Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

10 Mart 2015 Salı

Adak ve Bana dair.


Adak ile tanışıklığımız İstanbul hayatımın 4'te3'üne kapsayacak kadar eskiye dayanıyor.

Sanırsam Kendisi için bir LADEP mülakatı için geldiği İSAM'dan hayatına giren bir amorti ikramiye kuponu gibiyim Adak için.:) Atsan atılmaz satsan satılmaz derecesinde:)

İlim aşkıyla gelip ilk karşısında beni bulmanın senin ilim hayatına nasıl bir etki yaptığımı şimdi yavaş yavaş anlayabiliyorum.
Profesör Adak'tan, Big Boss Adak yoluna kıvrılmanın da bir öyküsü aslında.
(Nasıl adak acitasyon dozunda mı? :))

Hayatın nelere gebe olduğunu görebilmek için en değerli varlıklarımızı feda etmek gerekiyor.
Hayat o kadar çok şeye gebe ki...

Bu kadar saçmaladıktan sonra sonra gelelim mevzumuza.

Ne zamandır aklımdaydı Beyoğluna-İstiklale çıkmak, Uzun zamandır gidememiştim, gitmeyi istiyordum.
Çekiyor mekenlar sizi.:)
Bu sefer karar vermiştim gidecektim.
Yunus Emreyi aziz bir yol arkadaşım yapıp yollanmıştık.
Henüz yolumuzun başında tabanlarımızı eskitip, yeni bir pabuç almak gibi ne kadar kararlı olduğumuzu göstermiştik; Her şey Beyoğlu-İstiklal'e çıkabilmek içindi.:)
Altı üstü iki kitap alacaktık sırf bunun içindi tüm bu enerjimiz ve isteğimiz.
Biri Beyoğlu tünelinin ucundaki kitapçıdan diğeri finükülerin çıkışında ki kitapçıya uğrayabilmek içindi tüm çekilen bunca zahmet.

İstiklalde adımlarken bir hayırsızı hatırlamıştık ikimizde.
Adak adındaki Fatih'i.
Birimizin yeni ortağı, diğerimizin eski ortağı olan Adak'ı.

O Vefasız her gün vefa semtinin kıyısından geçip gittiği halde aramasa da, biz üzerimize düşmeyenleri de yapacak kadar vazife düşkünü insanlar olarak o görevi de yapalım deyip aramıştık çok sevgili Adak'ımızı...

üç beş kelamdan sonra Adak yanımıza gelebilmek için söz vermeye çalışıyordu, ortak bir noktada buluşalım diye.Ama gene bir şeyler eksik kalıyor, Yunus'a veda edip ben yalnız bir şekilde Adak'ımızın mekanına yollanıyordum.
Süleymaniye'nin yokuşundan DEM'e uzanan yolları dönerken maziye dair kafamda canlanan hayallerin sevimliliği adımladığım kaldırımların altında kaybolurken ben hala benden önce buraları adımlamış olan onu hatırlayabiliyordum.

DEM merkezinde Adak ile düne bugüne, isam'a, yeşil çay'a, ve de hepsinden öte artık hepimizin ablası olan ablamıza dair muhabbeti bitirdikten sonra Adak çırağı olduğu grafiker ablasından günün yemesi gereken laf sokuşturmalarını yedikten sonra büyük patron Hulusi hocanın ayarlayacağız Fatih sözünü bir milyonuncu kezden üç dört haneli geride bir sayıdan hemen önceki kezki duyuşuna bir tane daha eklemeden önce benim lisansı bitirmeden yüksek lisansa yaptığımı ve bu nasıl oluyor sorusuna gezip dolaştığım, arada okur gibi yaptığım, aynı hocadan tam 8 defa kalmak gibi başarması çok güç rekorlara imza atmış geçmiş üniversite yıllarımdan bahsederek kafası zaten bomba olmuş hocayı bir TNT daha atıp sıvışabilmenin mutluluğunu yaşıyorduk.
Metro+Marmaray gibi istanbulun büyük nimetlerini kullanıp Üsküdar sahile çıktığımız zaman zil çalan karınlarımızı doyurabilmek için Adak'ın favori mekanlarından Adil kebapın önünde buluvermiştik zaten kendimiz.



Bir adet adil menü isteyip, beklemeye koyulmuştuk. Yunus Emre yi de gözlerimizin önüne getirip, ah o da burada olsaydı, keşke derse gitmeseydi gibi iğrenç öğrenci sahtekarlıklarına soyunarak:)

önce yukarıdaki gibi gelen üstü örtülü kebapları bir güzel afiyetle indirirken,
adakla ikimizinde tüm düşündükleri bu sözde iki kişilik gözüken ama dört kişiye bile insani ölçülerde çok rahat yetecek bu menüyü nasıl bitirebileceğimiz di?
tabiiki de biz her türlü insanlık dışı hallere girerek uğraşsak da nafile kalacağımız önceden belli olan bu savaşı kaybedecek ve tepsimizde tepeleme pilavlar kalacaktır.

Kahve bahane sohbet şahane lafı nereden çıkmış bilmiyorum ama yemek sonrası kahvesiz ve çaysız bir saate yakın süren bireysel mazimize göz yaşları içinde yapılan yolculuk ve hele atimize dair kadere karşı koyamayacağımızı bildiğimiz halde çaresizlik içinde sabırsızlıkları mızı içeren konuşmalarla dolu geçen sohbetimiz sonunda her ikimizde durakalıyorduk.
Bu durgunluğu günün cömert ismi ki hep öyle olmuştur Fatih Adak bey'in hesabı kapatmasıyla ancak aşabiliyorduk. (Ki Kendisinden Allah daha çok versin diye sonsuz dualarımızı bir kez daha burdan sizlerin huzurunda tekrar ediyoruz).

Yemek sonrası üsküdar iskele sahilinden şemsi paşa camiine kadar uzun yürüyüşler yapıp; içimizdeki yanana hiç bir fennin çare olamayacağı bilmemize rağmen bu sınıfsal ayrımı neden yaptığımızı hala anlayamadığımızı bildirmeyen öğretmenlere ait dertlerimizle karışık muhabbet faslını sürdürdükten sonra her zaman ki yaptığımız gibi ben Adak'ı uğurlayıp evli evine köylü köyüne dönecektir.


Adak bu video ise, öncelik sana ardından yunus emreye ondan sonra ise en az bu yazının yazılmasında sen ben ve yunus emre kadar bir baş köşe kapacak olan; ve de videodaki ablamıza başörtü bağlayışından ince kaş çizgisine, ellerinin narinliğinden göz kapaklarına, yüzünün güzelliğinden tebessümüne kadar bir çok şeyi benzeyen 
ama mazimizde ve atimizde hep ablamız kalacak olan "Ablamıza" gelsin istiyorum.

Baktıkça hem sen hem ben hemde yunus emre'nin çok şeyler hatırlayacakları geçmişe dair...

müstakbel mazime dair bir ipucu
Ah ulan dünya!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder