26.01.2013 - 02.02.2013 tarihleri arasında ukrayna'nın kırım özerk cumhuriyetine bir gezi gerçekleştirdik. yolculuğumuz tabi ki de wingo fırsatını sunan turk hava yolları ile gerçekleştirmiş olduk...
gezimiz ilk başta kaldığımız mekandan uğurlama töreni ile başladı
malesef ki yolculuğumuzu simferopoldeki sis nedeniyle 1 günde 2 kere uçamak zorunda kalarak gerçekleştirdik; ilk uçusumuz simferopol semalarında 1 saat dönüp 3 başarısız manevranın ardından istanbula dönüş,
ardından havalanında geçen 5 saatlik bekleyişten sonra yeniden daha büyük bir uçakla tekrar bir deneme
ve sonrasında kırım topraklarında...
simferopol havaalanından 3 görüntü
Sevag Beşiktaşlıyan, “laiklik ve “modernizm” kaygısıyla erkekliğin iç içe geçtiğinde, kolay kolay yan yana gelemeyecek grupların başörtülü kadınlara karşı aynı noktaya gelmelerini” yazdı.
Mehmet Ali Birand’ın hayatını kaybetmesinin üzerinden yaklaşık iki hafta geçti. Merkez medya içinde liberal bir ses olduğu ve bu anlamda, gayet cesur bir duruş gösterdiği herkesin malumuydu. Bunun yanı sıra, gerçekten iyi ve güleç bir insan olmasıyla büyük kitlelerin sevgisine mazhar olmayı başarmış bir insandı. Ölümünün arkasından yazılıp çizilenler de, insanların ona karşı nasıl büyük bir sevgi beslediğinin ve ortaya koyduğu işlere ne kadar saygı duyduklarının bir göstergesiydi. Türkiye merkez medyasında haberciliğin belki de en iyisiydi, evet ama Türkiye’de Kürt sorunu ve ordu söz konusu olduğunda, içinde bulunduğu çevrelerde hiç alışılmadık tavırlar içinde olan Birand, Türkiye’nin en büyük fay kırığı laiklik tartışmasının bir tezahürü olarak başörtüsü olayını da içine alan dini özgürlükler konusunda çok kereler sınıfta kalmıştı.
28 Şubat sürecinin “cesur” ve “güvenilir” televizyoncusu Uğur Dündar’la aynı tonu tutturarak, arkada sanki dakika dakika bir cinayetin görüntülerini veriyormuşçasına gelen gerilim müziğiyle birlikte Adana’da okulda namaz kılan lise öğrencileri haberini ‘yorumsuz’ verebilmişti. Hem de sanki organize bir suç örgütünden bahsediyormuşçasına “toplu” vurgusuyla birlikte.
Aynı şekilde, ölümünden kısa bir süre önce “başörtülü muhabir çalıştırabileceğini fakat ekrana çıkartmayacağını” açıklamış ve gerekçe olarak da “kanalın markasına zarar verir” diyebilmişti. Birand, bu sözlerinden dolayı daha sonra özür dilemiş, kendisine yapılan eleştirileri haklı bulmuş ama yine “düşündüklerini söylediği için suçlu olduğunu” ifade etmeyi de ihmal etmemişti.
Görünür olmadığı sürece “zararsız”
Birand’ın bu ifadesinden de anlaşılacağı üzere “başörtüsü elbette ki özel alanda bulunabilir, fakat kamusallaşamaz.” Başka bir deyişle, başörtülü kadınlar görünür olmadıkları sürece “zararsız”dırlar. Biraz önce belirttiğim gibi merkez medyanın en liberal ve saygıdeğer insanı bile söz konusu dini özgürlükler olduğunda bu noktada ise geriye kalanın ne boyutta olabileceği tahayyül sınırlarınıza kalmış bir mesele.
Aslında çok da uzağa gitmeden, 19 Ocak sonrasına bir göz atmak, bu noktayı tahmin etmek için yeterli olacaktır. Bilindiği üzere bu seneki anmada Agos’un penceresinden ilk konuşmayı Hidayet Şefkatli Tuksal yaptı. Evet 19 Ocak ertesinde bu detay, neredeyse tüm gazetelerde yer aldı; fakat eksik bir şeyler vardı: Tuksal’ın konuşması. Tuksal’ın neden bahsettiğine tam metni veren Taraf dışında birkaç gazete biraz değindi, çoğu gazete ise görmezden geldi. Hele ki Radikal’in tutumu ise tam bir fecaatti. Radikal’de yayınlanan haberde, konuşma yapanlar olarak sadece Noam Chomsky ve Rakel Dink yer alıyordu, yani Tuksal tamamen yok sayılmıştı. Haberi yazan Serkan Ocak, tüm konuşmalardan bahsetmiş olsa da, sayfa editörü, “Radikal’in sayfalarının küçük olması” bahanesine sığınarak, Hidayet Şefkatli Tuksal’ın ismini dahi silivermişti.
Simgesel imha
Kristina Boreus, söylemsel ayrımcılık üzerine yazdığı makalesinde, bir toplumsal grubun, medyada nüfusun içinde yer aldığından çok daha az oranda temsil edilmesine “görünmez kılma yoluyla dışlama” olarak isimlendiriyor ve bunun, o toplumsal gruba sosyal olarak daha az önem atfedildiğinin işareti olduğunu belirtiyor. On yıllardır çekilen acılara ve verilen mücadeleye rağmen, başörtülü kadınların hala “kenar süsü” olarak görünürlük kazanabilmesi, tam da bu şekilde açıklanabilir. Laiklik ve “modernizm” kaygısıyla erkekliğin iç içe geçtiği böylesi bir alanda, kolay kolay yan yana gelmeyecek güçler, başörtülü kadınlara karşı aynı noktaya gelebiliyorlar. Bu güç birliği tarafından, görünmez ve değersiz kılınarak adeta “simgesel olarak imha” ediliyorlar.
Aylardan yine Şubat geldi. Hâlihazırda yargılama sürecinde olan 28 Şubat Darbesi’nin tartışmasız en büyük mağdurları olan başörtülü kadınlar içinse çok şeyin değiştiğini söylemek mümkün değil. Halen milletvekili olamıyorlar, hatta sadece “aday yoksa oy da yok” dedikleri için gizli bir ajandayla rant peşinde koşmakla suçlandılar. Halen şirketlerde imaj kaygısıyla bırakın önemli pozisyonları, neredeyse yer alamıyorlar. Kendi mesleklerini icra ettiklerinde dahi sindirilemiyorlar ve bir taraftan Ercan Akyol gibilerinin en hafif tabiriyle sığ “şaka”larına, bir taraftan Ali Bulaç’ın mizojen çıkışlarına maruz kalıyorlar. Halen kendi sözlerini kamusal bir alanda söylediklerinde dahi sözleri duyulmuyor bile… Birisi 28 Şubat süreci bitti mi demişti?