Aşağıda ki yazı 2012-2013 eğitim yılı içerisinde islam tarihi dersi için hazırlanmış akdemik kurallara nispeten uyulmaya çalışılmış bir ödevidir. Ana kaynak olarak DİA ansiklopedisindeki maddeler ve Mehmet Nadir Özdemir'in 1998 yılında Selçuk üniversitesinde yapmış olduğu Abbasi halifeleri ve Büyük Selçuklu sultanları arasında ki münasebetler adlı Yüksek lisans tezinden faydalanılmıştır. Ödev içerisindeki hatalar şahsıma ait olup, kaynak gösterilmeye ve alıntıların hepsi belirtilmeye çalışılmıştır, ekstradan çıkan bütün hataların buna göre değerlendirilmesini talep ederiz... Faydalanacak arkadaşlara şimdiden hayırlı faydalanmalar diyoruz...
Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasiler Arasındaki Münasebetler
Abbasi-Büyük
Selçuklu münasebetlerini incelemeye geçmeden Selçuklulardan önce Abbasi
hilafeti ile siyasi münasebetlerin olan Türk devletleri hakkında bilgi vermek
uygun olur. Çünkü Abbasilerin ikinci devrinde hilafet zayıflamış, toprak
kaybetmiş ve hilafet toprakları üzerinde devletler kurulmuştur. Bu devletler
Maveraünnehr ve Horasanda Samanoğulları (874-999), doğu sınırı üzerinde
Karahanlılar(932-1212), bugünkü Afganistan ile Pakistan devletlerinin oldukları
bölgelerde Gazneliler(962-1183), Batı İran ve Trakya’da Büveyhiler(932-1055),
Mısır ve Suriye’de Fatimiler(910-1171)’dir. Bu devletlerden ikisi; Karahanlılar
ile Gazneliler Türk, diğer ikisi Samanoğulları ve Büvehioğulları; İranlı,
Fatimiler ise Arap’dır. Birinci katogoriye giren devletler Bağdad-Abbasi
Halifeliğini meşru olarak tanırlar ve onun dini otoritesini kabul ve müdafa
ederler.[1]
Karahanlılar kendilerine ”mü’minlerin emirinin mevlaları” derlerdi.
Maveraünnehir’de, devletlerinin kurulmasından itibaren Halife Kadirbillah adına
sikke bastırdılar. Gazneliler Devletide kendilerini Abbasi hilafetine bağlı
saydılar. Gazneli Sultan Mahmud Hindistana 17 sefer yapmış. Bu seferlerden
özellikle 416-417/1205-1206’daki Somnast seferinde kazandığı zafer tüm İslam
dünyasına yayılmış ve Abbasi halifesi tarafından Sultan ve ailesine yeni şeref
lakapları ve ünvanlar gönderilmiştir. Bu ünvanlar ”Yeminü’d-devle” ve
“Eminü’l-mille” vb. dir. Ayrıca Sultan Mahmud 381/991’de Büveyhiler tarafından
hilafete geçirildiği için Samanilerce tanınmayan halife Kadirbillah adına
horasan’da Hutbe okutmuştur.[2]
Karahanlılar ve Gazneliler Abbasi Hilafetini sadece dini bir otorite
olarak görmüşler, Halifeler Peygamber(a.s.)’in soyundan geldikleri için
gönülden bağlı kalmışlardır. Ancak onların dini nüfuzlarından yararlanarak
kendi siyasi otoritelerini güçlendirmek ve yaymak istemişlerdir.[3]
Abbasi Hilafeti’nin 4.ve 5. Yüzyıllardaki
Durumu
Abbasiler birinci dönemlerinde(308/920’den önceki
dönem) Bağdad’da kuvvetli bir yönetime sahi idiler. Halife devlete mutlak
olarak hükmediyordu. İtibarını, Allah’ın yeryüzündeki sultanı olarak
adlandırıyordu. Ona itaat Allah’a itaatti. Yaptıklarından sorumlu değildi.
Halifelerin kudret ve kaynağı ilahi bir temele dayanıyordu. Abbasi halifeleri
artık “Halifetü Resulillah” yerine “Halifetulah” ve “Zıllullah fi’l-arz”
unvanlarını taşımaya başlamışlardı Halife nazari olarak şeriatın bütün
hükümlerine uymak mecburiyetinde olmakla birlikte uygulamada hiç de öyle
değildi. Hilafet düzenli askeri kuvvetlere dayanıyor ve iktidarını ücretli
bürokrasi ile yürütüyordu[4]. Söz konusu
yüzyıl bitince Abbasi Devleti tarihinde yeni bir yüzyıl başladı. Tarihçiler bu
asrı ikinci Abbasi olarak nitelendirdiler. Bu asır birinci Abbasi asrından
ayrılıyordu. En önemli ayrılan yönü, ikinci Abbasi asrında devletteki merkezi
yönetimin ortadan kalkmasıydı. Yani artık halifenin otoritesi vilayetlerde
geçmiyordu. Bu durum Bağdad’dan bağımsızlık hareketlerini ortaya çıkardı. Aynı
zamanda Abbasi Hilafeti müstakil devletlere ayrıldı. Halife’ye her artık ismen
boyun eğiyorlardı. Onların boyun eğişi hutbelerde isminin okunması ve paralara
isminin yazılması şeklindeydi. Bölgenin idaresini halife adına yapıyorlardı.
Halife’ye her yıl vergilerini veriyorlardı. Bunların dışında mevalinin müstakil
ordusu vardı. Vilayete halifeden tamamen ayrı bir şekilde hükmediyorlardı.
Halifenin elinde kalan yetki ve otorite o derecede azalmıştı ki, başşehirde
bile zorlukla hissedilir hale dönüşmüştü. Bu dönemde halifeler ancak kadıları
ve cami imamlarını tayin ediyor, hac emirleriyle hisbe temsilcilerini
atayabiliyorlardı. Halife’nin siyasi gücünün azalmasına mukabil yetkilerinin
”dini” vechesinde bir artılş söz konusu
idi. Bu dönemde Abbasi Halifesi sadece Irak’da kendisinden yardım beklenilen
durumda kaldı. İslam aleminin geri kalan köşelerinde nüfuzu gerekliydi. Otorite
boşluğunun olduğu bu dönemde Bağdad-Abbasi Hilafetini önce Büveyhiler sonra da
Selçuklular hegomanya’ları altına almışlardır.[5]
Abbasi
Halifesi el-Müstefkfi’nin(333-335/944-946) yılında Ahmed b. Büveyhi’yi
“emirü’l-ümerası”[6]
tayin etmesi ve ardından Mu’izzü’d Devle(devlete kudret ve izzet veren)
ünvanını taltif etmişti. Arkasından hutbelerde kendi adının okunması ve
paralarda da adının basılması ile Büveyhi devleti kurulmuş oluyordu. Şii Zeydi
olan Büveyhiler Abbasi hilafetini dini anlamda kabul etmemelerine rağmen,
devlet menfaatlerine daha uygun buldukları için hilafeti yıkacak biçimde katı
bir şii anlayışı benimsememişlerdir, çünkü bu sayede hem halifeliği kontrol
altında bulunduracaklar hem devlet içerisindeki Sünniler hem de diğer Müslüman
devletler nezdinde itibar göreceklerdi.[7]
Hilafeti bu dönemde güçlenen Fatimilere bağlamaya teşebbüs etmemişlerse de,
iktidarlarına tehdit olarak gördükleri Abbasi Halifelerine müdahalede
bulunmuşlardır ve onları yoğun bir baskı altına almışlardır.[8]
10. yüzyıl
ile birlikte Türklerin büyük topluluklar halinde islamiyeti kabul ettikleri ve
ilk türk devletlerinin kurulmaya başlandığı dönemde Abbasi devleti çok geniş
sınırlara ulaşmış fakat buna karşılık devletin bu sınırlarını koruyacak ülke
içerisindeki asayiş ve düzeni sağlarken aynı zamanda da yeni toprakları
Müslümanların hizmetine açacak taze kuvvetlere ihtiyacı vardı. Çünkü Arap ve
İranlı unsurlar artık enerjilerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi. İşte Türkler
bütün bu İslam’ın ihtiyaç duyduğu fonksiyonları üstlenmişler ve bölgedeki
kuvvet dengelerinde değişiklik yapmışlardır.[9]
Hilafet ile İlk Temaslar ve Sultan Tuğrul
Bey Dönemi
Abbasi
Hilafeti ile Büyük Selçuklular arasındaki ilk münasebet Nişabur’un işgali ile
Selçuklu Devleti’nin 429/1038’de muvakkat olarak kurulmasını müteakip başladı.
Abbasi Halifesi Kaim bi Emrillah, Tuğrul ve Çağrı beye, rey, Hemedan ve diğer
bölge şehirlerine akın yapan oğuz liderlerine gönderdiği elçi ve mektuplar ile
yağma ve tahripten vazgeçmelerini istemiş onun yerine imar faaliyetlerinde
bulunmalarını istemiştir. Halifenin elçisini hürmetle karşılayan Tuğrul Bey,
halifenin sözlerini yerine getireceğini dile getirmiştir. Halifeye elçisi
vasıtasıyla bölgede yaşanan durumu özetlemiş kendilerinin ve bölge halkının
Gazne Devletinden ve Sultan Mesud’dan baskı ve eziyet gördüklerini
belirtmiştir. Ayrıca kendi soylarının hür hükümdar ailesine dayandığını,
gaznelilerin ise eskiden köle olduklarını dile getirerek kendilerinin daha
fazla şayan-ı hürmete layık olduklarını ifade etmiş. İki sultan arasındaki bu
mücadeleden anlaşılan Tuğrul Bey’in halifeden daha fazla manevi destek
beklediği göze çarpmaktadır. Halife ise iki Türk sultanı arasındaki mücadelede
ihtiyatlı bir tavır sergiliyor, hangi sultan güçlü olup hakimiyeti sağlarsa
tavrı ondan yana koyuyordu.[10]
431/1040
yılında meydana gelen Dandanakan savaşında Gazneliler i mağlup eden
Selçuklular, Abbasi Halifesi Kaim bi Emrillah’a itaate karar vermişler,
Halifede Selçukluları tanımıştır. Abbasi-Selçuklu ilişkileri ilk defa, Selçukluların
Tuğrul Bey’in önderliğinde Gazneliler’e karşı kısmende olsa istiklallerini
kazanmaları ve daha etkin bir güç haline gelmeleri ile başlamış oluyordu.[11]
Selçuklular
Abbasi Halifesi ile diplomatik ilişki kurmakla itibar kazanmayı isterken Abbasi
Halifesi Kaim bi Emrillah’da Selçuklular ile ilişki kurup onlardan büveyhilere
karşı yardım talep etmeyi hedefliyordu. Halife Bağdat ta Büveyhilerin ve Türk
askerlerinin kumandanı olan Arslan Besairi’nin baskısı altında idi. Selçuklu
sultanı Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet etmiş ve kendisini bu güç durumdan
kurtarmasını istemişti.[12]
Ayrıca Türkistan’dan yeni gelen Türkmenlerin bölgedeki harekâtının önlenmesi
için de elçiler gönderiyordu. Gönderdiği bu elçilerden biriside Şafii Fıkhının
otoritelerinden birisi olan Ebu’l Hasan el Maverdi’dir. Halifenin elçisini
Tuğrul Bey izzet ve ikramla karşılamış, halife ise Tuğrul beyden bazı
isteklerde bulunmuştur.
1- Fethettiği
ülkelerle yetinip, geri kalan memleketleri Arap emirlerine bırakması
2- Kendisine
mutlak şekilde tabi kalması ve bunu yeminlerle taahhüt etmesi
3- Halka
adil davranması
4- Fethettiği
yerlerden adet gereğince, halifeye vergiler göndermesi
Bu şartlar yerine getirildiği
takdirde, kendisine Hil’atler ve unvanlar vereceğini bildirmiştir. Tuğrul Bey
bu isteklerin bir kısmını kabul etmiş, bir kısmını da reddetmiştir. Mesela o,
fethettiği ülkelerin büyük ordusuna yetmeyeceğini ileri sürerek fetih
hareketlerine devam ederken, vergi vermeyi kabul ettiğini bildirmiştir.[13]
Halife Tarafından ısrarla Bağdat’a davet edilen Tuğrul Bey, Halifenin 4.
Davetinden sonra Bağdat’a gelme niyetinde olduğunu bildirir. Bağdad’a geliş
sebeplerini de şöyle ifade eder: Peygamber(a.s.)’in halifesinin hizmetinde
bulunmak, Haccetmek, Hac yollarını bedevi akınlarından kurtarmak, Suriye ve
Mısır’da Fatimilere karşı savaşmak. Tuğrul bey bu hedeflerini gerçekleştirmek
için 446/1054 yılında Bağdad’a doğru harekete geçmiştir. Sultan’ın Halifenin 4.
Teklifinde davetini kabul etmesinin nedeni horasan bölgesindeki hakimiyetini
güçlendirmek ve yeni devlete karşı mücadele edenleri bertaraf etmek
istediğinden uzun süre halifenin davetine icabet edememiştir. Halife’de Tuğrul
Bey’in gelişine çok önem vermiş, daha Bağdad’a girmeden adına hutbe okutmuştur.[14]
Büveyhi hükümdarı Melikür-Rahman, Selçuklu sultanının Bağdad’a gelmesine
mani olmak istese de başarılı olamamıştır. Sultan’ın şehre girişinden öncede
askerlerini Bağdad dışına çıkarmıştır. Halife Sultan’ı Bağdad girişinde
karşılamış kendi sarayında kabul etmiş, onu kendi tahtının yanına oturtmuş ve
hilat giydirmiştir. Halife, onun çalışmalarına teşekkürlerini belirterek dua
etmiş ve ona “rükneddin” ve “sultan” ünvanlarını vermiştir. Bu sırada Bağdad
şehrinde ise fitne çıkmış, büveyhilere mensup Türk memlükleri, Deylemliler ve
halk Selçuklu askerlerine karşı düşmanca davrandılar Şiiler ile Tuğrul bey’in
askerleri ve Sünni ahali arasında çatışmalar çıkmış[15].
Sultan’ın askerleri isyanı bastırmışlar ve yine Tuğrul Bey’in emri ile Son
Büveyhi Sultanı Melikür-Rahman ve adamları hapsedilip etkisiz hale
getirilmesiyle Büveyhi devleti sona ermiştir.[16]
Büyük Selçuklu Devletinin hakim olduğu Bağdad’da yeni bir irade
oluşturulmuş ve bu 1258 moğol işgaline kadar devam etmiştir. Bu yapı bölgede
Şiiliğe karşı Sünniliği korumuş ve güçlendirmiştir. Fakat Selçuklu Devletinin
Bağdad’ı egemenliği altına almasıyla yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Halifenin
dünyevi yetkileri bir anlaşmayla sultana devredilmiş kendisi sadece İslam
Cemaatinin dini lideri olarak kalmıştır. Buna göre biri dini lider, öteki de
dünyevi işleri lideri olmak üzere iki kişi – halife ve sultan – İslam dünyasını
idare ediyordu. Halifeler buna itiraz etseler de güç ve otorite durumundan
dolayı razı olmak zorunda kalmışlardır. Ayrıca halifeliğin Müslümanlar
üzerindeki nüfuzu devam etmiş, Selçuklularda halifenin yetkilerini elinden
alsalar da, halifeleri Peygamber(a.s.)’in varisi olarak görmüşlerdir.[17]
Tuğrul Bey’in İkinci Bağdad Seferi
Tuğrul
Bey’in Bağdad’dan ayrılmasından sonra Büveyhilerin hizmetinde bulunmuş türk
komutanlardan Arslan Besairi Irak da harekete geçmiş ve Mısır Fatimi Halifesi
Muntasır el Alevi’ye mektup yazarak Irak da Şiiliğin yerleşmesi için yardım
istemiş o da gereken desteği vereceğini iletmiş ama iç durumundaki yaşanan
karışıklıkdan dolayı Besairiye tam olarak destek verememiştir. Fakat Arslan
Besairi emrindeki askerleri ile Bağdad’ı ele geçirmiş(450/1058) ve Abbasi
halifesi Kaim bi Emrillah’ı hapsetmiş, şehri yağmalayıp, eziyet ve baskı altına
almış, ayrıca Mısır Fatimi Halifesi adına biat almıştır. Sultan Tuğrul bey ise
kardeşi İbrahim yınal2ı yenip öldürdükten sonra Besairinin işgal ettiği
Bağdad’a yönelmiştir. Bağdad’a vardığında(451/1059) tutuklu halife Kaim bi
Emrillah’ı hapisten çıkartıp tahtına oturtmuş ve Arslan Besairiyi yakalamaları
için emir vermiştir. Kısa bir süre sonrada Besairi yakalanarak öldürülmüştür.
Onun öldürülmesi ile Bağdad şii tehdidinden kurtulmuştur. Halifeyi ikinci defa
tahta çıkartan sultan Tuğrul Bey’e halife tarafından Sultanu’l-maşrık ve’l
mağrib (doğunun ve batının sultanı) ünvanı verildi. Ayrıca ikinci defa halife
dünyevi yetkilerini sultan’a devretmiştir.[18]
Sultan Alparslan Dönemi
Tuğrul
Bey’in ölümünden sonra tahta Bağdad’ı hiç ziyaret etmeyecek olan yeğeni
Alparslan geçmiş ve yaptığı ilk icraatlerden biri, Tuğrul Bey’in ölmeden önce
nikahladığı halifenin kızını tekrar halifeye geri göndermiş ve elçiler
vasıtasıyla halifeye saygısını sunmuştur. Halife tarafında bunlar çok büyük
memnuniyetle karşılanmış ve sultan’a “sultan’ül mu’zam”(büyük sultan),
“Ziyaüddin”(dinin ışığı), “gıgsü’l müslimin”(Müslümanların bereketi) gibi
ünvanlar verilmiş. Hutbelerde adı okunmaya başlamıştır. Ayrıca kısa bir dönem
sonra Mekke emiri oğlunu göndererek hicaz da artık hutbelerin Bağdad Abbasi
Halifesi ve Selçuklu Sultan’ı Alparslan adına okunacağını belirtmiştir. Bu
durum Selçukluların İran, Irak ve Hicaz bölgelerinde Şii nüfuz etkisini
kırdığını göstermiştir.
Sultan
Alparslan’ın Bizans’ın doğusundaki en müstahkem şehri olan Ani’yi fethetmesi,
İslam dünyasında büyük bir sevinç yaşatmış ve halife tarafından “Ebu’l Feth”
ünvanı verilmiştir. Fetih sonrası Abbasi Halifesi’nin Bizans’a gönderdiği
elçiler içinde Selçuklu komutanlarından Sav Tekinde katılmıştır. Sultan’ın
Bizans ile olan mücadeleye Abbasi Halifesini de ortak etmesi, onun hem bir
psikolojik baskı kurmak istediğinin hem de olaya dini bir veche kazandırdığının
işaretidir.[19]
Sultan
Alparslan Malazgirt savaşından önce İslam aleminin önderi olan Abbasi
Halifesinden dua ve destek istemiş ve zafer sonrası galibiyet müjdesi ile
Bizans İmparatorunun başındaki tolga’yı da halifeye göndermiştir. Halifenin
otoritesinin gittikçe kaybolduğunun farkında olan Alparslan Bağdad’a meşhur
komutanlarından Sa’düd Devle Güherayin’i tayin ederek kendi otoritesini tesis
etmiştir. Halifenin Sultan’dan kızı Sefer Hatunu Veliahd halife Muktedi bi
Emrillah’a istemiş, Sultan da halifenin bu isteğini memnuniyetle karşılamış ve
düğününü yapmıştır. Son olarak kendisinden sonra oğlu Melikşah’ın Veliahtlığını
da Halifeye kabul ettirmiştir.
Sultan Melikşah Dönemi
Melikşah’ın
tahta geçmesinden sonra yaptığı ilk iş veziri Nizamül Mülk’ü Bağdad’a
göndererek adına hutbe okunmasını sağlamak olmuştur. Abbasi Hilafetinde ise
Kaim bi emrillah vefat etmiş yerine, Muktedi billah Halife olmuştur. Sultan
Melikşah 475/1082 yılında birinci Bağdad ziyaretini gerçekleştirmiştir. Sultan
kalabalık bir maiyet ile bu ziyareti gerçekleştirmiştir. Sarayda Melikşah
Halifeye hürmetinden ayakta durmayı tercih etmiş, fakat Halife Muktedi’nin
ısrarı ile oturmuştur. Ayrıca halife tarafından 2 hilat giydirilip, doğunun ve
batının hükümdarı olarak kılıç kuşatılmıştır.
Sultan 2.
Defa 484-485/1091-1092 yılında Bağdad’a bir ziyaret gerçekleştirmiş ama bu
ziyareti daha çok bir askeri sefer niteliğindedir. Hedefinde de Batinilerin
merkezi haline gelmiş ve Abbasi halifeliğini tehdit eden Mısır’dır. Fakat Sultan’ın
ömrü bu işi gerçekleştirmeye yetmemiştir. Sultan’ın ölümünden önce ise Muktedi
billah ile araları bozulmuştur. Sultan Halifeden sonra yerine veliahd olarak
halife ile evli kızı Mehmelek hatundan olma torunu Ebu’l Fadl Cafer’i tayin
etmek istemiş ama bu isteğini gerçekleştirememiştir.[20]
Sultan Mehmed ve Berkyaruk Dönemi
Melikşah’ın
ölümünden sonra Karısı Türkan Hatun 4 yaşındaki oğlu Mahmud’u sultan yapması
için halifeden adına hutbe okutmasını istemiş, dönemin alimlerinin bunun caiz
olmayacağını söylemelerine rağmen tahta geçirmiş birde üstüne Nasırü’d dünya
ve’d din lakabı(din ve dünya yardımcısı) verilmiştir. Bu durumu kabul etmeyen
Berkyaruk tarafları ayaklanmışlardır fakat, Terken Hatunun 487/1094 yılındaki
ölümüne kadar herhangi bir netice elde edememişlerdir. Terken Hatun2un
ölümünden sonra başa geçen Berkyaruk dağılmaya yüz tutan Büyük Selçuklu
Devletini toparlamak için büyük gayret sarf etmiş ve bu noktada halife
Mustazhir’den başlangıçta büyük destek görmüştür. Fakat bu sırada amcası Tutuş
ve kardeşi Muhammed’in kendine karşı isyan etmesi ve bu konuda diğer kardeşleri
Sencer’in de onları desteklemesi üzerine büyük Selçuk Devletinde yaklaşık 5 yıl
boyunca sürecek (493-97/1100-04) olan kardeş kavgaları başlamıştır. Bu savaşlar
sonucunda Muhammed ve Sencer Berkyaruk’un saltanatını tanısalar da, devlet
fiili olarak 3’e bölünmüştür. Bağdad Abbasi Halifesi ise bu esnada güç dengesi
kimden yana kayarsa ona destek olup onun adına hutbe okutmuştur.[21]
Muhammed Tapar ve Sultan Sencer Dönemi
Selçuklu
tahtına Berkyaruk’tan sonra kardeşi Muhammed Tapar geçmiş ve dönemi özellikle
Sünniliği tehdit eden Batıni fırkası ile savaşlar içerisinde geçmiştir.
