketi dediğimiz discount zincerlerinin başarıları ve bu noktada bu türün ilk önrenği olan Alman ALDİ nin stratejisi ve nasıl iş yaptığını gözler önüne sürmesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.

Haberi retailnews in orjinal sitesi üzerinden okumak için burdan ulaşabilirsiniz.


ALDI ve BİM nasıl başarılı oldu?



Discount uzmanı Nils Brandes Perakende Zirvesinde verdiği konferansta ALDİ ve BIM in başarı sırlarını anlattı.


    

Brandes'in sunumunda aktardığı detaylar şu şekildeydi:

Coca-Cola gibi ticari markalar sorgulanmaya başlandı ve özmarkalar ortaya çıktı.  Marketteki paketleme türü hizmetler ve hizmet reyonları kaldırıldı.

Bugün özellikle Aldi hakkında konuşmak istiyorum ama BİM'in orijinalinden daha iyi bir kopya olabileceğini söylemek isterim. Bence şu an BİM Aldi'den daha başarılı olan bir Aldi kopyasıdır.

Basit olan neden bu kadar zor?

Zorluk bir şeylerden vazgeçmek ile ilgilidir. Etrafımızda çok zeki, akademik kariyer sahibi insanlar bize zekice öneriler sunuyorlar. Biz de 'Bir zararı yok' diyerek uyguluyoruz.  Bu durum her zaman iyi midir? Bu soruya evet cevabını veremeyiz. Önemli olana odaklanıp, önemsizi devre dışı bırakmak daha iyidir.

BİM'in bir mağazasını kopyalamak oldukça basittir. Birçok insanın fark edemediği arka plandaki mekanizmanın nasıl işlediğidir. Sırlar perdenin arkasında kalır. Mağazanın görünen kısmı işleyişe dair çok az şey anlatır. Bu formatı kopyalayan birçok kişi bu yüzden ilerleyemiyor ve başarısız oluyor.

Bir örnek üzerinden devam edelim. 70'lerde Aldi paket süt satıyordu, taze süt satmıyordu. Tereyağı ve yoğurt da satmıyordu. Bugün imkansız gibi görünen bir şey bu. Rakipler 'Taze süt olmadan bu iş olmaz' derken, Aldi ise 'Bu paketi o kadar ucuza satalım ki insanlar paket süt içme alışkanlığı edinsin ve bu sütü de kullansınlar.' diyordu. Aldi 'Bu işleri daha karmaşık hale getiren bazı şeylerden vazgeçelim' dedi. Buzdolapları, enerji bedelleri, envanter çıkarılması, son tüketim tarihleriyle ilgili sıkıntı vardı. Bu vesileyle paket süt satışı gerçekleşince;  problemler azalırken, kâr da gayet iyi görünüyordu.

Aldi'de uzun yıllar taze meyve ve sebze satılmıyordu. Birçok insan bugün ‘Neden sebze meyve olmasın, doğru planlamayla bu yapılabilir.’ diyebilir. Fakat bu planlar gerçekleştirildiğinde öngörülemeyen birçok durum ortaya çıkar. Bu sebeple Aldi meyve sebze satmaya oldukça geç başladı.

Önce bir bölgede tek çeşit elma satıldı. Bu elmayla testler yapıldı. 6-8 ay sonra bu işin nasıl yürümesi gerektiği belli oldu. Redarik, lojistik ve envanter bilgisi edinildi. Akabinde sırasıyla diğer bölgeler de elma satmaya başladılar.

BİM ne yaptı?

1995'de BİM 22 milyon USD yatırımla işe başladı. Geçen hafta 6.8 milyar dolar değerine ulaşmıştı. Metro da bu anlamda bir örnektir. BİM'in değeri neredeyse Metro kadar. Fakat Metro 67 milyar euro ciro yapıyor. BİM'in 20 bin çalışanı var, 5,5 milyar euro ciro yapıyor. 

Yatırımın mağaza, lojistik, tedarik, yönetim arasındaki dağılımın net bir kriteri yoktur. Önemli olan gerektiği kadarını yapmak ve daha fazlasını yapmamaktır. Bu oranları ihtiyaç belirler.

Karmaşıklıktan kurtulun!

Birçok sektörde en büyük sıkıntının ne olduğu sorulduğunda verilen cevap karmaşıklık ve bürokrasidir.  Karmaşa, değişik birbirine bağlı çok fazla unsurdan oluşur. Basit olan ise çok daha az unsurun birbiriyle çok fazla bağlantı kurmadan bir arada olmasıdır. Örneğin Metro çok karmaşık yapılara bir örnektir. Depo, internet,  cash & carry vs. Aldi ve BİM'de ürün gelir ve boşaltılır. Hepsi budur.

Aldi bugüne kadar hep İngilizce konuşulan yerlere yatırım yaptı. Tamamen daha basit olduğu için.

Büyük projeler genelde çok zor ve karmaşıktır. Bu konuda karmaşıklık eğrisi oldukça önemlidir.  Unsurların sayısı arttıkça karmaşa artar. Karmaşayı masrafla veya giderle eşitleyebilirsiniz. Bu formülü herhangi bir şirket için kullanabiliriz. Ürünün, tedarikçinin, çalışanın, birimlerin vs çokluğu karmaşıklığı artırır. Sadece yapabileceğiniz şeye odaklanmanız gerekir.

Bu karmaşıkla baş edebileceğini düşündüğüm 3 adım var.

1-Karmaşıklıktan kaçınma
2-Karmaşıklığı azaltma
3-Geri kalan karmaşıklığı yönetme

Karmaşıklıktan kaçınma
Bu konuda izlenmesi gereken belli başlı adımlar şu şekilde:
  • Bir şeylerden vazgeçme ve net hedefler koyma
  • Sınırlı ürün yelpazesi
  • Sadece sınırlı temel ihtiyaç ürünlerini satma
  • Ürünlerin rahat yönetimi
  • En iyi kalite
En uygun fiyat

6 Aralık 2012 Perşembe

Ruhları çıplak başörtülüler! mustafa özcan

Mustafa özcanın risale haberde yer alan niceliği artan ama niteliğini kaybeden tesettür ve başörtüsü üzerine hem türkiye hemde arap dünyasındaki son günlerdeki durumu özetleyen yazısı.


Ruhları çıplak başörtülüler!

Başörtüsü temel şarttır, lakin kemal şartı değil. Kemal veya tamamlayıcı şart, kurala uygun bir şekilde giyinmek ve ruh ile beden uyumunu temin etmektir. Beden ile ruh uyumu arasındaki açık tezat, riyakarlık alanı oluşturur.
Ürdün’de yayınlanan es Sebil gazetesinden Dime Tarık Tahbub ‘Sadece başörtüsü yetmez’ başlıklı makalesinde başörtülüler için pusuda bekleyen tehlikeleri anlatırken yukarıdaki denkleme değiniyor. Tahbub yazısında, Arap ülkelerinde gizli başörtüsü düşmanlığına temas ediyor. Arap ülkelerinde başörtüsü ve başörtülülere yönelik düşmanlığın devam ettiğini lakin bunun gizli bir biçimde yürütüldüğüne dikkat çekiyor.  Eskisi gibi devlet sektöründe başörtüsü düşmanlığı yapamayanların kendi burçlarına ve kale ve köşelerine çekildiğini ve bu düşmanlıklarını özel sektör perdesi altında yürüttüklerini ifade ediyor.  Bu hususta basının da menfi rolüne de dikkat çekiyor. Başörtülüleri cahil, eğitimsiz, muhtaç ve geri olarak tasvir ve takdim ettiklerini hatırlatıyor.
Tarihi gelişmeler ve birikimler nedeniyle başörtü ve başörtülüye peşin bir şekilde menfi bir bakış açısı söz konusudur. Bu bakış açısını hemen ve ivedi bir biçimde değiştirmek de mümkün değil. Tahbub makalesinde meselenin özünü iniyor: ”Hicap ve başörtüsü bir tutam bez parçası değildir. Başörtülü kadınlar, bu kumaş parçasını yedi kat göklerden kadınlara tekrim ve onurlandırmak için geldiğini ispatlamalılar.  Başörtüsü ahlak, amel ve ilim tezyin etmedikçe ve süslemedikçe mücerret bez parçası olarak kalacaktır. Faziletlerin tamamlamadığı başörtüsü dun makamdadır. Bez parçası hükmündedir. Ona değerini veren muhtevasıdır…”
*
Tahbub’un arkasından Suudi Arabistan’da yayınlanan Şark gazetesinde konuya temas eden Abdurrahman Bekri de ‘Ruhları çıplak başörtülüler’ başlıklı yazısında niceliği artan ama niteliği düşen başörtülülere temas ediyor. Açıklık bir sosyal yara ve afet olduğu gibi ‘gizil çıplaklık’ da derin bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Abdurrahman Bekri burada ‘rubbe kasiyatin ariyat’ hadisine atıfta bulunuyor. ‘Nice kapalılar, (gizli) açıktırlar’ buyrulmaktadırlar.  Örtüyle teşhiri beraber yürütenler gizli açıktırlar.
Hadis diliyle anlatılan bu gerçek günümüzde olaylar diline tercüme olmuştur. Açıklar daha çılgınca soyunurken ve ar ve hayanın son kırıntılarını da yok ederken kapalıları da kendilerine çevirmenin yollarını arıyorlar. Son günlerde Pınar Altuğ gibi ‘sanatçılar’ başörtülü kadınları ‘şekilcilikle’ suçlamış ve kendilerini savunma pozisyonunda kapalı kadınları aşağılamışlardır. Şekilcilik suçlamasını daha ileri götürenler oluyor ve insanın hayvandan farklı olarak hayvanlar gibi örtülü olarak doğmadığını ileri sürüyorlar.  Öyleyse neden insanlar kapanma ve örtünme ihtiyacı hissediyorlar? Bu mantığa göre, giyinenler ve kapalılar anormal yaratıklardır. Oysa, insanın hayvandan farkı iradesidir. Kapalılık da bu iradenin ortaya konmasıdır. Çünkü imtihana muhataptır.  Hayvanların böyle bir muhatabiyeti ve mükellefiyeti yoktur. İnsan ile hayvanı birbirinden ayıran şey hayadır. Bu insanda potansiyel olarak vardır ve dindarlaştığında ise bu potansiyel aktivite olur ve kuvveden fiile çıkar. Bu itibarla, inanan ve inanmayanı birbirinden ayıran şey hayadır. Dolayısıyla hayası olmayan hem insanlık hem de İslamiyet burcundan düşmektedir.
*

kemalizm in özü Olmasaydın olmazdık ibrahim özdabak

varlığını bir beşeri şahsiyete isnat etmeye çalışanlara yönelik 04.12.2012 tarihli yeni asya gazetesinde ibrahim özdabak imzalı bir karikatür. herkesin mabudu tektir ama görmesini bilene






23 Kasım 2012 Cuma

Mehmet Görmez açıkladı: Uluslararası İslam Üniversitesi İstanbul'da kurulacak



İstanbul'da Avrasya İslam Şurası Genel Sekreterliği'nin kurulacağını haber veren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Uluslararası İslam Üniversitesi'nin İstanbul'da faaliyete geçeceğini belirtti.
“Avrasya'da Müslümanların Geleceği” başlıklı oturumu takip eden Başkan Görmez, oturumun kapanış konuşması için kürsüye çıktı. Avrasya'nın geleceği açısından önemli bir adım konusunda ilk müjdeyi veren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuya ilişkin şunları söyledi:
“İstanbul'da Avrasya İslam Şurası'nın bir merkezi olacak. O merkezde bir sekretarya olacak. Avrasya İslam Şurası'nın bir genel sekreteri olacak. Rusya, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Avrupa'daki müftülerin ortaklaşa belirlediği bir ismi üye olarak verecekler. Biz de seçtikleri ismi, burada görevlendireceğiz. Türkiye de dahil toplam 6 kişilik heyet, bizi 24 saat temsil edecek. Sürekli bizimle iletişim halinde olacak. Siz istediğiniz zaman o merkeze ulaşacak, sorularınızı soracak ve bilgiler alabileceksiniz. Dolayısıyla Avrasya İslam Şurası'nın kalıcı bir sekretaryası ve merkezi olacak.”

ULUSLARARASI İSLAM ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL'DA KURULACAK
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Genel Sekretarya dışında Avrasya İslam Şurası'nın pratik alanda iki sonucunun daha olduğunu belirterek, Uluslararası İslam Üniversitesi'nin kurulması hakkında bilgi verdi. Başkan Görmez şunları söyledi:
“Türkçe, İngilizce, Arapça, Rusça, Farsça gibi dünyada konuşulan büyük dillerle İslam'ı öğretebileceğimiz “Uluslararası Avrasya İslam Üniversitesi” İstanbul'da kurulacak. Burada açılış konuşmasında ben bunu ifade ettim. Sayın Başbakanımız konuşmasında teyit ettiler. Dün bir heyetimizle birlikte Cumhurbaşkanımızı ziyaret ettik. Orada da bunu ifade ettiğimde büyük bir hüsnü kabulle karşılandı. 8. Avrasya İslam Şurası'nın en önemli kararlarından bir tanesi, İstanbul'da Uluslararası Avrasya İslam Üniversitesinin kurulması olacaktır.”
"MÜSLÜMAN AZINLIK ENSTİTÜSÜ" KURULACAK
Avrasya İslam Şurası'nın ikinci müşahhas neticesinin ise bu üniversitenin bünyesinde Müslüman Azınlıklar Enstitüsünün kurulması olduğunu dile getiren Başkan Görmez, “Dünyanın bütün ülkelerinde Müslüman azınlıkların ihtiyaçlarını, sorunlarını, durumlarını takip eden; bunları raporlar haline getirerek bütün Müslümanlarla paylaşan bir enstitüye ihtiyaç var. Üniversite bünyesinde Müslüman Azınlıklar Enstitüsü kurulacak” dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasında Müslüman azınlıklar konusunu da Şura'nın gündemine taşıdı. Günümüzde dünyanın hemen her ülkesinde Müslüman toplulukların olduğunu dile getiren Başkan Görmez, Moğolistan'da bulunan Hoton Türklerinin izale edilmiş bir bölgede yaşadıklarını ve Estonya'da 10 bin Müslüman yaşamasına rağmen bir tek mescidin olmamasını örnek göstererek, “Onların aynı zamanda bazı problemleri var, ihtiyaçları var. Onlara kim el uzatacak. Uzaktaki kardeşlerimizi unutacak mıyız? Bu, Müslümanlara yakışır mı? İslam dünyasına yakışır? Resul-i Ekrem'in bir vücudun organları olarak tarif ettiği Müslümanlara yakışır mı?” ifadelerini kullandı.

Hüseyin yılmazdan Bediüzzamanın zalime karşı örnek tavrı


Bugün yazarı Hüseyin Yılmaz, zalim karşısında duruş örneği olarak Bediüzzaman Said Nursi'yi örnek verdi.
İsrail karşısındaki tutumları nedeniyle batıyı eleştiren Yılmaz,  Tanzimat’tan beri Batıya perestiş eden Türk aydınının da gaflet içinde olduğunu belirtti.
Bediüzzaman Hazretlerinin "batının ruhunu idama mahkum ettiğine" dikkat çeken Yılmaz, yazısını şöyle sürdürdü:
Bu bir kaç asırlık içtimaî cinnetten yakasını sıyıran tek şahsiyet: Bediüzzaman Said-i Nursî... Şâkirdleri için bütünüyle aynı şehâdette bulunmak kabil mi? Hayır!... En azından hatırı sayılır bir kısmı için: Hayır!..

İşte Üstad’a sorulan bir suale verdiği muhteşem cevap... İşte Batı’nın ruhunu idâma mahkum edip bir paçavra gibi çöpe atan kendinden emin haysiyetli duruş:

“Diyorlar ki: ‘Senin eski zamandaki müdafaatın ve İslâmiyet hakkındaki mücâhedâtın, şimdiki tarzda değil. Hem Avrupa'ya karşı İslâmiyet'i müdafaa eden mütefekkirîn tarzında gitmiyorsun. Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin? Neden manevî mücahidîn-i İslâmiye tarzında hareket etmiyorsun?’

“Elcevab: Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübâreze ediyorlar; bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete suretinde lâ-yetezelzel teslim ediyorlar, o suretle İslâmiyetin hakikî kıymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyeti aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar. Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan, o mesleği terkettim. Hem bilfiil gösterdim ki: İslâmiyetin esasları o kadar derindir ki; felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz, Yirmidördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikatı bürhanlarıyla isbat ederek göstermiştir. Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip, ahkâm- ı İslâmiyeyi zahirî telâkki edip felsefenin dallarıyla bağlamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Halbuki felsefenin düsturlarının ne haddi var ki, onlara yetişsin?” Mektubat; S:426-427
 

alman aile bakanından müslümanlar ile ilgili açıklama: Müslümanlar bu ülkeye aittir, toplumun parçasıdır


Leutheusser-Schnarrenberger, federal hükümet tarafından hazırlanan ''sünnet yasası'' tasarısını Federal Meclis'te (Bundestag) düzenlenen oturumda savundu.
Leutheusser-Schnarrenberger, Meclis'te yaptığı konuşmada, hükümetin sünnet konusunda ortaya koyduğu yasa tasarısını dini cemaat temsilcileri, doktorlar, uzmanlar ve toplumun diğer üyeleri ile yapılan görüşmelerin sonucunda hazırlandığını belirterek, parlamentoda bu ülkede Yahudi ve Müslüman yaşamın mümkün olacağı konusunda görüş birliği bulunduğunu belirtti.

''Dünyada erkek çocuklarının sünnet edilmesine ceza veren başka ülke yok'' diyen Leutheusser-Schnarrenberger, çocuğun sağlığın tehlikede olmadığı sürece Müslümanların ve Yahudilerin dini ritüeli olan sünnetin ceza kapsamı dışında tutulması gerektiğini kaydetti.
Leutheusser-Schnarrenberger, Almanya'da yasal güvencenin sağlanması için tasarının bir an önce yasalaşması gerektiğini de bildirdi.
Aile Bakanı Kristina Schröder de hükümetin dengeli bir yasa tasarısı hazırladığını ve toplumun İslam ve Yahudi karşıtlığına izin vermemesi gerektiğini ifade ederek, ''Yahudi ve Müslümanlar bu ülkeye aittir, onlar bu toplumun parçasıdır'' ifadesini kullandı.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) Federal Meclis Üyesi Marlene Ruprecht ise hükümetin yasa tasarısına karşı çıkarak, velilerin haklarının, çocuklarının sağlığı zarar gördüğünde ortadan kalktığını belirtti.
Sabah

20 Kasım 2012 Salı

Talib ve Vasıl & Cündioğlu ve Nursi


Uzun zamandır göremediğimiz dücane hoca ile ilgili basında çıkmış Üstad bediüzzaman Said Nursi yi nazara vererek kalame alınmış risale haberde çıkan salih can imzalı köşe yazısını sizlerle paylaşıyorum.



''Çağdaş dindarlık ya Mekke'yi örnek aldı, ya da Medine'yi... Hira hep ufkunun dışında kaldı.'' (D.Cündioğlu)
Dücane Cündioğlu, Risale-i Nur talebesinin çok ciddi ilgisini çeken ve hemen hepsinin bu ehl-i hakikat kişinin Risalelerdeki hakikatlere neden bîgane kaldığını düşündüğü birisidir.
Çok amiyane ve halktan ve sıradan fakat Risalelere aşina bir talebe, Cündioğlu'nu dinlediğinde sürekli çırpınırcasına hakikatlerin etrafını kazdığını, didindiğini, ızdırap çektiğini müşahede eder.
Öyle tekellüflü te'villerle hakikatleri avlamaya çalışır ki sıradan bir nur talebesinin çilesiz ve biraz da ülfete kaptırdığı hakikatlerdir aslında onlar.
Dücane hocayı dinleyen Nur talebesi kendisine gelir ve Resail'in kıymetini anlamaya başlar.
Dücane hoca, bugün keyfiyetli insan kıtlığının yaşandığı İslam coğrafyasının yitirdiği ve aradığı insanlardandır.
Arayışlarında bazen münzevi, bazen celveti, bazen de sufidir o.
Tasavvuftan, tarihten, şiirden, musikiden, tefsirden hemen hemen her alandan hakikati bulmaya çalışır. Bazı zaman bir film sahnesindeki gözyaşı, ona şoklar yaşatır.
ducane_cundioglu_b.jpg
Dücane Cündioğlu kendi ifadesiyle putperestler meclisinde ve kalabalıkların arasında keşf u ıttıla aramanın beyhudeliğini anlamış birisidir.
Cündioğlu, ızdırap ehlidir.
O kadar telaşlı bir arayıştadır ki adeta şiddet-i mevcudiyetinden Nursi'yi göremez ama O'nu tarif eder fakat bilmez.
Bakın şöyle seslenir:
''Keşf u ıttıla mı istiyorsun, duymakla olmaz bir de göreyim mi diyorsun, önce Cebrail'i çağırmak zorundasın, Hakkın cebrini...  Bu çağa... çağına... Tenezzül etmeli ki yanına inmeli, mağarana gelmeli. Lâkin önce seni yalnız bulmalı. Yalnız ve kimsesiz ve çaresiz.''
Şiddet-i mevcudiyetinden göremediği Nursi ise: 
''Ya Rab! Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim yaşlıyım, ihtiyârsızım. "El-amân!" diyorum, af diliyorum, dergâhından yardım istiyorum, ey Allah'ım!'' der ve kâh çam dağının başında kâh horhor mağarasında ömür geçirir. [18.söz]
Gözünde ne Mekke ne Medine, HİRA vardır Dücane hocada:

Öküz Mehmet Paşa ve öküz hikayesi

' yıldır zalim esed in bombaları altında inleyen halep hiç aklımızdan çıkmıyor denilse de o kadar samimi olduğumuzu düşünmüyorum ne yazıkki. bu noktada iskender pala nın 21.11.2012 tarihinde zaman gazetesinde yer alan yazıyı okumalarını tavsiye edeceğim.ki bir zamanlar bizim olanları ve bizden kalanları unutmasınlar diye.

haleplilerin unutmadıkları bizden birisi olan öküz mehmet paşa ili iskender palanın yer verdiği o meşhur öküz hikayesidir.


Hani anekdottur, anlatırlar; paşayı çekemeyenler ona Öküz lakabını taktıktan sonra bir gün Halep’te ordusunun kumandanları, çorbacıları ve ağalarıyla harp divanı yapmaktaymış. Otağda ateşli münakaşaların yapıldığı ve taarruz planlarının tartışıldığı sırada, nöbetçilerin gaflet anında huzura bir öküz çıkıp gelmiş. Birliklerin iaşesi ve nakliyesi için getirilen öküzlerden biri... Öküz herkesin gözü önünde huzura ilerlerken bakalım ne olacak diye hiç kimse ses çıkarmıyormuş. Öküz varmış, varmış, divanın başında oturan Mehmet Paşa’nın yanına sokulmuş, kulağına doğru eğilmiş ve dilini çıkarıp bir iki yalar gibi yaparak tısıldamış. Manzarayı görenler o sırada gülmemek için kendilerini zor tutuyorlarmış. Sonra öküz tekrar geldiği gibi geri dönmüş, çadırın kapısından çıkarken dönüp melul ve mahzun, Öküz Paşa’ya bir kez daha bakmış. Sanki gözlerinden yaş akar gibi. Buraya kadar sabreden azalar burada kendilerini tutamamış ve gülmeye başlamışlar. Paşa hiç istifini bozmadan sormuş:
    “Efendiler, bu öküz kulağıma ne dedi merak ediyor musunuz?”
    “Beli paşa hazretleri, ne dedi?!”
    “Dedi ki, bre Mehmet, sen bizlerdensin ama bu eşeklerin arasında ne işin var, acayip ve garayip!..”
    Halep bugün harap olurken acaba Öküz Mehmet Paşa’nın türbesi ne durumda, ve onun türbesinin başına gelmek üzere olan felaketten kimsenin vicdanı sızlıyor mu? Ah Halep!.. Bereketi ve bolluğu harman eyleyen Halep!.. Sana kurşunlar değil telli duvaklı tenezzühler yakışırdı ya!

Musa sowdan erdoğana: Allah erdoğanı korusun


Dünya, Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlere muhtaç. İsrail'e karşı dimdik duracak onun gibi Müslümanlara ihtiyacımız var. Allah, Erdoğan'ı korusun. Bu sözler Fenerbahçe'nin Senegalli golcüsü Sow'a ait...
Fenerbahçe'nin Senegalli golcüsü Moussa Sow, harika bir gol attığı olaylı Eskişehirspor maçının ardından, twitter hesabından kendisini tebrik eden sarı-lacivertli taraftarlardan, "Filistin için dua edin" diyerek istekte bulundu. Sow'un Filistin'e olan ilgisinin ise yeni olmadığı ortaya çıktı. İyi bir Müslüman olan 26 yaşındaki futbolcunun, 1990 yılında Fransa'da kurulan "Comite de Bienfaisance et de secours aux Palestiniens" (CBSP) isimli yardım kuruluşuna defalarca yardımda bulunduğu ortaya çıktı. Sarı-lacivertli yıldızın CBSP için bire bir gönüllü olarak çalıştığı hatta yardım organizasyonlarında da gönüllü ve konuşmacı olarak da yer aldığı öğrenildi.


ERDOĞAN'LA TANIŞMAYI ÇOK İSTİYOR
 Sow'un, CBSP tarafından Fransa'nın başkenti Paris'te yapılan bir yardım organizasyonunda ünlü "one minute" çıkışının yaşandığı dönemde bir konuşma yaptığı, bu konuşmada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a övgüler düzdüğü belirlendi. Sow'un Paris'te yapılan yardım organizasyonu sırasında yaptığı konuşmada, "Dünya, Erdoğan gibi liderlere muhtaç. İsrail'e karşı dimdik duracak onun gibi iyi Müslümanlara ihtiyacımız var. Allah onu korusun" dediği ortaya çıktı. Moussa Sow'un sıkı hayranı olduğu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la tanışmayı ise çok isteği belirtiliyor.

Bir dışışleri bakanının gözyaşları Ahmet Davutoğlu gazzede



Aralarında Ahmet Davutoğlu'nun da bulunduğu dışişleri bakanları heyeti, Filistin Başbakanı İsmail Haniye ile İsrail saldırılarında yaralanan çok sayıda Filistinlinin tedavi gördüğü ŞifaHastanesi'ne geldi.
Hastane önünde toplanan kalabalık Filistinli gurubun sevgi gösterisiyle karşılaşan Davutoğlu, hastanedeki yaralıları ziyaret ederek, sağlık durumlarıyla ilgili bilgi aldı.
Heyetin hastane ziyareti sırasında, İsrail'in savaş uçaklarıyla saldırısında yaralılar hastaneye getirilmeye devam etti.
Bakan Davutoğlu, yaralı Filistinlileri görünce gözyaşlarına hakim olamadı.
Kaynak: AA



 Bebek  katiil israilin 1 haftadır bombaları altında inleyen gazzenin bugün bir misafiri vardı, başbakan erdoğanın geçen hafta sonunda mısırdan önce israile islam dünyasında ki durumların 2008 deki gibi olmadığını hatırlattığı ardından arap birliği ve islam işbirliği teşkilatına siz ne işe yararsınız sözleriyle büyük dikkat çeken konuşmasının akabinde bugün(21.11.2012) 9 islam ülkesinin dışışleri bakanı gazze ziyaretindeydi.


  Bu ziyarete türkiye adına dışışleri bakanımız Ahmet davutoğluda eşlik etti, gazze ziyareti esnasında israilin sınır tanımaz vahşiliği ve tüm dünya ya meydan okurcasına yaptığı katliamları bizzat gören ahmet davutoğlu gazzeli yaralıları ziyaret ederken göz yaşlarını tutamadı..

 Yıllarca liderlerinin toplumsal ve hassas bu gibi konularda ağlayan toplumunun derdini hissedebilen yada onlarla ağlayabilen bir lideri dahi Başbakan erdoğanın siyaset sahnesine çıkıncaya kadar rastlanmadığı , hele hele kendilerini yıllarca toplumdan ayrı ve üst tabakada gören hariciye dediğimiz topluluktan bırakın toplumun dertlerini devletin derdine bile deva olmaktan uzak ve ruhsuz iken son yıllarda gelişen ve ilerleyen türkiyenin çizmiş olduğu tüm dünyada geçerli olan yollara inat kendi ayrı bir yolunda büyük emeği geçen allahu tealanın emeklerini boşa çıkarmasın diye hergün onlarca duanın arkasında semaya yükseldiği Sayın dışışleri bakanının toplumun büyük bir kısmının gözyaşlarıyla ıslattığı bugünlerde derdimize ve hissimize lisani haliyle tercüman olması sanırım bir başka açıdan da bir şeyler ifade ediyordur sanırım

                                        ahmet davutoğlu ve yaralı filistinli

Ben yaşım itibariyle genç toplumsal olaylara merak sarıp takip etme itibariyle ülkemizdeki genel seviyeye bakarsak orta yaşa yaklaşmış insanların eriştiği bilgilere tanık olmasamda haberdar olabilmeyi bir nebze ulaşmış saymaktayım yada öyle olduğumu farzediyorum bugüne kadar böyle bir olayla ülkemizde geçiniz efendim rastlandığını vaki olacağını söyleseler bir çokları gibi bizde olurmu yahu , nerde o günler gibi cümleler ile hayretlerimi aksettirirdik  hamdolsun ki bugünleride gördük ve gazzeli kardeşlerimizin derdine derman olabilmek için çabalayan dışışleri bakanımız ,başbakanımız Allaha şükür artık mevcut.


 Sayın bakanım bilmiyorum belki farketmemiş olabilirsiniz ama o gözyaşlarınıza türkiyede, gazzede mısırda ve tüm islam ülkesinde o fotoğrafları seyrederken kendi gözyaşlarıyla da ortak olan bir çokbelki miilyonlar  kardeşinizin olduğunu unutmayınız derim . Rabbim inşallah sizinledir bizi kardeşlerimizden ayrı düşürecek her türlü kötülük ve engele karşı sizi böyle azimli ve mücadeleci ruhunuz yanında gönül hissiyatımızada ortak olarak görmüş olmaktan büyük şeref ve onur duymaktayım Rabbim yürüdüğünüz yolu hak yolda olduğunuz her daimde açık ve müyesser eylesin...


dualarımız ve gönüllerimiz sizinle inşallah.




En emin olana Emanet olunuz.

fotoğraflar anadolu ajansından ERHAN SEVENLER  tarafından kayda alınmıştır.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Avusturyada islamiyetin resmi kabülü ve Avusturya İslam Kanunu’nun 100.yılı



15 Temmuz 1912 yılında kabul edilen Kanun;
9 Ağustos 1912 yılında LXVI (66) adet basılmış ve dağıtılmıştır.
İslam Dininin Hanefi Mezhebi mensuplarının “Dini İnanç Topluluğu” olarak tanınmasına ilişkin, imparatorluğun (Monarşi) her iki Meclisi’nin de kabulü ile düzenlemenin şu şekilde olması uygun görülmüştür. Buna göre;
Madde I
İmparatorluk Konseyinde temsil edilen Krallıklar ve Eyaletler tarafından, 1 Aralık 1867 Anayasasının 147. maddesinin özellikle XV. fıkrasına dayanarak, resmen tanınan inanç topluluğu olarak kabul edilmesiyle İslam dininin Hanefi mezhebine tabi olanlara aşağıdaki haklar verilmiştir.
§1.
İslam dini mensuplarının hukuki statüleri, en azından kültürel bir topluluk (cemaat) oldukları sürece, devlet gözetimi altında bulunması şartıyla, kendi kendilerini yönetme ve karar alma hakları temelinde teminat altına alınmıştır.
Bu durumda, ülkedeki İslam dinine mensup Bosna-Herseklilerin bir Kültür Organizasyonu (cemaat) bağlamında yaşamaları dikkate alınır. Dini cemaat olarak yapılanmalarından önce de İslami amaçlara yönelik dini vakıflar kurulabilir.
§2.
Kültür Bakanlığının onayı ile Bosna-Hersek’ten din hizmetleri dairesi için din görevlileri görevlendirilebilir.
§3.
İbadetlerin yerine getirilmesinde, toplum düzenini bozacak bir durum ortaya çıkması halinde bu ibadetler hükümet tarafından yasaklanabilir.
§4.
Eğer bir din görevlisi; herhangi bir kanunsuz davranıştan, ya da buna benzer bir olaydan dolayı suçlu bulunursa ve bunu çıkar amaçlı gerçekleştirmişse, ahlak kaidelerine ters davranmış veya toplumsal tepkiye sebebiyet vermişse ya da toplum düzenini bozacak davranışlarda bulunduğu tespit edilirse görevinden uzaklaştırılır.
§5.
İslam’a inanan Hanefi mezhebi mensuplarının; cemaat ve organlarının yetki alanlarının aşılmamasına, kanunların ve buna bağlı hükümlerle kararların ihlal edilmemesine, resmi ilişkilerin ve düzenlemelerin dışa karşı uygulamalar ile bu dinin mensuplarına tanınan hakların kullanımına ilişkin tüm gözetim ve denetim devlet kurumları tarafından gerçekleştirilir. Bunun sonucunda resmi kurumlar gelir durumuna bağlı olarak makul bir para cezası veya yasaların müsaade ettiği diğer bir cezai müeyyide uygulayabilir.
§6.
İslam’a inanan Hanefi mezhebi mensupları, dini ibadetlerini yerine getirmede ve dini vecibelerini uygulamada resmi olarak tanınmış diğer dini cemaatlerin haklarına ve kanuni korumasına sahiptirler. Ayrıca İslam’ın öğretileri, kurumları ve gelenek/görenekleri de devlet yasaları ile çelişmedikleri sürece aynı şekilde koruma altındadır.
§7.
İslam dini mensuplarının evliliklerine ve doğum, nikâh, ölüm kayıtlarının tutulması, 9 Nisan 1870 yılında çıkan 51 numaralı yasa kapsamındadır. Nikâh kıyılması ile alakalı dini vecibelerin yerine getirilmesi bu kanunun hükmü kapsamında değildir.
§8.
Bu düzenleme ile doğum, nikâh ve ölüm kayıtlarının tutulmasında İslam din görevlilerinin ortak yetki kullanıp kullanmayacakları, kullanmaları halinde ise bunun hangi şekilde olacağı da belirlenir.
Madde II
Bu kanunun yürütmesinden Kültür ve Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı sorumludur.
Bad Ischl – 15 Temmuz 1912
Franz Joseph m.p.
Hochenburger m.p. Heinold m.p. Hussarek m.p.

bu metin: Avusturyada diyanet işler teşkilatımızınve gurbetçilerimizin katkılarıyla kurulmuş olan ATİB(“Avusturya Türk İslam Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Birliği) atib.at sitesinden alınmıştır
haberle ilgili diğer ayrıntılar için tıklayınız

16 Kasım 2012 Cuma

16 kasım 2012 mehmet talha gürbüz

Sanırım bir yyaş daha ihtiyarladığımızın maluma ilan edildiği gündür e posta , sms ler ve gelen telefonların söylemek istediği 8401 gündür bu alemde bi izni ilahi ile nefes alıp verdiğimizdir. Allah aldığımız bu nefesleri hesabını kolay verenlerden eylesin.

11 Kasım 2012 Pazar

Kartalspor dan bilet rezaleti

11.11.2012 Kartalspor - TorkuKonyaspor Mücadelesi için misafir takım tribünü bilet fiyatlarını 25 tl belirleyen kartalspor kulübü yöneticilerini burdan kınıyor ve ligin ikinci yarısında Konyada oynanacak olan maça mümkünse gelmemelerini şayet gelirsede bilet lerin bedava olacağını hatırlatmayı burdan bir konyaspor tarftarı ve bugün o yağmur ve ayazda stad önünde kalan bir taraftar olarak dile getiriyorum

4 Kasım 2012 Pazar

Medya ve demokrasi üzerine bir çalışma.

Medya nedir? Medya "tüketelim çünkü üretiyoruz" düşüncesinin "üretildiği için tüketilen" bir yansımasdır.

Medya bizi bir dünyadan haberdar eder, bu doğru ama bu dünya bizim yaşadığımız dünya değil haberdar olduğumuz dünyadır.

Medyanın en büyük amacı "haberdar etmeyi" "bilmek" olarak adlandırmaktır.

Medya toplumu, haritada adını bilmediğimiz ülkedeki enflasyon rakamlarından haberdar olan bu halk karşı komşusunun isminden haberdar değildir.

Medyanın asıl amacı bütün sanayileşmiş toplumları ortak bir toplum tipinde buluşturmak, az gelişmiş ülkeleri ise gelişmiş toplumların düşünce tarzlarınını benimsemelerine yardımcı olmaktır.

media and democracy? Medya ve demokrasi ingilizce ödev sunumu

  what is the media: the media called of the "we are consuming , because we are producing". It's a reflection of the idea of consumption is produced.

  The media toise informed in the world , this is true but how is the world? This world not live in our world.
This world that we are to be informed.

  The most important objective of the media , tell the to informed substitution known.

  Mclohan says:
The means of the message it self. The media creating a new society, How is the society? This society is a informed that number of the inflation where we don't know place in the map but the same society never know other name of the neigbour.

  The main idea of Media's: all the industrial society collect to 1 idea and other country.

  We are kill to flea enough but how much burning to quilt?
The media want to only one things. All the society look like similar society. The media look like to pointer , because media want to one picture, the media never tolerance other voice.

  The families told the fabl in the past because parents surviving to renewal himself. The basic charecteristics of human would be consolidated in this way.

2 Kasım 2012 Cuma

üsküdardan ümraniye vatan bilgisayara nasıl gidilir

üsküdar dan ümraniye vatan bilgisayara gitmek için  her 10-15 dk da bir kalkan 9ÜD , 320 , yada daha seyrek kalkan 9K, 9P, 9V hatlarına binilip , ümraniyede kaymakamlık durağında inilip 100m ileriye doğru yol aldığınız da vatan bilgisayarı hemen sağ tarafta bulmuş olacaksınız.

1 Kasım 2012 Perşembe

Mehmet Görmez'den Alman bakana anlamlı sünnet sorusu


Görmez'den Alman bakana anlamlı sünnet sorusu

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Almanya'dan misafirleri vardı.




Görmez'in Alman Adalet Bakanı ile görüşmesinin gündemi Almanya'daki sünnet yasağıydı.
Mehmet Görmez, sünnetin yaralama kapsamında değerlendirilmesi ile ilgili Alman Bakan'a,
"Küpe için kulakların delinmesi de yaralama olarak değerlendiriliyor mu? diye sordu.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Almanya Adalet Bakanı Sabine Leutheusser-Schnarrenberger ile biraraya geldi.
İkilinin görüşmesine Almanya'daki sünnet yasağı damgasını vurdu.
Alman Bakan konu ile ilgili yeni bir yasa tasarısı üzerinde çalıştıklarını ve ilk aylarda sünnetin doktor tarafından yapılma zorunluluğunu kaldırdıklarını belirtti.
Mehmet Görmez, İslam'da sünnetin din adamları tarafından yapılma zorunluluğunun olmadığını vurguladı.
Görmez, "İslam dini açısından sünneti uzmanın yapması gerekir. Bunun din adamı olması gerekmez. Çocuğa zararı olacaksa bunu sıradan bir kimsenin yapması doğru değil" dedi.
Sünnetin çocuğu yaralama kapsamında değerlendirilmesi ile ilgili Görmez'in Alman Bakan'a sorduğu soru manidardı:
"Kız çocuklarının küpe takmak için kulaklarını delmesini yaralama olarak değerlendiriyorlar mı? Böyle bir karar alan mahkeme var mı?"
Ne Olmuştu?
Almanya'da Köln Eyalet Mahkemesi, Müslüman bir ailenin çocuğunu sünnet eden doktorun yaralama suçu işlediğine karar vermişti.
Mahkeme, doktoru, yaptığı işin yasadışı olduğunu bilmediği gerekçesiyle serbest bırakmıştı.
Sünnetin yaralama suçu kapsamına girdiği için yasadışı olduğuna karar veren mahkeme, sünnetin ancak tıbbi gereklilik sözkonusu olduğunda yapılmasının yasadışı olmayacağına hükmetmişti.Mahkemenin bu kararı tepkiyle karşılanmıştı.



Kur'an'ın şifa ayeti ile hastaları tedavi ediyor, bal ile gelen mucize


Kur'an'ın şifa ayeti ile hastaları tedavi ediyor

Mohd Yusoff, balla kronik yaraları iyileştiren bir yöntem geliştirdi


Malezyalı Prof. Dr. Kamaruddin Mohd Yusoff, balla kronik yaraları iyileştiren bir yöntem geliştirdi. Moleküler Biyoloji ve Genetik profesörü Yusoff, Kur’an-ı Kerim’de Nahl Suresi’ndeki ‘bal şifadır’ beyanından yola çıkarak bir çalışma yaptı.


Prof. Yusoff, Malaya Üniversitesi’nde kronik yara sebebiyle uzuvları kesilecek hastaları bal ile tedavi etti. Yusoff, “Balın biyokimyevî özelliklerini anlamak için bir araştırma yaptım. Hedefim, ayetteki mesajı ortaya çıkarmaktı. Bal, bugüne kadar yapılan bütün yara bakım ürünlerinden her yönüyle üstün. Bu balın biyokimyevî özelliğinden kaynaklanıyor.” diyor.
Malaya Üniversitesi Tıp Merkezi’nde farklı sebeplerle ortaya çıkan kronik yaraya sahip 102 hasta üzerinde yaptığı çalışmayı şöyle anlatıyor: “Yara tedavisi 1 aydan başlayıp, 2 yıla kadar süren hastalar üzerinde çalıştık. Tuzlu su, ağızdan ve damardan verilen antibiyotikler, kimyasal maddeler ve en modern yöntemlerle tedavi edilmeye çalışıldı. Ancak ileri düzey enfeksiyon sebebiyle birçoğuna uzuvların kesilmesi önerildi. Çalışmada bal yaranın üzerini örtecek şekilde uygulandı. Yara gazlı bez veya pamukla kapatıldı. Yaranın büyük olduğu durumlarda iki kez bal takviye edildi. Bal uygulanan yaralar ertesi gün pansuman edildiğinde, sargıların kolayca alınabilmesi şaşırtıcıydı. Gazlı bez ve pamuk yaralı bölgeye yapışmıyordu. Bu tedavi için oldukça önemliydi. Çünkü yeni oluşan hücrelerin yıpranıp, yırtılması önleniyordu. Bal yarayı hızlıca sterilize edip mikroplardan arındırıyordu. Yaralar üçüncü haftada tamamen bakteriden arınmıştı. Kronik, yüksek derecede mikrop kapmış ve bilinen yöntemlerle tedavi edilemeyen yaraları, hayret verici bir hızla iyileştirdi. Bu çalışma bugüne kadar yapılmış ilk ve yüzde 100 başarılı en büyük bal çalışması olarak gerçekleştirildi.”
Kamaruddin Mohd Yusoff, çalışmalarını bal familyası açısından zengin olan Türkiye’de Samsun Canik Başarı Üniversitesi’nde devam edecek.

Said Nursili Meclisten mi söz ediyorsun Kılıçdaroğlu?


Said Nursili Meclisten mi söz ediyorsun Kılıçdaroğlu?

Çakır, Kılıçdaroğlu’na Mehmet Akif’in yer aldığı, Said Nursi’nin ziyaret ettiği meclisi hatırlattı



Star yazarı Elif Çakır, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Mehmet Akif’in yer aldığı, Said Nursi’nin ziyaret ettiği meclisi hatırlattı.
Cumhuriyet yürüyüşüne katıldığı eleştiren Çakır, Kılıçdaroğlu’nun “Asla ve asla Cumhuriyetten ödün vermeyeceğim” sözlerini “hangi Cumhuriyetten ödün vermeyeceksiniz onu bir netleştirelim” sözleri ile cevapladı.
Birinci Meclisin 23 Nisan 1920’de Cuma namazı çıkışında halk ve askerin içiçe sıralandığı, tekbirlerle, dualarla, hatimlerle, kurbanlarla ve Kur’an-ı Kerim üzerine yeminlerle açıldığını ifade eden Çakır, yazısını şöyle sürdürdü:
“Birinci Meclis’teki Cumhuriyetten mi bahsediyorsunuz? Hani Meclisinin yüzde 25’ini din adamlarının oluşturduğu Birinci Meclis... Alevilerin, Kürtlerin, dindarların temsil edildiği, “temsil gücü yüksek”, bütün siyasi görüş ayrılıklarının bir kenara bırakıldığı, tek gayenin ülkenin milli birlik ve beraberliği olan Birinci Meclis...
“Mehmet Akif Ersoy’un mebus olduğu, Said-i Nursi’nin mebus olmasa da sık sık ziyaret ettiği, 160 milletvekili ve Atatürk ile İnönü’nün imzasıyla “Van’da Medresetü’z Zehra namıyla bir darü’l umum-i İslamiye inşa ve küşadına” diyerek onay verip 150 bin lira bütçe ayıran Birinci Meclis...
“Cumhurla barışık ve tüm toplumu kuşatan bir ruhu olan meclisten bahsediyorum. Birinci Meclisin ruhundaki Cumhuriyetle hiçbirimizin sorunu yok zaten. Siz de hatanızı anlayıp Birinci Meclis’in Cumhuriyetin kurucu ruhuna yeniden dönelim diyorsanız eyvallah... Hepimizin sorunu bir mülakatta İsmail Habip Sevik’in “Neden yeni bir seçime ihtiyaç duyuyorsunuz” sorusu üzerine Atatürk’ün “İtiraz seslerinin yükselmeyeceği kız gibi bir meclis yapmak istiyorum” cevabı ile oluşan meclisle aslında.
Sonrası  sancılı yıllar... İstiklal Mahkemeleri... Otoriter bir yönetim ve sindirilmiş halk... Yoksa geçmişinizle yüzleşip yüzünüzü Cumhuriyetin kurucu ruhuna çevirip Birinci
Meclise geri dönme isteği mi? Hangi Cumhuriyetten ödün vermeyeceksiniz bir ona karar verin...

kaynak: Risale Haber-Haber Merkezi

60 darbecilerinin korkusu Bu halk Said Nursi'yi cumhurbaşkanı seçer


Bu halk Said Nursi'yi cumhurbaşkanı seçer

1961 Anayasası’nın mimarı Sıddık Sami Onar’ın korkusu



Yeni Akit yazarı Muhsin Meriç, 1961 Anayasası’nın mimarı Sıddık Sami Onar’ın "cumhura sorulursa bu cumhur Said Nursi’yi cumhurbaşkanı seçer" sözlerini hatırlattı.
Her kesimin zihninde bambaşka bir cumhuriyet olduğunu ifade eden Meriç, bazı zihinlerdeki ‘cumhuriyet’lerde ise sadece ‘cumhur’un adı olduğunu belirtti.
Bir ülkenin adının yanına ‘cumhuriyet’ sıfatı eklenince hakikaten cumhuriyet olmayacağını vurgulayan Meriç, "89 sene önce, avn-i ilahi ile kazanılan istiklal harbinin ertesinde kurulan cumhuriyetin adım adım nasıl da ‘mutlak istibdat’a dönüştürüldüğünü de en iyi bu cumhuriyeti koruma-kollama ‘telaş’ındaki cumhur(iyet) düşmanları bilir. ‘Millet iradesi’nden lafa gelince dem vurup hakikatte o mukaddes millet iradesine asla ‘güvenilmeyeceğini’ de gayet iyi bilirler! Hatta daha neler bilirler onlar neler: Şayet ‘cumhur’a sorulursa bu cumhurun ya Said Nursi’yi veya Ali Fuat Başgil’i cumhurbaşkanı seçeceğini, 1961 Anayasası’nın mimarı Sıddık Sami Onar’ın ifade ettiğini de bu sözün bugün nereye tekabül ettiğini de gayet iyi bilirler. Korkularını bu bilgileri, cehl-i mürekkep içindeki bu bilgilerini de inkâr ve inatları besler!" dedi.
Söz konusu kesimlerin en büyük korkusunun dindar cumhuriyetçilerin sahip çıkışı olduğuna dikkat çeken Meriç, yazısını şöyle sürdürdü:
"Bu kesimlerin en büyük kâbusu ise cumhuriyetin hakiki manasıyla tahakkuk etmesi ve bu rejime dindar cumhuriyetçilerin sahip çıkmasıdır. Çünkü siyasetlerini dinsizliklerine, dinsizliklerini de siyasetlerine alet ederek adına cumhuriyet dedikleri müstebit, vesayetçi bir rejimi ayakta tutmak, onu korumak ve kollamak bu kesimlerin ortak gayesidir. Bu gayeye ulaşmak için korsanlık dâhil her yola teşebbüsten geri durmayacaklarını son 29 Ekim günü gayet iyi gördük! Bir devir bitti, bitiyor; kabul edip hazmetmek herkes için kolay olmasa da gün gibi aşikâr bir hakikat bu bitiş.

kaynak: Risale Haber-Haber Merkezi

Almanya'da yaşlılara yer yok, Almanya 411 bin yaşlıyı başka ülkelere gönderiyor



Almanya'da yaşlılara yer yok

Almanya kaynaklı bir haber insanoğlunun vefasızlığına yeni bir örnek oldu



Almanya kaynaklı bir haber insanoğlunun vefasızlığına yeni bir örnek oldu. Almanya'da devletten yardım alan 411 bin emeklinin artan maliyetten dolayı yurt dışına gönderilmesi gündemde. Ülkeden yapılan açıklamada yaşlı nüfusunun hızla artığı ve yurtdışında bakımın daha ucuz olduğu belirtiliyor
Almanya'da bakıma muhtaç hale gelen yüz binlerce yaşlı emeklinin bakım hizmeti almaya yetecek maddi imkanlara sahip olmadığı ve bu sebeple devletten bakım yardımı almak zorunda kaldığı ortaya çıktı. Buna paralel olarak da bakım sektörünün 'pahalıya gelen' ama bakım almaya yetecek parası bulunmayan yaşlıların yurt dışına gönderilmesini tartışmaya başladığı öğrenildi.
Federal İstatistik Dairesi'nin (Destatis) 2010 yılına ait son verilerine göre bu durumda bulunan yaklaşık 411 bin emekli devletten bakım yardımı almak zorunda kaldı. Ülkenin en büyük sosyal kuruluşlarından VdK'nın yaptığı araştırmalara göre halihazırda bakım yardımı alanların dörtte üçünün huzurevlerinde yaşadığını belirtilirken, aylık hizmet bedeli nin 2 bin 900 avroya yükseldiği belirtildi.
Öte yandan Bild gazetesi ise bakım sektörünün bahsi geçen yüksek maliyetler nedeniyle yaşlı emeklilerin yurtdışında bulunan daha ucuz huzurevlerine yerleştirilmesini tartışmaya başladığına dikkat çekti. (Yeni Şafak)
KUR'AN-I KERİM'DE ANNE-BABA HAKKI VE RİSALE-İ NUR YORUMU
Yirmi Birinci Mektup
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ  وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَاۤ اَوْكِلاَ هُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُماَ اُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا - وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِى صَغِيرًا - رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فِى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِْلاَوَّابِينَ غَفُورًا
EY HANESİNDE ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil! Şu âyet-i kerimeye dikkat et, bak: Nasıl ki bir âyette, beş tabaka ayrı ayrı surette ihtiyar valideyne şefkati celb ediyor!
Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukàbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. (Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)
İşte, o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır, bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına feda edenin zevâl-i hayatını arzu etmek ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!

Üniversite, öğrencileri kartzede mi yapmak istiyor?


Üniversite, öğrencileri kartzede mi yapmak istiyor?

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi akıl almaz bir uygulama başlattı




Türkiye'de kredi kartı mağdurları her geçen gün çığ gibi büyürken, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi akıl almaz bir uygulama başlattı. Üniversite yönetimi almış olduğu kararla 40 bin öğrenciye zorunlu kredi kartı dağıttı. Öğrencilerin zorla kredi kartı kullanmaya teşvik edilmesi, ileride oluşacak muhtemel kredi kartı borçlarını da tetikleyecek. Büyük çoğunluğu orta gelir grubu ailelerine mensup olan bu öğrencilerin, hayatlarının baharında faiz kıskacına düşmesi, hem de bunun bir eğitim kurumu aracılığıyla yapılması şaşkınlık uyandırdı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nde 40 bin öğrenciye kredi kartı dağıtıldı ve kullanımı zorunlu tutuldu. Üniversite öğrencileri daha öğrenim kredisinin altından kalkamazken şimdide "kredi kartı" zorunluluğu ile karşılaştı. Öğrenci kimlik kartları yenileriyle değiştiriliyor bahanesiyle başlayan süreçte öğrenciler, yeni yönetmelikle kredi kartı almak zorunda kaldı. Kredi kartlarının faiz ve borçları yüzünden ülkemizde birçok aile dağılırken ve insanlar kredi kartı ve faiz borçları yüzünden bunalıma girerken, üniversitelilere kredi kartı verilmesi ise veliler ve öğrenciler tarafından tepkilere neden oldu.
Kredi kartını kullanmak zorunlu
500 TL'ye kadar limiti bulunan 'Kampüs Kartı' açtırmak mecburi .Yeni yönetmelikle birlikte öğrencilere yemekhaneden yemek yiyebilmek için, verilen kredi kartını kullanma zorunluluğu getirildi. Eski kartlarda, kartı açtırma mecburiyeti yokken yeni "öğrenci-kredi kartında" bu durum zorunlu tutuldu. Kredi kartı mecburiyeti getirilmesi öğrenciler tarafından da büyük tepki topladı.
40 bin öğrenciye kredi kartı dağıtıldı
Konuyla ilgili gazetemize açıklamada bulunan Anadolu Gençlik Derneği Sivas Üniversite Komisyon Başkanı Mustafa Durmuş, "Rektör yardımcısı Hüseyin Yılmaz'la bu konuyla ilgili görüştük. Ancak Rektör yardımcımız bu uygulamanın kendilerinin yapmadığını söyledi ve daha önceki yönetimin uygulaması olduğunu dile getirdi. Amaçlarının ise çok amaçlı kart olduğunu söylediler. Şuanda 40 bin öğrenciye kredi kartı dağıtıldı. Ve kullanılması zorunlu olduğu söylendi. Çünkü yemekhanelerde verilen bu kredi kartları kullanılacakmış." dedi.
Öğrenciler faiz batağına sürükleniyor
Durmuş, "Çok amaçlı kart maliyetlerinin yüksek olduğundan Üniversite, bu çalışmayı bankayla ortaklaşa yapmış. Yapılan bu uygulama hem üniversitenin işine yarıyor hem de bankanın. Fakat öğrencilerin faiz batağına sürüklenmesine herkes göz yumuyor. Üniversiteli arkadaşlara sesleniyorum. Kimse kredi kartlarını açtırmasın. Yetkililerden de merkezi yemekhane de yapılacak bu uygulamadan vazgeçilmesini ve başka natif çözümler üretilmesini istiyoruz. Çünkü bu uygulama öğrencilere yarar değil, zarar getirir. Öğrencilerin faiz batağına sürüklenmesine göz yumamayız." şeklinde konuştu.

25 Ekim 2012 Perşembe

Kurban Bayramınız mübarek olsun

tüm islam aleminin bayramını tebrik eder,  Başta Suriyedeki zalim esad yönetimine karşı savaşan din kardeşlerimizin ve  o mazlum jalkın olmak üzere Çeçenistan Moro , Patani Afganistan Pakistan Filistin ve tüm acı çeken müslüman kardeşlerimizin bir an önce özgürlüklerine ve hayırlı bir geleceğe kavuşmalarını Cenab-ı Allah tan niyaz ederim..

Dünyada anayasa mahkemelerine üyeleri nasıl seçiliyor



 



Bu belgeyi MS WORD
formatında indirmek için burasını tıklayınız.

www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.doc
 



Karşılaştırmalı
hukuka baktığımızda Anayasa Mahkemesi üyelerinin şu şekillerde seçildiği
görülmektedir:

1. ABD[1]


ABD Yüksek
mahkemesi dokuz üyeden oluşur. Üyeler iyi hâllerini (good behavior)
sürdürmeleri şartıyla ömür boyu görevde kalırlar
[2].
İyi hâlin kaybı, yani üyenin suç işlemesi durumunda impeachment usûlünün
işletilmesiyle senatonun üçte ikisinin oyuyla görevden alınması mümkündür. Ancak
kuruluşundan bugüne görevden bu şekilde alınmış bir Yüksek mahkeme üyesi yoktur
[3].
ABD Yüksek Mahkemesine üye atanabilmenin eğitim, meslek vb. koşulları yoktur.
Bununla birlikte uygulamada genellikle hukuk mesleğinden kişilerin üye olarak
atandıkları görülmektedir. Üyelerin hepsini atama yetkisi Başkana aittir. Ancak,
başkanın ataması “Senatonun görüş ve onayı (advice and consent of the Senate)”na
bağlıdır (Anayasa, m.2, sek.2, par. 2). Uygulamada, Başkanların kendi siyasal
görüşüne yakın kişileri Yüksek Mahkemeye üye olarak atadıklarına şahit
olunmaktadır. Başkanın partisi Senatoda çoğunluğa sahip değil ise, Senatonun
atanan kişinin atamasını onaylamadığı da görülmektedir. Uygulamada başkan
tarafından atanan üyelerin beşte birine yakın kısmının Senato tarafından
onaylanmadığı not edilmektedir
[4].
Senato onaylamadan önce Başkan tarafından önerilen adayın sorgulamasını yapmak
için bir komite oluşturur. Komitede sorgulama sözlü ve kamuya açıktır.
Sorgulamada Komite, adayın siyasal eğilimlerini ve hatta özel hayatını dahi
araştırır. Örneğin Başkan Bush tarafından önerilen R. H. Bork’un üyeliğini
Senato siyasal görüşleri nedeniyle onaylamamıştır. Bork’tan sonra aday olan D.
H. Ginsburg da gençliğinde marihuana içtiği için çekilmek zorunda kalmıştır
[5].
Sonuç olarak ABD Yüksek Mahkemeye üye atanması ve onanması işinde siyasal
faktörlerin rol oynadığını söyleyebiliriz
[6].

2. Almanya


Alman Federal
Anayasa Mahkemesi 16 hakimden oluşur. Hakimlerin yarısı Bundestag (birinci
meclis [millet meclisi]), diğer yarısı da Bundestrat (ikinci meclis [senato])
tarafından seçilir (AY, m.94/1). Mahkeme Başkanı ve Başkan Vekili dönüşümlü
olarak Bundestag ve Bundesrat tarafından seçilir. Görev süreleri 12 yıldır.
Tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Üye seçilebilmek için 40 yaşını doldurmuş
olmak ve hakim olma yeterliliğine sahip olmaları gerekir. Üniversite öğretim
üyeliği dışında başka bir işle Anayasa Mahkemesi üyeliği bağdaşmaz.

3. Avusturya


Avusturya Anayasa
Mahkemesi bir başkan, bir başkan vekili, 12 asıl ve 6 yedek üyeden oluşur (AY,
m.147). Başkan, Başkanvekili, 6 asıl üye ve üç yedek üye Federal Hükümet
tarafından; 3 asıl ve 2 yedek üye Ulusal Konsey (=Millet meclisi) tarafından, 3
asıl ve 1 yedek üye Federal Konsey (=Senato) tarafından seçilir. Seçilen adaylar
Federal başkan tarafından atanırlar. Federal hükümet tarafından seçilen üyelerin
hakim, kamu görevlisi, veya hukuk profesörü olması gerekir.

4. Fransa[7]


Fransız Anayasa
Konseyi dokuz üyeden oluşur. Eski Cumhurbaşkanları da -dilerlerse- Mahkemenin
doğal üyesidirler. Üyeler dokuz yıl görevde kalır. Bir defa seçilen üye tekrar
seçilemez. Üyelerin üçte biri her üç yılda bir yenilenir. Fransız Anayasa
Konseyine üye atanabilmenin eğitim, meslek vb. koşulları yoktur. Üyelerin üçü
Cumhurbaşkanı, üçü Millet Meclisi ve üçü de Senato Başkanı tarafından atanır
(1958 Anayasası, m.56). Fransa’da gerek Cumhurbaşkanı, gerek Millet Meclisi
Başkanı, Gerekse Senato Başkanı, kendisine yakın kişileri Anayasa Konseyine üye
olarak atamaktadırlar. Atanan kişilerin çoğunluğu eski politikacılar veya yüksek
bürokratlardır. Atanan kişilerin yaş ortalaması da hayli yüksektir (1980’lerde
yaş ortalaması 74 idi). O nedenle Anayasa Konseyi bir “emekliler hükûmeti”
olarak nitelendirilmektedir
[8].