geçen baharda Memduh Şevket Esendal külliyatını alıp okumak istemiştim, sağ olsun Bilgi yayınları tüm eserleri sırasıyla basmış tavsiye edilir alınız okuyunuz, başladım ve ilk 4 kitaptan sonra biraz sıkınca bu ay başında tekrar oturdum kaldığım kitaptan devam ediyordum. Serinin 4. kitabı "Otlakçı'yı" geçen mayısta okumuşum nereden baksanız 1 senedir açıp bakmamışım; her neyse 5. kitabı olan "Sahan Külbastı" yı kaldığım yerden devam ettirirken bir hikaye acayip derecede dikkatimi çekti, daha doğrusu ilk başta son paragrafa gelinceye kadar önemsenecek bir şey olduğunu düşünmemiştim o son cümleleri okuyunca kafama dank etti, gayet ilginç bir hikaye ile karşı karşıya olduğumun.
Hikayeyi ardından tekrar okudum ve gülmekten yıkıldım, tabi bu gülüşler, bekarlığın getirdiği rahatlıktan olsa gerek...
sözü fazla uzatmadan hikaye ye geçiyorum
Bu Yollar Uzar
Postacı Hayri; 26 yaşında bir delikanlı. Belediye kâtibine
bir kağıt götürmüştü, dönerken kasabın çırağına rasgeldi. Çırak onu görünce
durdu: Hayri’ye:
-
Kuzu ciğer istemişsin, dedi, usta ayırdı. Eve
götürdüm, kimse yoktu. İstersen şimdi al, istersen dükkandadır, eve giderken
alırsın!
“Evde kimse yoktu” sözü kulağını tırmaladı.
-
Kapıyı vurdun mu? Diye sordu.
-
Vurdum. Evde adam olsaydı duyardı. Komşular
duydular.
-
Koy dükkana, ben uğrar alırım.
Yürüdü, postaneye gitti. Yüreğinde bir sıkıntı, bir ateş.
Altı aylık evlidir. Karısını gözünden kıskanıyor. Adamın aklına en olmayacak
şeyler gelir!...
Postanede duramadı,
Arkadaşına:
-
Recep, dedi, sen buradan ayrılma. Beni yukarıdan
sorarlarsa, belediye ye gitti, de. Ben eve kadar bir gideyim. Şimdi gelirim.
Kasaptan ciğeri aldı,
bir solukta eve.
Yukarı mahallede oturuyorlardı. Evinin kapısına varınca
cebinde anahtarını aradı. Elleri titriyor “Elbet bir şey var ki, ellerim böyle
titriyor.” diye düşünüyordu.
Kapıyı açtı. Hiç ses
yok.
Kapının sağ yanında
her gün oturdukları odaya baktı. Yok. Kapının arkasında, çiviye asılmış bir
erkek ceketi ile pantolon var. Buz gibi oldu. “Bunlar kimin” diye düşündü.
Kendisinin!... Kıskançlık gözlerini bürümüş, görüyor da tanımıyor.
Yattıkları odanın
kapısını açarken içeride karısını bir yabancı ile görecekmiş gibi geliyordu.
Orası da boş.
Nereye gitti?
Komşulara gitmez. Hırsız korkusu ile evi boş bırakmaz. Bırakacak olsa bile haber
verir. Onu nerede aramalı?
Ciğeri mutfakta bırakıp kaynatasının evine
gidecekti. Ara kapıyı açıp bahçe üstüne, camekânlı sofaya çıktı. Kulağına kadın
sesleri geldi. Bahçe büyük, ağaçlarda kapıyor, kimler olduğu görülmüyor.
Eğildi, ağaçların altına baktı. Karşı duvarın dibinde birkaç kadın var. Kendi
kız kardeşini tanıdı.
Elinde ciğerle
bahçeye çıktı. Komşu kızları, hasım kızları toplanmışlar; çocuklukları
akıllarına gelmiş olsa gerek, köşe kapmaca oynuyorlar. Bağrışıp gülüşüyorlar.
Biraz yaklaşınca
karısı onu gördü. Koştu, ciğeri elinden aldı, mutfağa girdi, oradan da sabunla
el havlusu getirdi.
Hayri; kızlara
sataşıp alay etmek istiyor, karısı da:
-
Hadi, ellerini yıka, ellerini yıka. Çabuk olsana,
diye bağırıyor. Hayri’yi kuyu başına çekiyordu. Hayri sevindi. Karısının yüzüne
bakıp güldü. Sonra ellerini yıkadı. Elinde havlu ile kızlara doğru yürüdü:
-
Ulan şu ettiğiniz işe bakın be! İçinizde bu
evli, bu da evli – kendi kız kardeşini göstererek – bu da sözüm yabana,
nişanlı. Kalanınız da at gibi kızlar, bağırtınızdan deniz kıyısında durulmuyor!
Kızlar:
-
Sen karışma, git işine, diye bağırdılar.
Hayri onlara bakıp
gülüyordu.
Kız kardeşi:
-
Yıkıl, git oradan, sen bize ne karışıyorsun diye
bağırdı.
Hayri:
-
Ulan, dedi seni alan herifte kaz kadar beyin var
mı?
Karısı havluyu elinden alıp:
-
Hadi git işine, diye kolundan çekiştirmeye başladı.
Kızlar da arkasından
ittiler, Hayri’yi bahçeden aşırdılar. Karısı da arkasından geldi. Eve girince
Hayri durdu. Karısını kucakladı. Bağrına bastı. Sanki kırk yıldır görmemiş
gibi. Yüzünden, gözünden öptü. Doyamıyor, bitiremiyordu.
Karısı:
-
Canım ne yapıyorsun? ... Çocuk musun? … Kızlar
bahçede diye, çırpınıyor!
Güçle elinden kurtuldu.
Hayri, evden çıktı. Elleri ceplerinde, ıslık çalarak,
ayaklarını sürterek yokuşta aşağı iniyordu. Denizden karpuz kokuları geliyor. Uzakta
gök kavşağında bir duman var. Bugün posta günü mü?
Yetim Mehmed’in
evinin köşesinde Semerci Halil ustaya karşı geldi. Halil usta, yokuşu yavaş
yavaş çıkıyor. Soluyarak:
-
Ne o Hayri, dedi, evden mi geliyorsun? Geceler
yetmiyor değil mi?
-
Yok valla, dayı. Ciğer almıştım da eve bıraktım…
İşte gidiyorum.
Halil usta, Hayri’nin
arkasından söylendi:
-
Git
bakalım… Git ya! Ama bu işler e böyle sürer sanma! Benim de günde üç yol eve gidip dükkâna döndüğüm olurdu. Sonra yollar
uzadı. Şimdi tövbeler olsun… İkindiyin dükkândan çıkıyorum, akşama eve zor
yetişiyorum. Bir gün gelir bu yollar,
sana da uzar anladın mı? Bu yokuşlar sana da domuzlaşır. Tıknefeste at gibi
solur solur da çıkamazsın. Bak bana! Gidi gençlik…
Hayri, bu sözlerin hiç birini işitmedi.
Çoktan yokuşu inmiş, beklide postaneye de
varmıştır.
1947
Memduh Şevket Esendal ; “Sahan külbastısı”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder