Taraf yazarı Mücahit Bilici bugünkü "Hegemonya ve müsbet hareket" başlıklı yazısında "Dünyayı değiştirmek için tahripkâr olmayan iktisatlı bir yöntem var mı?" sorusuna cevap aradı.
Said Nursi'nin verdiği son dersin "Müspet Hareket" prensibi olduğunu hatırlatan Bilici; dünyayı değiştirmek, iktidar ve muhalefet açısından müspet hareket modelini inceledi.
Mücahit Bilici'nin yazısında ilgili bölüm şöyle:
resim risalehaber'den alınmıştır. yazıyı taraf gazetesinde ki orjinalden okumak için tıklayınız.
Tanıl Bora, Birikim’deki haftalık bir yazısında hegemonya kavramı çerçevesinde siyasi iktidarın kendisine itiraz edenleri hep kendi gündemiyle meşgul ederek, menfiliğe esir edişini farketmek gerektiğini hatırlatan isabetli bir eleştiriyi dile getirdi. Akif Emre de geçenlerde bir gazete yazısında “inşa edici olmak, dayatılan zihin haritasından, örgütlü, sistematik ilişkiler ağından uzakta durmayı yeğlemektir” derken benzer bir kaygıyı daha farklı bir düzlem için dillendirmiş oldu. Güncel ifadesiyle soru siyasi veya kültürel iktidarlarla olan ilişkilerde sağlıklı bir muhalefet dili yahut dönüştürme üslubu nasıl olmalıdır sorusudur. Ancak daha kalıcı ifadesiyle soru şudur:Dünyayı değiştirmek için tahripkâr olmayan iktisatlı bir yöntem var mı? Bu soru kişisel dünyalarımız için olduğu gibi bütün bir dünya için de sorulabilir.
Dünyayı değiştirme kaygısının diyalektiklik gelgitine ziyadesiyle teslim olduğu bir dünyada hegemonik olana itiraz bile sadece bir karşı-hegemonya olarak tasavvur ediliyor. Ama bu ne kadar doğru?Başkasının yanlış şarkısına bağırarak itiraz etmek yerine kendi türküsünü çağırmak, kendi şiirini mırıldanmak elbette mümkün. Öteki ile ilişkisini düşmanlık olarak kuran tüm yaklaşımlar menfi bir tarza mahkûm kalırlar. Karikatür krizinden, etnik ve dinî milliyetçiliğe, yerel iktidarlara muhalefettenküresel kapitalizme karşı direnişe kadar pek çok konuda bu problemi görüyoruz. Muhalefetinle bilegüçlünün elinde oyuncak olmamanın bir yolu var mıdır?
Said Nursi vefatından önceki son dersinde hayatı boyunca takip ettiği “müsbet hareket” prensibini hatırlatır ve “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir” der. Peki, müsbet hareket ne demektir?
Müsbet hareket, bir ortamın dönüştürülmesine ilişkin bir ilkedir. Bu ilkenin özü kendi doğrusunun inşasıyla meşgul olmaktır. Hiç yanlış yapmadan ve yanlışla meşgul olmadan sadece doğruyu yapmaktır. Kötünün yıkımından çok iyinin inşasıyla kendini doldurmaktır. Yani karanlığa küfretmek yerine aydınlık için bir mum yakmaktır. Müsbet hareket, sabitleyen, üreten, ortaya koyan bir yapmadır. Bir yerine getirmedir. Menfi hareket ise bir mevcudu yerinden etmek, sürgüne göndermek veya ortadan kaldırmak için çalışan bir bozma veya yıkmadır.
Bozma ve yıkma, bozacağı ve yıkacağı şeye bağımlı; yapma ve inşa ise bağımsızdır. Müsbet hareketmuhabbet (biriktirme, yapıştırma) dilini kullanır, menfi hareket ise adavet (dağıtma, silme). Ötekinin yanlışına öfke –ki menfi bir konumlanmadır– reaktiftir ve ümitsizlik üretir. Kendi doğrusunun muhabbetiyle hareket etmek ise başkasının gündem ve hamlelerine bağımlılıktan sizi azad eder. Hatta düşmanlık yapan muhatabın vicdanıyla da bir koalisyon kurduğu için yanlışla olan savaşını, kendini zafer gururuna, karşı tarafı da yenilgi zilletine uğratmadan kazanır.
Müsbet hareket bir karşıtlık üzerinden kurulmadığı için gerçek anlamda bir alternatif üretir. Karşıtlık bile karşı olunana bir merkezilik kazandırmaktadır. Hegemonyanın en önemli başarısı düşmanını bile kendisiyle meşgul etmesidir ki bu siyasi iktidarlar için böyle olduğu gibi medyanın gündem belirleyiciliği için de böyledir. (Yani bir fikre katılmasan bile onunla zihnen meşgul olmaya mecbur kalıyorsun).