Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

26 Haziran 2010 Cumartesi

mezun olmak

25.06.2010 tarihi itibariyle ilahiyat önlisans tan mezun olmuş bulunmaktayım. Hakkımızda hayırlısı olur inşaallah.

18 Haziran 2010 Cuma

Amerika'da müesses Yahudiliğin iflası

Timeturkten eşsiz bir çeviri daha sizlerin hizmetine sunuyorum. Teşekkürler timeturk



Amerikan Siyonizmi ahlâki bir çöküş içinde. Eğer AIPAC ve ABD Yahudi Dernekleri Başkanları Konferansı gibi grupların liderleri bu seyri değiştirmezse, bu tüm dünya için çok tehlikeli olacaktır.





Peter Beinart* / TİMETURK

2003’de önde gelen çeşitli Yahudi hayırseverler Cumhuriyetçi anketör Frank Luntz’a başvurdular. Amaçları Luntz’dan Amerikalı Yahudi kolej öğrencilerinin kampüste İsrail’in eleştirilmesine eskisi kadar ateşli karşı çıkmamalarının nedenlerini ortaya çıkarmasını istemekti. Sonuçta Luntz farkında olmadan örgütlü Amerikan Yahudi cemaatine dair benim şimdiye kadar gördüğüm en aleyhte iddianameyi ortaya serdi. 

Hayırseverler Yahudi öğrencilerin İsrail hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istiyorlardı. Luntz onların çoğunlukla pek bir şey düşünmediklerini tespit etti. “Yahudilikleri ve İsrail’le bağlantılarını konuşmak için Yahudi gençleri bir grup halinde altı sefer bir araya getirdik” diye kaydediyor Luntz. “Altı seferde de İsrail hakkında bilgi istenilmediği sürece bu konu açılmadı. Altı seferde de bu Yahudi gençler durumu tarif etmek için ‘biz’ yerine ‘onlar’ tabirini kullandılar.” 

Luntz’un karşılaştığı bu kayıtsızlık şaşırtıcı değildi. Son yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar, Hebrew Union College’dan Steven Cohen ve Davis’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Ari Kelman’ın sözleriyle söyleyecek olursak, “Ortodoks olmayan genç Yahudilerin genelde büyüklerinden daha az İsrail’e bağlılık duyduklarını” ve çoğunun “neredeyse hiç olumlu his beslemediğini itiraf ettiğini” açığa çıkarmıştır. 2008’de Amerika’daki yegane, ayrımcılık yapmayan Yahudi destekli üniversite olan Brandies’deki öğrenci senatosu Yahudi devletinin kuruluşunun altmışıncı yıldönümünü kutlama önerisini reddetti. 

Luntz’un görevi, ters giden şeyi ortaya çıkarmaktı. Öğrencilerin İsrail hakkındaki görüşlerini yokladığında, bazı sıkı kanaatlere tosladı. Birincisi, “onlar İsrail’in konumunu sorgulama haklarını saklı tutuyorlar”. Luntz’un açıklamasına göre, bu genç Yahudiler “‘grup düşüncesi’ olarak gördükleri herşeye karşı direnç gösteriyorlar” Hatalarıyla birlikte İsrail’in “açık ve dürüstçe” tartışılmasını istiyorlar. İkincisi, “genç Yahudiler can havliyle barış istiyor”. Luntz onlara bir dizi reklam gösterdiğinde öğrencilerin en beğendikleri ilanlardan birinin başlığı “İsrail’in Barış İstediğinin Kanıtı” idi ve bu reklam çeşitli İsrail hükümetlerinin işgal edilmiş topraklardan çekilme önerilerini listeliyordu. Üçüncüsü, “bazı öğrenciler Filistinlilerin içinde bulundukları kötü durumu vurguladılar”. Luntz onlara Filistinlileri şiddete eğilimli tiksinç kimseler olarak lanse eden ilanları gösterdiğinde çeşitli grup katılımcıları bu ilanları klişe ve haksız bulup kendi Müslüman arkadaşlarını örnek verdiler.

Başka bir ifadeyle, öğrencilerin çoğu kabaca tanımlarsak liberaldi.Amerikan Yahudi siyasi kültürünün belirleyici değerlerinden bazılarını içselleştirmişlerdi: açık tartışamaya duyulan inanç, askeri güç konusunda şüphecilik ve insan haklarına bağlılık. Söz konusu İsrail olunca bu değerlerin gölgede bırakılmaması gerektiğini bütün mausmiyetleriyle savunuyorlardı. Cazip buldukları tek Siyonizm türü Filistinlilerin insanlık onurunu ve saygınlığını tanıyan ve barışı getirebilecek bir siyonizmdi. Bu inançları paylaşmayan bir İsrail hükümetini canıgönülden kınayabilirlerdi. Luntz ironiyi kavrayamamıştı. Onların cazip buldukları tek Siyonizm türü, Amerika’daki yerleşik Yahudilerin hayatlarının çoğunu aleyhinde çalışarak geçirdikleri bir siyonizm türüydü. 

Günümüzde Amerikan Yahudileri arasında, özellikle Ortodoks dünyada, İsrail devletine derinden bağlı çok sayıda Siyonist var. Öte yandan özellikle seküler Yahudi dünyasında Filistinliler de dâhil olmak üzere herkes için insan hakları düsturuna yürekten bağlı çok sayıda liberal de var. Bu iki grup giderek birbirinden ayrışıyor. Özellikle genç kuşaklarda giderek daha az sayıda Amerikalı Yahudi liberal, siyonist oluyorken, yine giderek daha az sayıda Amerikalı Yahudi Siyonist liberal oluyor. Bunun sebeplerinden biri, Amerikan Yahudiliğinin önde gelen kurumlarının, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde sergilediği tutuma ve kendi Arap vatandaşlarına yönelik tavrına karşı çıkan bir Siyonizmi desteklemeyi reddetmiş –aslında ona karşı etkin muhalefet yapmış- olmalarıdır. Onyıllardan beri Yahudi cemaati Amerikalı Yahudilerden Siyonizmin eşiğindeki kendi liberalizm görüşlerini gözden geçirmelerini istedi ve şimdi bu cemaati şaşkınlığa uğratacak şekilde, pekçok genç Yahudi kendi liberalizm görüşünü değil de Siyonizm görüşünü gözden geçiriyor. 

Amerikan Siyonizmi ahlâki bir çöküş içinde. Eğer AIPAC ve ABD Yahudi Dernekleri Başkanları Konferansı gibi grupların liderleri bu seyri değiştirmezse, bir gün kalktıklarında, Ortodoks inançlı genç siyonist liderlerin Araplara ve Filistinlilere karşı beslediği çıplak düşmanlığın kendilerini ve kayıtsızlıktan dehşete düşmeye kadar uzanan bir ruhsal yelpazedeki seküler Amerikalı Yahudi kesimini bile korkuttuğunu göreceklerdir. ABD’de liberal Siyonizmi korumak –böylece Amerikalı Yahudiler, İsrail’deki liberal Siyonizmin korunmasına yardım edebilirler- çağımızda Amerikan Yahudiliğinin yapması gereken en zorlu işlerden biridir. Ve bu da Luntz’un öğrencilerinin başlamasını istediği noktadan başlar: artık gözlerimizi başka tarafa çevirmeden İsrail’in mevcut hükümetini dürüstçe tartışmak. 

1990’lardan beri gazeteciler ve ilim insanları İsrail toplumundaki bir yarılmadan söz ediyorlar. Hebrew Üniversitesi siyaset bilimcisi Yaron Ezhari’nin sözleriyle ifade edecek olursak, “ulusal uzlaşı diye adlandırılan şeyin üzerinde onyıllar geçtikten sonra Siyonist liberalizm söylemi birbiriyle apaçık çekişen çeşitli versiyonlara ayrıldı. Zulüm, soykırım ve hayatta kalmaya dönük zorlu mücadelenin uzun mazisine dayanan bir versiyon karamsar, Yahudi olmayanlara karşı güvensiz ve sadece Yahudi gücüne ve dayanışmasına inanıyor. Mesihçilik görüşünün sekülerlermiş türlerinden ve Aydınlanmacı ilerleme firinden beslenen diğer bir versiyon ise askeri gücün sınırlandırılmasının gereğini ve liberal-demokratik değerlere bağlılığı vurguluyor. Her ülkede bir tür ideolojik bölünmüşlüğe rastlanır. Fakat çağdaş İsrail’de ideolojik uçlar arasındaki mesafe hiçbir yerde olmadığı kadar büyük. 

Ezrahi ve başkalarının da belirttiği gibi, bu ikinci liberal-demokrat Siyonizm özellikle seküler İsrailliler arasında, yeni bir bireycilik, özgür ifade talebinin artması ve baskıcı otoriteden giderek daha fazla kuşku duyulmasıyla birlikte gelişti. Siyonist geçmişin karanlık köşelerinde korkusuzca kazılar yapan Tom Segev gibi “yeni tarihçiler”de ve İsrail’in “Temel Yasalar”ında garantiye alınan insan haklarını ihlal eden Knesset’in (İsrail devletinin yasama organı) yasa kararları bozan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Aharon Barak gibi hukukçularda bu ruhu görebilirsiniz. Ayrıca eski Başbakan Ehud Barak’ın 2000’de ve 2001’in başında Batı Şeria’nın büyük bir kısmını Filistinlilere bırakmaya yönelik apaçık istekliliğinde de aynı ruhu görebilirsiniz. 

Ne var ki günümüzde İsrail’de bu insancıl evrenselci Siyonizm gücü eline geçiremiyor, aksine takati kesilmiş durumda. Bu Siyonizmin değerlerinin Başbakan Benjamin Netanyahu’nun hükümetinin değerlerine ne kadar aykırı olduğunu görmek için Effi Eitam örneğine bakmak yeterli. Eski kabinenin bakanı, karizmatik savaş kahramanı Eitam, Filistinlilerin Batı Şeria’dan etnik temizlikle silinmesini önerdi. “Batı Şeria’daki Arapların ezici çoğunluğunu oradan ve İsrailli Arapları da siyasi sistemden kovmak zorunda kalacağız” diye beyan verdi 2006’da. 2008’de Eitam, Ahi Party adındaki küçük partisini Netanyahu’nun Likud Partisi ile birleştirdi. Ve 2009-2010 akademik yılı için Netanyahu’nun denizaşırı “kampüs bağlantıları” ile ilgili özel elçisi oldu. Bu yetkiyle geçen sonbaharda İsrail hükümeti adına bir dizi Amerikan yüksek okulunu ve kolejini ziyaret etti. Bu geziyi düzenleyen grubun adı “Demokrasi için Karavan” idi. 

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman bir zamanlar Eitam’ın görüşlerini paylaşıyordu. Gençliğinde Meir Kahane’nin şimdilerde yasaklı olan Kach Partisi’ne kısa bir süreliğine katılmıştı. Bu parti de Arapların İsrail topraklarından ihraç edilmesini savunuyordu. Şimdi Lieberman’ın tavrı “ihraç-öncesi” diye adlandırılabilir. Zira kendisi İsrail devletine sadakat yemini etmeyecek İsrailli Arapların vatandaşlığının kaldırılmasını istiyor. Keza 2008-2009 Gazze savaşına karşı çıkmış iki Arap partisinin Knesset için aday göstermesine engel olmaya çalıştı. Dahası, Hamas temsilcileriyle görüşme yapan Arap Knesset üyelerinin idam edilmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca İsrail’in Bağımsızlık Günü’nde alenen yas tutan Arapların hapse atılmasını istiyor ve İsrail’in Arap vatandaşlarıyla evlenen başka ülkelerdeki Araplara asla vatandaşlık hakkının verilmemesini umuyor.

Lieberman’ın şimdiki görüşleriyle eski görüşleri arasındaki bağlantıyı görebilmek için paranoyak olmanıza gerek yok. İsrailli Arapları yasal korumadan ne kadar çok uzaklaştırır ve onları vatan hainliğiyle ne kadar çok suçlarsanız, ihraç politikası güttüğünüzü o kadar kolay insanların aklına getirirsiniz. Lieberman’ın Amerikalı destekçileri teoride onun bir Filistin devletini savunduğunu sıkça belirtiyorlar. Fakat onun adına genelde belirtmedikleri husus ise iki devletli çözümün, İsrailli Arapların büyük bir kesiminin rızaları alınmadan başka bir ülkeye sürgün edilmesine yol açacak şekilde İsrail sınırlarının yeniden çizilmesi anlamına geldiğidir. 

Netanyahu’nun başbakanlığının birinci döneminde Lieberman kabine başkanlığı yapmıştı. Ve Batı Şeria söz konusu olduğunda, Netanyahu’nun kendi yaklaşımı himayesi altında tuttuğu Lieberman’ın yaklaşımından bile daha uç noktaya vardı. 1993 tarihli kitabı A Place among the Nations’da Netanyahu bir Filistin devleti fikrini reddetmekle kalmıyor, Filistinli diye bir şeyin varlığını bile inkâr ediyor. Aslında Filistinlilerin devlet talebini Nazizimle bir tuttuğunu sık sık yineliyor. Batı Şeria’dan çekilecek bir İsrail’in “Auschwitz sınırları” ile bir “getto devleti” olacağını beyan ediyor. Ve “Judea ve Samaria [Batı Şeria]’yı İsrail’den koparma” çabasını Hitler’in 1938’de öne sürdüğü, Almanca konuşan “Suduten eyaletini” Çekoslavakya’dan koparma teklifine benzetiyor. Netanyahu zaten yeterince geniş tavizlerde bulunmuş İsrail’den daha fazla bölge istemenin haksızlık olacağını ısrarla dile getiriyor. Ne tür tavizlermiş bunlar? Güya hakkı gereği İsrail devletinin bir parçası olması gereken Ürdün’ü alma talebinden vaz geçmesi. 

Netanyahu’nun koalisyonunun solunda Ehud Barak’ın zayıf bırakılmış İşçi Partisi oturuyor, ama onun ılımlı potansiyeli bazı açılardan en bağnaz koalisyon ortağı tarafından dengeleniyor: Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli Yahudileri temsil eden ultra Ortodoks parti Shas. Bir noktada Shas bazı Ashkenazi ultra Ortodoks emsalleri gibi yerleşim yerlerini kaldırmaya açıktı. Ne var ki son yıllarda geniş aileleri için mesken bulma konusunda endişelenen ultra Ortodoks İsrailliler Batı Şeria’ya daha fazla akın etmeye başladılar ve devlet yardımları sayesinde orada hayatlarını çok daha ucuza malettiler. Beklenildiği gibi onların siyasi partileri de bölgesel uzlaşı aleyhine büyük çaba sarf etti. Ve bunu ultra Ortodoks Yahudiliğin liberal değerlere karşı köklü düşmanlığını yansıtan bir kinle yaptılar. Shas’ın oldukça güçlü ruhani lideri Haham Ovadia Yosef Arapları “engerekler”, “yılanlar” ve “karıncalar” diye yaftaladı. 2005’de başbakan Ariel Sharon Gazze Şeridi’ndeki yerleşim yerlerini kaldırma önerisinde bulunduğunda, Yosef “Tanrı boyunu devirsin” dedi. Resmi Shas gazetesi yakın zamanda Başkan Obama’yı “Aşırı uç İslamcı” diye niteledi. 

Hebrew Üniversitesi profesörü Ze’ev Sternhell faşizm üzerine uzman biri ve itibarlı İsrail Ödülü’nün de sahibi. Haaretz’in son sayılarından birinde Shas liderleri ve Lieberman üzerine yorum yaparken şunu yazmıştı: “Son zamanların politikacılarının savunduğu görüşler 2.Dünya Savaşı sırasında Batı Avrupa’da ve Franko’nun İspanya’sında iktidarda olanların görüşlerine benziyor. Onların teşviğiyle demokratik ve liberal düzenin temellerine karşı amansız ve çok yönlü bir kampanya yürütülmekte.” Sternhell’in bildiği şeyler vardı. Eylül 2008’de bir yerleşimci evine boru bombası atınca Sternhell yaralandı.

İsrail hükümetleri gelip giderler ama Netanyahu koalisyonu İsrail toplumundaki uzun vadeli ürkütücü eğilimlerin ürünüdür: özellikle Arap karşıtı ırkçılığa yatkın Rus göçmen topluluğuna, orduya ve İsrail bürokrasisine giderek daha sıkı bağlanan ve daha fazla radikalleşen bir yerleşimci hareketini dramatik şekilde yükselten ultra Ortodoks bir nüfus. 2009’da İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün yaptığı bir ankete göre Yahudi İsraillilerin %53’ü (ve eski SSCB’den gelen son göçmenlerin %77’si) Arapları ülkeden çıkarma politikalarına destek veriyor. İsrailli gençlerin tutumları ise en kötüsü. Geçen yıl İsrailli yüksek okullar sanal bir seçim yaptıklarında Lieberman kazandı. Geçen Mart ayında yapılan bir anket İsrailli Yahudi yüksek okul öğrencilerinin %56’sının –ve dindar Yahudi yüksek okul öğrencilerinin %80’den fazlasının- İsrailli Arapların Knesset’e seçilme haklarına karşı çıktığını ortaya koydu. Eğitim bakanlığından bir görevli bu araştırmayı “gençler arasında aşırı uç görüşlerin giderek güçlenmesi ışığında muazzam bir uyarı sinyali” olarak niteledi. 

Bu eğilimlerin ve İsrail hükümeti içiden bazılarının bu eğilimlere duyduğu sempatinin, örgütlü Amerikan Yahudi cemaatinin liderleri arasında önemli ölçüde kamuoyu endişesinin –hatta öfkesinin- uyanmasına vesile olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bizzat İsrail’de soldan ve hatta merkezden yükselen sesler İsrail demokrasisine yönelik tehditler konusunda uyarıda bulunuyorlar. (Eski Başbakanlar Ehud Olmert ve Ehud Barak, İsrail’in Batı Şeria’yı elinde tutması halinde bir “apartheid devleti”ne dönüşme riski altında olduğunu söylediler. Geçen Nisan ayında yerleşimciler büyük bir İsrail kitapevini yerleşimi eleştiren bir kitabı satmaktan vazgeçmeye zorladıklarında barışçı Meretz Partisi’nin eski başkanı Shulamit Aloni “İsrail’in bir süredir demokratik olmadığını” ilan etti.) Fakat ABD’de AIPAC ve Başkanların Konferansı gibi gruplar tüm liderlerin demokrasi hayalini kurduğu ve barışa özlem duyduğu bir devlet olarak İsrail vizyonlarına karşı çıkan insanları payladıkları bir kamusal söylemi dillendiriyorlar. 

Sonuç ise tüyler ürpertici bir ironidir. Teoride, ana akım Amerikan Yahudi örgütleri Siyonizmin liberal versiyonunun hâlâ orasını burasını budayıp şekillendiriyorlar. AIPAC websitesinde İsrail’in “özgür ifade ve azınlık haklarına” bağlılığını kutluyor. Başkanlar Konferansı “İsrail ve Amerika’nın demokrasi, özgürlük, güvenlik ve barış gibi siyasi, ahlâki ve düşünsel değerleri paylaştıklarını” ilan ediyor. Bu gruplar, Netanyahu’nun koalisyonundaki bazıları gibi, İsrailli Arapların tam vatandaşlık hakkına ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin de insan haklarına layık olmadıklarını asla söylemiyorlar. Fakat pratikte, İsrail hükümetinin yaptığı herşeyi sahiden destekleyerek, hayranlık duyduklarını itiraf ettikleri çok liberal değerleri tehdit eden İsrailli liderlerin düşünsel muhafızlığını yapıyorlar. 

Örneğin Geçen Şubat ayında İsrail seçimlerinden sonra Başkanlar Konferansı’nın yönetici başkan yardımcısı Malcolm Hoenlein, Avigdor Lieberman’ın programının “medyanın sunduğundan çok daha ılımlı” olduğunu açıkladı. Lieberman’ın İsrailli Araplara yönelik genel bir kin beslemediğinde ısrar eden, İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (ADL) ulusal başkanı Abraham Foxman, Yahudi Telegraphic Agency ajansına, “Onları sürgün edelim demiyor. Onları cezalandıralım demiyor” diye beyanat verdi. (Arap eşlerin vatandaşlık hakkını asla kabul etmemek veya İsrail’in Bağımsızlık Günü’nde alenen yas tutmaları halinde onları hapse atmak ceza olarak nitelendirilmiyor.) ADL geçmişteki Arap karşıtı bağnazlığı eleştiriyor ve Amerikan Yahudi Komitesi de Lieberman’ın önerdiği sadakat yemininin “İsrail’in demokratik siyasi tartışmalarını soğutacağını” belirtiyor. Fakat “Yahudi Liderler Lieberman’ın Hükümetteki Rolü Konusunda Büyük Ölçüde Sessiz” başlığıyla Forward, Amerika’nın Yahudi cemaatinin liderlerinin genel tepkisini özetliyor. 

Örgütlü Amerikan Yahudi cemaati çoğunlukla İsrail hükümetinin alenen eleştirilmesinden sakınmakla kalmıyor, başkalarının eleştirmesine de engel olmaya çalışıyor. Son yıllarda Amerikan Yahudi örgütleri dünyanın en saygın uluslararası insan hakları gruplarını gözden düşürmek için bir kampanya yürütmekteler. 2006’da Foxman, Uluslararası Af Örgütü’nün İsrail’in Lübnanlı sivilleri öldürmesine dair raporunu “bağnaz, taraflı ve antisemitizmin eşiğinde” diye nitelendirdi. Başkanlar Konferansı “Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme, Hristiyan Yardım Girişimi (Christian Aid) ve Çocukları Koruma (Save the Children) gibi taraflı sivil toplum kuruluşlarını” duyurdu. Geçen yaz bir AIPAC sözcüsü İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “İsrail karşıtı tutumunu defalarca sergilediğini” açıkladı. Obama idaresi BM’nin eski insan hakları yüksek komiseri Mary Robinson’u Başkanlık Özgürlük Madalyası ile ödüllendirince ADL ve AIPAC bunu protesto edip, Robinson’un Güney Afrika Durban’da Irkçılığa Karşı 2001 Dünya Konferansı’na başkanlık ettiği gerçeğini dile getirdiler. (Konferans raporunun ilk taslakları İsrail’i örtük biçimde ırkçılıkla suçluyordu. Robinson Suriye ve İran’ı kızdıracak şekilde, iftira niteliğindeki bu suçlamanın rapordan çıkarılmasına yardım etmişti.)

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve AF Örgütü hatadan münezzeh değildir. Fakat AIPAC ve Başkanlar Konferansı gibi grupların İsrail’in eylemlerinin alenen eleştirilmesinden tamamen kaçınarak öfkelerini sadece İsrail’in komşularına yöneltmeleri, onları tarafgirlik suçlamasında zayıf konumda bırakmaktadır. Dahası, Amerikalı Yahudi gruplar kendilerinin sadece İsrail’i düşmanlarından korumaya çalıştıklarını iddia ederlerken, İsrail’de radikal ölçüde farklı Siyonist görüşler arasındaki mücadelede fiilen taraf tutuyorlar. ADL’nin, Robinson’u, “İsrail’e karşı düşmanlık” beslemekle suçladığı sırada yedi İsrailli insan hakları grubu onun ödül almasını alenen kutladı. İsrail’İn işgal altındaki bölgelerdeki eylemlerini gözlemleyen B’Tselem gibi bu gruplar ve İnsan Hakları İçin Doktorlar grubunun İsrailli kolu, en az AF Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü kadar, İsrail’in Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’daki eylemleri konusunda eleştirel bir tavır takındılar. 

Bütün bunlar rahatsız edici bir soruyu akla getiriyor. Eğer Amerkalı Yahudi gruplar İsrail’e yöneltilen denizaşırı insan hakları eleştirilerinin semitizm karşıtı olmasa bile İsrail karşıtı önyargılı eğilimden kaynaklı olduğunu savunuyorlarsa, peki, İsrail’in içinden yöneltilen insan hakları eleştirilerine ne diyecekler? Kastettikleri şey açık: Onlar vatan hainliği olmasa bile özlerinden nefret etme suçunu işliyorlar. Elbette Amerikalı Yahudi liderler bunu genellikle söylemiyorlar ama Netanyahu hükümetindeki müttefikleri söylüyor. Geçen yaz, İsrail’in başbakan yardımcısı Moshe Ya’alon işgal karşıtı grup Peace Now’u (Hemen Barış) “virüs” diye yaftaladı. Geçen Ocak ayında Im Tirtzu adındaki sağ tandanslı grup, İsrailli insan hakları gruplarını, İsrail’in Gazze savaşını soruşturan Goldstone Komisyonu’na bilgi vermekle suçladı. Netanyahu’nun Likud Partisi’nden bir Knesset üyesi, bazı insan hakları gruplarını destekleyen New İsrael Fund (Yeni İsrail Fonu) adlı örgütün başkanı Naomi Chazan’ı vatan hainliğiyle suçladı. Keza Lieberman’ın partisinin bir üyesi İsrailli sivil toplum kuruluşlarının yabancı fonlarını frenleme amacı taşıyan bir soruşturma başlattı. 

Doğrusu Foxman ve diğer Amerikalı Yahudi liderler kendi çalışmalarına da zarar vermiş olabilecek göçe karşı çıktılar. Yine de onlar ektiklerini biçiyorlar. Eğer siz İsrail hükümetine yönelik ana akım insan hakları eleştirisinin devlete veya genelde Yahudilere yönelik bir düşmanlıktan kaynaklandığını idda ederseniz, İsrail’de insan hakları eleştirilerine karşı aynı suçmalarda bulunanlara destek ve kolaylık sağlamış olursunuz. 

Günümüzde Amerika’nın müesses Yahudiliği içinde liberal Siyonizm söylemi –insan hakları, eşit vatandaşlık ve bölgesel uzlaşı vurgularıyla birlikte- anlamdan yoksun hale gelmiştir. Bu söylem kısmen kuşaksal sebeplerden ötürü lingua franca (ortak anlaşma dili) olarak kaldı, çünkü yaşı ileri pekçok Amerikalı Siyonist kendini hâlâ bir tür liberal olarak görüyor. Demokrat Parti’ye oy veriyorlar. İncil’e dayandırılan Batı Şeria talebine sıcak bakmıyorlar. Ortalama Filistinlileri kötü liderlerin yönlendirmesiyle ihanete sürüklenmiş iyi insanlar olarak görüyorlar. Ve sekülerler. Yahudi örgütlerinin İsrail’i sol kanattan eleştirmesini istemiyorlar ama aynı zamanda onların İsrail sağının maşası olmasını da istemiyorlar. 

Bu Amerikalı Siyonistler çoğunlukla belli bir dönemin ürünüdürler. Çoğu, İsrail’in istila edilebileceğini gösteren Altı Gün Savaşları’na kadar uzanan korkunç günlerden ve dünyanın çoğunun İsrail devletine karşı geldiği Yom Kippur Savaşı’nın sonrasındaki acılı günlerden geçti. Bu zorlu sınavda İsrail onların Yahudi kimlikleri oldu, genellikle 1967 ve 1973 savaşlarının Amerikan Yahudi hayatının merkezine oturmasına yardım ettiği Holocaust ile birlikte. Bu Yahudiler, yerleşimci hareketin İsrail politikasında büyük bir faktör olmasından önce, 1982 Lübnan savaşından önce ve ilk intifadan önce Siyonizmi benimsediler. Daha fazla seküler, daha az bölünmüş ve işgal kültürünün, politikasının ve teolojisinin daha az etkisinde kalan bir İsrail’e gönül verdiler. Avigdor Lieberman’ı, yerleşimcileri ve Shas’ı önemsiz gibi gösteren Amerikan Yahudi grupları, yaşları ilerlemiş bu Siyonistlerin kendilerini gençlik dönemlerinin daha kaynaşık, daha masum İsrail’iyle, artık sadece anılarında yaşattıkları bir İsrail ile özdeşleştirmelerine devam etmelerine izin verdiler. 

Fakat bu seküler Siyonistler çoğalmıyorlar. Çocuklarının hafızalarında, kısmen ABD’nin acil askeri yardımı sayesinde ayakta kalan İsrail sınırına yığılmış Arap ordularına dair hiçbir şey yok. Bunun yerine İsrail’i bölgesel hegemon ve işgalci güç olarak belleyerek büyüdüler. Sonuçta İsrail’in yaptıklarının liberal idealleri ne ölçüde ihlal ettiği konusunda anne babalarından daha bilinçliler ve varlığı tehlikede olduğu için İsrail’i muaf görmeye de yanaşmıyorlar. Anne babalarının liberalizmini devraldıkları için onların eleştirel olmayan Siyonizmini benimseyemiyorlar. Kendi liberalizmleri hakiki olduğu için müesses Amerikan Yahudiliğinin liberalizminin sahte olduğunu görebiliyorlar.

Dolayısıyla eleştirel olmayan Siyonizmlerini ayakta tutmak ve saflarını kalabalıklaştırmak için Amerika’nın Yahudi örgütlerinin başka yerlere bakması gerekiyor. Batı Şeria işgali sırasında reşit olmuş ama işgalden etkilenmemiş genç Amerikalı Yahudileri bulmaları lazım. Ve bu genç Amerikalı Yahudiler orantısız bir biçimde Ortodoks dünyadan geleceklerdir. 

Kendi aralarında daha az evlendikleri, daha erken evlendikleri ve daha çok çocuk yaptıkları için Ortodoks Yahudiler Amerikan Yahudi nüfusunun bir parçası olarak hızla çoğalıyorlar. 2006 Amerikan Yahudi Komitesi’nin (AJC) bir araştırmasına göre, Ortodoks Yahudiler altmış yaş üstü Amerikan Yahudilerinin sadece %12’sini oluştururken, on sekiz ile yirmi dört yaş arası gençlerin %34’ünü oluşturmaktalar. Amerika’nın Siyonist örgütlerinin nazarında bu Ortodoks gençler potansiyel birer maden. Yahudi din okullarında erken yaşta İsrail’e sadakati öğreniyorlar, genellikle yüksek okuldan sonra bir yılı orada dini eğitim alarak geçiriyorlar ve çoğunlukla İsrail’e göç etmiş arkadaşları veya akrabaları var. Aynı AJC araştırmasına göre, kırk yaşının altındaki Ortodoks olmayan yetişkin Yahudilerin sadece %16’sı kendini “İsrail’e çok yakın” hissederken, Ortodokslar arasında bu sayı %79’u buluyor. Seküler Yahudiler Amerika’nın Siyonist kurumlarından uzak dururken Ortodoks emsalleri aynı kurumlara katılmaya eğilimliler. New York City Üniversitesi’nde sosyolog olan Samuel Heilman, Ortodokslar “Yahudilerin cemaatsel meseleleriyle hâlâ ilgileniyorlar” diye açıkladı. “İsrail evinde kalan son kişilerin arasındalar, bundan dolayı şimdi ışıkları açıp kapama yetkisi onlarda.” 

Fakat tam da bu cemaatçilik –genellikle daha evrensel meselelerin önüne geçen Yahudilik meselelerine derinden bağlılık- Ortodoks Yahudi Siyonizmine kendine özgü bağnazca bir renk katıyor. 2006 AJC anketine göre, kırk yaşının altındaki Ortodoks olmayan Amerikan Yahudilerinin %60’ı bir Filistin devletini desteklerken, bu rakam Ortodokslar arasında %25’e düşüyor. 2009’da Brandeis Üniversitesi’nden Theodore Sasson, Amerikan Yahudi gruplara İsrail hakkındaki fikilerini sorduğunda, Ortodoks katılımcıların barış müzakerelerinin bir parçası olarak yerleşim yerlerini kaldırmaya pek sıcak bakmadıklarını tespit etti. Dahası, reform yanlısı, muhafazakâr ve bağımsız Yahudiler ortalama Filistinlilerin barış istediklerini ama liderleri tarafından kötü emellere hizmet ettirildikleri görüşündeler. Öte yandan Ortodoks Yahudiler, Filistinlileri düşman olarak görmeye ve sıradan Filistinlilerin sıradan İsraillilerle veya Yahudililerle aynı ortak çıkarları veya değerleri paylaştığını inkâr etmeye çok daha yatkınlar. 

Ortodooks Yahudilik, Amerikan Yahudi toplumunda benzeri olmayan Yahudi öğretisine bağlılık ve cemaatsel kaynaşma gibi büyük erdemlere sahip. (Benim ailem ortodoks sinegoguna gittiği için taraflı davranıyorumdur.) Fakat şimdiki eğilimler devam ederse, Amerikan Yahudi cemaatinin kurumlarının artan nüfuzu günümüzde Amerikan Siyonizminin üstünü örten liberal-demokratik cilayı bile aşındıracaktır. 2002’de Amerika’nın büyük Yahudi örgütleri Washington Çarşısı’nda yapılan İsraille büyük bir dayanışma mitingine destek verdiler. Doğu kıyısındaki Yahudi din okulları gün boyu kapalı kalarak kalabalığın tahmini Ortodoks kesimini %70’e yükseltti. O zamanlar Savunma Bakan yardımcısı olan Paul Wolfowitz göstericilere “masum Filistinlilerin de acı çektiğini ve öldüğünü” söylediğinde yuhalandı. 

Amerika’nın Yahudi liderleri bu miting üzerine adamakıllı düşünmeliler. Gidişatı değiştirmezlerse, felaketin habercisi bir mitingdi bu: Filistinlilerin haysiyeti konusunda yapmacıktan da olsa endişe duymayan bir Amerikan Siyonist hareketi ve İsrail için yapmacıktan da olsa endişe duymayan daha geniş bir Amerikan Yahudi nüfusu. Benim kendi çocuklarım da yetişme tarzlarına bakılırsa Luntz’un odak grubunun üyeleri olarak o yuhalayaların arasına kolaylıkla katılabilirlerdi. Bu durum beni dehşete düşürüyor.


Resim: Mohammed Saber/epa/Corbis

Gazze Şeridi’ndeki İsrail yerleşim yeri Netzarim yakınlarında, İsrail ordusunun yıktığı binaların harabeleri üzerinde dikilen Filistinli gençler. Temmuz 2004. Burası Ağustos 2005’de Ariel Sharon’un çekilme planının bir parçası olarak boşaltılacak son yerleşim yeri olacaktır. 

2004’de Mısır’dan gizlice silah sokulmasını önleme çabası doğrultusunda İsrailli tanklar ve buldozerler Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah mülteci kampındaki yüzlerce evi yıktı. Televizyonu seyreden Tommy Lapid adındaki bir İsrailli yorumcu ve politikacı evinin yıkıntıları arasında yerde dizleri üstünde ilaçlarını arayan yaşlı bir Filistinli kadının ezildiğini gördü. Lapid bu kadının kendisine büyükannesini hatırlattığını beyan etti. 

İşte o anda Lapid örgütlü Amerikan yaşamında boğulan ruhu kavradı. İzlemekle işe başladı. Tecrübelerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, günümüzde Amerikan Siyonistleri arasında izlememe salgını var. Gazze Şeridi’ndeki yetersiz beslenme üzerine Kızıl Haç’ın bir araştırması, Yahudi komşularının İsrailli Arapların girişilerini engellemesine izin veren Knesset’in bir kanun teklifi, Filistinlilerin zeytinliklerini yakan yerleşimciler hakkında bir İsrail insan hakları raporu, üç Filistinli gencin daha vurulması; nahoş şeyler. Filistinlilerin acısını mantığa bürüme ve küçümseme bir tür oyuna dönüştü. Amerikan gençleri arasında Siyonizmin nasıl güçlendirileceğine dair yakın zamanlı bir raporda Luntz, Amerikan Yahudi gruplara “Filistinliler yerine Araplar” sözcüğünü kullanmalarını salık veriyor, çünkü “Arap” sözcüğü zenginlik, petrol ve İslam’ı çağrıştırırken, “Filistinliler” sözcüğü sığınma kamplarını, kurbanları ve baskıyı çağrıştırıyor. 

Elbette ABD gibi İsrail de bazen kendi savunması için ahlâken çetrefilli eylemlerde bulunmak zorunda. Fakat bu eylemler ancak diğer tarafla insani bir bağ kurarsanız ahlâken çetrefilli olur. Aksi halde güvenlik herşeyi haklı çıkarır. AIPAC ve Başkanlar Konferansı’nın liderleri “hayır” diye seslerini yükseltmeleri için İsrailli liderlerin ne yapmaları veya ne söylemeleri gerektiğini kendilerine sormalı. Herşeyden önce, Lieberman dışişleri bakanıdır; Effi Eitam Amerikan üniversitelerini dolaşıyor; yerleşim yerleri İsrail nüfus artış oranının üç katı büyüyor. Yahudi yüksek okul öğrencilerinin yarısı Arapların Knesset’e girmesinin yasaklanmasını istiyor. Eğer çizgi henüz aşılmadıysa nerede o çizgi? 

Lapid’in yorumu hakkındaki çileden çıkarıcı eleştiri onun büyükannesinin de Auschwitz’de öldüğüdür. Lapid, Holocaust’un anısını hangi cüretle lekelermiş? Elbette Holocaust İsrail’in yaptıklarıyla veya yapacaklarıyla kıyaslanamaz ölçüde fecidir. Fakat en azından Lapid Yahudilerin çektiği acıyı başkalarının acısıyla ilişkilendirmekte. AIPAC’in dünyasında Holocaust kıyaslamaları hiç bitmez ve mesajları hep aynıdır: Yahudiler vaktiyle kurban olduklarından yalnızca kendileri için endişelenme imtiyazına sahiptirler. İsrail’in kurucularının çoğu, devlete kavuşmakla birlikte Yahudilerin hakimiyetleri altında yaşayan Yahudi olmayanlara karşı tutumlarına hak verileceğine inanıyordu. 1948’de Knesset üyesi Pinchas Lavon şu beyanatta bulunmuştu: “Bizler ilk kez bir azınlıkla birlikte yaşayan çoğunluk olduk ve Yahudilerden bir emsal teşkil edip bir azınlıkla birlikte nasıl yaşadıklarını göstermeleri talep edilmelidir.” 

Ne var ki Amerikan müesses Yahudiliğin ve onun Netanyahu hükümeti içindeki müttefiklerinin mesajı bunun tam tersi: Yahudiler tarihin kalıcı kurbanları oldukları için ve her zaman yok olma tehlikesiyle yüz yüze geldikleri için ahlâki sorumluluk İsrail’in elinde olmayan bir lükstür. İsrail’in tek sorumluluğu hayatta kalmaktır. Eski Knesset sözcüsü Avraham Burg’un 2008 tarihli çarpıcı kitabı The Holocaust Is Over; We Must Rise From Its Ashes’de yazdığı gibi, “Kurbanlık sizi özgür kılıyor.” 

Bu kurbanlık takıntısı niçin Siyonizmin Amerika’nın seküler Yahudi gençleri arasında ölmekte olduğu meselesinin merkezinde yer alıyor. Zira bunun onların yaşadıkları tecrübeyle veya İsrail’i nasıl gördükleriyle hiçbir ilişkisi yok. Evet, İsrail Hizbullah ve Hamas’ın tehditleriyle karşı karşıya. Evet, İsrailliler anlaşılır şekilde nükleer İran’dan endişeleniyorlar. Ne var ki siz düzinelerce veya yüzlerce nükleer silaha sahip olurken, ne kadar alçak da olsa düşmanınız bir tane nükleer silaha sahip olduğunda karşılaşacağınız ikilemler Warsaw Gettosu’nun ikilemleri değildir. 2010 yılı, Benjamin Netenyahu’nun savunduğu gibi 1938 yılı gibi değil. Yahudi kurbanların draması -1938, 1948 ve hatta 1967 yıllarını yaşamış pekçok Yahudiyi doğal olarak etkileyen bir drama- günümüzün genç Amerikalı Yahudilerin çoğuna komedi gibi geliyor. 

Öte yandan umutsuzluk içinde hiçbir zaman öne çıkamamış farklı bir Siyonist çağrı da var. Bu çağrının kökleri Yahudi devletinin “İbrani peygamberlerin öğrettiği özgürlük, adalet ve barış ilkelerine dayanacağını” vaat eden İsrail’in Bağımsızlık İlanı’nda yatıyor. Aralık 1948’de Albert Einstein, Hannah Arendt ve başkalarının The New York Times gazetesine gönderdiği mektup sağ kanattan Siyonist lider Menachem Begin’in ABD’yi ziyaretini protesto ediyordu. Bu ziyaret Begin’in partisinin militanlarının Deir Yassin köyündeki Arap sivilleri katledişinden sonra gerçekleşmişti. Söz konusu çağrı Yahudilerin kaderinin köklü şekilde değiştiği bir dünyada Yahudilerin çektiği acının anısını anmanın en iyi yolunun Yahudi gücünün etik kullanılması olduğunu bildiren bir çağrıdır.

Birkaç aydır bir grup İsrailli öğrenci her cuma günü Doğu Kudüs’teki Sheikh Jarrah semtini ziyaret ediyor. Burada Ghawis adındaki Filistinli bir aile Yahudi yerleşimcilere mesken yapılmak üzere tahliye edilen elli üç yıllık evlerinin dışında sokakta yaşıyor. İzinsiz protesto yaptıkları için defalarca tutuklanmalarına ve İsrail sağı tarafından özünden nefret eden hainler diye yaftalanmalarına rağmen sayıları şimdilerde binleri bulan bu öğrenciler aynı semte gitmeye devam ediyorlar. Peki ya Amerikan Yahudi örgütleri bu gençleri Hillel’de konuşmaya götürselerdi ne olurdu? Peki ya bu, Amerikan Yahudi gençlerine gösterilecek Siyonizmin yüzü olsaydı ne olurdu? Peki ya Luntz’un odak grubuna, onların kuşağını, Yahudi tarihinde eşine rastlanmamış ölçüde ciddi bir işin –yeryüzündeki tek Yahudi devlette liberal demokrasiyi muhafza etmek- beklediği söylenseydi ne olurdu?


Foto: Jim Hollander/epa/Corbis

Sağ tarafta yazar David Grossman Filistinliler ve İsraillilerle birlikte Filistinli ailelerin Doğu Kudüs’teki Sheikh Jarrah semtinden çıkarılmasını protesto ediyor.
9 Nisan 2010

“Kurumsallaşmış aldırmazlığın sıcak kucağında yıllarca yaşadım ve onun bir parçası oldum” diye yazıyor Avraham Burg. “Orada çok rahattım.” Biliyorum, ben de orada çok rahattım. Fakat rahatlık veren Siyonizm ahlâktan feragata dönüştü. Umalım ki Sheiks Jarrah’taki emsalleriyle dayanışma içinde Luntz’un öğrencileri konformizden uzak bir Siyonizmi, İsrail’in dönüşme riski taşıdığı hale kızan ve hâlâ olabileceği hale sevgi duyan bir Siyonizmi teşvik ederler. Umalım ki bunu denemeye değer bulurlar.



The New York Review of Books 

*Peter Beinart, The City University of New York’da Gazetecilik ve Siyaset Bilimi doçentidir. New American Foundation adlı düşünce kuruluşunun kıdemli üyesi ve The Daily Beast adlı sitenin kıdemli siyaset yazarıdır. Yeni kitabı The Icarus Syndrome: A History of American Hubris Haziran ayında yayımlandı. 

Bu makale Orhan Düz tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.





Etiketler:  Peter Beinart İsrail Siyonizm Yahudi ABD AIPAC Hubris AJC   

Bisikletimi çaldırdım Geçmiş olsun.

daha önce hiç hissetmediğim bir duygu idi. mübarek kandil gecesi hissetmiş oldum. kardeşimle beraber evimizin önünde duran 2 velesbitimiz(bisiklet) akşam vakti kalleş hırsızlar tarafından çalınmıştır. faturaları bulunamadığı için adi bir vaka olarak polis kayıtlarına geçmiştir. Saolsunlar kandilimi berbat ettiler umarım burunları pislikten kurtulmaz.

14 Haziran 2010 Pazartesi

uzak kalmak

yaklaşık 15 gündür yoğun iş ve telaşe nedeniyle siteden uzak kaldım. bizi takip etmek isteyenler ihl sözlük de ahlatt42 rumuzuyla takip edebilirler.
not : sınava gittim döneceğim.

Senai demirciden mavi marmara gemisi açıklaması

Senai Demirciden kendisine yakışır ve ders niteliğinde bir açıklama bazıları iyi okusun çünkü ölüm hakk.

Meraklısına not: “Müsbet hareket” uzlaşmak değildir. Ömrü boyunca “müsbet hareket” eden Said Nursî, varlığını çekemeyen, yazdıklarına ve söylediklerine amansız muhalefet eden “iktidar”la uzlaşmadığı gibi, uzlaşma tekliflerine asla prim vermedi. Aslında, Said Nursî’nin mahallesinden onlarca Mavi Marmara kalktı ölüme doğru.
Bazen bir şehrin esnafı, bazen bir köyün safi kalp çiftçileri kamyonlara dolduruldu, “toplu idamlık”lar olarak aylarca haber alınmadıklara mahpuslara götürüldü. Yeryüzünün en uzak köşelerinde aşkla şevkle hizmet eden isimsiz kahramanların gönüllerini inşa eden satırları yazmak için kimseden izin almadığı gibi, fikirlerini asla saklamadı, duruşuna hiçbir şekilde ayar çekmeye kalkmadı. Çünkü bir zalime zalim olduğunu söylememek, zalime zulüm olurdu.
Küfür içinde olanlara, küfürlerine imanmış gibi göstermek, en başta imanı küçümsemeye gelirdi ve küfrün kara perdesini iyice kapatmak anlamına gelirdi. Böylesi bir merhametsizlikten Said Nursî uzaktır, onu izleyenler de uzaktır.
Bu gerçeği, Said Nursî’nin bir zamanlar anıldığı ünvanla anılan “Hocaefendi” de gayet iyi bilirler. Asıl “müsbet hareket”, göğüslerinde Kâbe kadar hürmeti hak eden imanı, Uhud Dağı’nca inkâr edilmez büyüklükte İslam’ı taşıyan kardeşlerin birbirlerini kolayca harcamayacak kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını bilmekle başlar.
IHH da Gülen Hareketi de ve görevdeki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de bu toprakların medeniyet mirasını hakkıyla temsil eden o kocaman gönlün cisimleşmiş hâlidir. Gerektiğinde IHH gönüllüsü gömleğini de giydim şerefle, sırası geldiğinde Nur Talebesi kardeşlerimin kıtlık ve imkansızlıklar içinde kurduğu irfan sofralarına sevinçle oturdum. Var mı itirazı olan?

Senai Demirci - Haber 7

senaidemirci@gmail.com