Hem Osmanlı, hem Türkiye Cumhuriyeti tecrübesi gösteriyor ki, kazancın aslî mecraı ‘devlet kapısı’ olmamalı.
Metin Karabaşoğlu'nun yazısı
Moral Dünyası Dergisi'nde yer alan yazıya göre;
Hem Osmanlı, hem Türkiye Cumhuriyeti tecrübesi gösteriyor ki, kazancın aslî mecraı ‘devlet kapısı’ olmamalı. Ve öte yandan, devlet yönetiminde ve devlet imkânlarının sevk ve idaresinde temel ilke, ‘itikadî’ veya ‘ideolojik’ yakınlık değil, eşitlik ve liyakat olmalı. Bediüzzaman, “Memuriyet Hastalığı” diyebileceğimiz bu konuya yüz yıl önce kaleme aldığı Münazarat’ında dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin bir asır önce yayınlandığı halde bugün Türkiye toplumunun henüz gelemediği bir idrak seviyesine işaret eden Münazarat’ında, özellikle hürriyet-istibdad gerilimi paralelinde, Osmanlı saltanatına dair eleştiriler de vardır. İslam’ı Osmanlı saltanatıyla özdeşleştirdikleri için meşrutiyeti ve hürriyeti İslam adına kötü bulanlar, bu münazaralar esnasında, artık gayrimüslimlerin de askere alınmasını ve gayrimüslimlerden de valiler, kaymakamlar atanıp mebuslar seçilmesini meşrutiyetin kötülükleri arasında zikrederler.
Bediüzzaman’ın bu itirazlara verdiği cevap, Osmanlı tarihine dair eleştirel bir okuma niteliği taşıdığı gibi, Hz. Peygamber’in mirasının -‘saltanat siyaseti’ paradigmasına teslim olmadan okunmaması şartıyla- sunduğu imkânlara da dikkat çekmektedir.
‘Gayrimüslimin askerliği’ni caiz bulmayanlara, kolayca unutuverdikleri bir tarihî gerçeği hatırlatır Bediüzzaman: “Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Arab müşriklerinden muahid ve halifleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i kitabdır.” Hem, “Düvel-i İslamiyede velev nadiren olsun gayr-ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri Ocağı buna şahiddir.”
Sonra, şu eleştirel tarih okumasını dile getirir:
“Neslen ve serveten tedennimize ve gayrimüslimlerin terakkisine sebep, askerliğin bizde münhasır olması idi. Zira bundan kaç asır evvel şu devletin nüfus-u İslâmiyesi kırk milyondan fazla idi. Ve şimdilik, içimizdeki o gayrimüslimler, o vakitte yalnız beş-altı milyon idi. Servet ve ticaret elimizde idi. Hâlbuki biz yirmiye yuvarlandık, fakr bataklığına düştük; onlar, fakrın ayağı altından çıkıp servetin başına binerek, on milyona çıktılar.
Bunun en mühim sebebi: Meselâ, senin dört oğlun varsa, askerlik mülahazasıyla evlenmezler. Şayet evlenseler, memuriyet ilcâsıyla kedi yavrusu gibi her tarafta gezdirerek, mahsul-ü hayatını zayi edecektir. Delil istersen Van’a git; bir Ermeni kapısını, bir İslam dergâhını aç, bak. Göreceksin ki, Ermeni evi on sağlam delil gösterecek, İslâm’ın evi iki zayıf bürhanı nazar-ı ibrete arzedecektir.”