Muhammed Tapar’dan sonra Büyük Selçuklu tahtına son Selçuklu sultanı olan
Sencer geçmiştir. 525/1131. Sultan Sencer döneminde Bağdad Abbasi hilafetinde
Müsterşid bulunmaktaydı. Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu
Mahmud, Abbasi halifesi Müstahzir-Billah tarafından sultan ilan edilmiş ve
adına hutbe okutulmuş ama Amcası sultan Sencer onun hükümdarlığını tanımayıp
kendi hükümdarlığını ilan edip mahmud’u meydan savaşında yendikten sonra Abbasi
halifesi de hutbeyi Sultan Sencer adına okutmaya başlamıştır.[22]
Sultan
Sencer döneminde devlet yaşanan taht kavgalarının neticesinde görünürde tek
taht olsa da 2 sultan arasında bölünmüştür. Mahmud sultan Sencere bağlı kalmak
şartıyla “Sultanu’l Muazzam” (büyük sultan) ünvanı verilerek Irak’a Sultan tayin
edilmiş, böylece Irak Selçuklu Devleti kurulmuş oldu. Halife Müsterşid ise bu
esnada hakkında çıkan, sultan’ın kendisini azledip yerine Abbasoğullarından
veya Hz ali soyundan başka birini halife tayin edeceği söylentilerine itibar
edip, Irak Selçuklularının sultanı Mahmud ile ittifak yapma çabaları sultan
Sencer tarafından takip edilmiş ve sultan Mahmud uyarılarak bu ittifaktan
çıkarılması sağlanmıştır.
Sultan
Sencer Halife Müsterşid’e kendisinden önceki sultanlardan farklı bakmadığını
ifade etmiş, bir anlamda ondan olumsuz bir hareket gelmedikçe durumu muhafaza
edeceğini ifade etmiştir. Halife ise bu esnada yarım kalan işi tamamlamak için
yeniden harekete geçmiş ve toparladığı ordusu ile (526/1131) Sultan Mahmud’a
saldırmak istemiştir. Sultan Mahmud2un rahatsızlanıp ölmesi üzerine geri dönen
Halife, Bağdat’ta sultan Sencer adına okuttuğu hutbeyi kesmiştir. Bunun üzerine
bizzat Sultan Sencer kendisi ordusunu hazırlayıp, halifeye karşı istemeye
istemeye harekete geçmiştir. Sultan
Mahmud’un ölümünden sonra ise Irak Selçuklu Devletinde de 2. Tuğrul ve Mesud
Saltanat iddiasında bulunmuşlardı. ‘. Tuğrul’u tahta amcası Sultan Sencer
oturtmuş, Mesud’u ise Halife Müsterşid
desteklemekteydi ve Bağdad’da adına hutbe okutmuştu. Büyük Selçuklu Devletinde
resmen 3 baş ortaya çıkmış durumdaydı.
Hemedan
civarında yapılan savaş neticesinde Mesud ve Halifenin kuvvetleri, 2. Tuğrul’un
ordusunu mağlup etmişler ve Irak Selçuklularının başkentini işgal ederek
Mesud’un sultanlığını ilan etmişlerdir (525-26/1132-33). Bu durumda artık Büyük
Selçuklu sultanı Sencer’in Irakdaki otoritesinin resmen bittiği ve Irak
Selçuklularının müstakil bir devlet haline geldiğinin göstergesidir.[23]
Cesur ve
iradeli bir kişiliği olan Halife Müsterşid 17 yıl 8 ay halifelik taptıktan
sonra 45 yaşında iken şüpheli bir ölümle vefat etmiştir. Ölümü hakkında, sultan
Sencer tarafından öldürüldüğü yada Batıniler tarafından ortadan kaldırıldığı
iddia edilmiştir. Günümüzde Batıniler tarafından öldürüldüğü görüşü yaygınlaşsa
da o dönemde Abbasi hanedanı tarafından bu tam tersi sultan Sencer öldürttü
diye bilinmiş ve bu sebeple Selçuklular aleyhine propagandaya kapılmışlar ve bu
durum önü alınmaz bir düşmanlık duygusu oluşturmuştur. Halife Müsterşid büyük
Selçuklu Devletine karşı istiklal hareketi başlatan ilk Abbasi Halifesidir.
Onun başlattığı bu hareket kendisinden sonraki halifeler tarafından da 590/1193
yılına kadar devem etmiştir[24].
Müsterşid’in yerine oğlu Raşid-billah hilafete geçmiş ve babasının
kaldığı yerden dvam etmek istemiş fakat Irak Selçuklu sultanı Mesd onu
hilafetten indirerek yerine Abbasi Hanedanından el Muktefi-billah’ı geçirmiştir.
Böylece adı kısa sürede olsa hutbelerden indirilen sultan Sencer’in ismi tekrar
geri getirilmiştir.
Sultan
Sencer’in tasvibiyle hilafet makamına getirilen Muktefi-billah Selçuklulara
karşı istiklal kazanmada kendinden önceki iki halefinden geri kalmamış hatta
Irak Selçuklu Hükümdar Mesed’u yenerek bu devletin varlığını ortadan
kaldırmıştır(551/1156). Sultan Sencer ise doğuda Karahitaylar ile mücadelesinde
esir düşmüş ve 3 yıl esarette kaldıktan sonra (551-1156) yılında kurtulsada
ilerleyen yaşı ve komutanlarının rekabeti devleti yeniden toparlamasına imkan
vermemiştir. Sultan Sencer’in 552/1157 tarihinde vefatı ile Büyük Selçuklu
Devleti’nin Abbasi Hilafeti üzerindeki egemenliği resmen sona ermiş oldu.
Selçuklular’ın egemen oldukları coğrafyada ise yeni bir dönem başlamış
“Selçuklu Devletçikleri” ortaya çıkmıştır. Bunlar “Irak Selçukluları”, “Anadolu
Selçukluları”, “Kirman Selçukluları” ve Atabeg’leri dir. Böylece Selçukluların
yerini alan bu devletçiklerden hiç biri, tüm yakın ve orta doğu’ya şamil bir
düzen getirememiştir.[25]
Kaynakça
Merçil, Erdoğan, “Büveyhiler “,DİA. İstanbul, 1992
Özdemir, Mehmet Nadir,(1998) “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu sultanları arasındaki
münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı İslam Tarihi Bilim Dalı)
Sümer, Faruk, “Selçuklular
“,DİA. İstanbul: İSAM, 2009
Yıldız, Hakkı Dursun “Abbasiler “,DİA. İstanbul,
1988
[1]
Mehmet
Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile
Büyük Selçuklu sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları
Anabilim Dalı İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998,
S. 4-5
[3]
A.g.t., s.6
[5] Mehmet
Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile
Büyük Selçuklu sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları
Anabilim Dalı İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998,
S. 9
[7]
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler
“,DİA, cilt 6 (İstanbul, 1992)
[8]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 11-12
[9]
A.g.t., S. 13
[10]A.g.t.,
S.15
[11]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 16
[12]
Erdoğan Merçil, “Büveyhiler
“,DİA, cilt 6 (İstanbul, 1992)
[13]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 17
[14]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 18-19
[15]
Faruk Sümer, “Selçuklular “,DİA, cilt 36 (İstanbul, İSAM 2009)
[16]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S.20
[17]A.g.t.,
S.21-22
[18]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 25-27
[19]A.g.t.,
S. 30-31
[20]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 37-39
[21]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 41-44
[22]
Faruk Sümer, “Selçuklular “,DİA, cilt 36 (İstanbul, İSAM 2009)
[23]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 47-52
[24]
A.g.t., S. 52
[25]
Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi halifeleri ile Büyük Selçuklu
sultanları arasındaki münasebetler,” Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
İslam Tarihi Bilim Dalı, 1998, S. 54-59
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder