Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

25 Ekim 2012 Perşembe

Kurban Bayramınız mübarek olsun

tüm islam aleminin bayramını tebrik eder,  Başta Suriyedeki zalim esad yönetimine karşı savaşan din kardeşlerimizin ve  o mazlum jalkın olmak üzere Çeçenistan Moro , Patani Afganistan Pakistan Filistin ve tüm acı çeken müslüman kardeşlerimizin bir an önce özgürlüklerine ve hayırlı bir geleceğe kavuşmalarını Cenab-ı Allah tan niyaz ederim..

Dünyada anayasa mahkemelerine üyeleri nasıl seçiliyor



 



Bu belgeyi MS WORD
formatında indirmek için burasını tıklayınız.

www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.doc
 



Karşılaştırmalı
hukuka baktığımızda Anayasa Mahkemesi üyelerinin şu şekillerde seçildiği
görülmektedir:

1. ABD[1]


ABD Yüksek
mahkemesi dokuz üyeden oluşur. Üyeler iyi hâllerini (good behavior)
sürdürmeleri şartıyla ömür boyu görevde kalırlar
[2].
İyi hâlin kaybı, yani üyenin suç işlemesi durumunda impeachment usûlünün
işletilmesiyle senatonun üçte ikisinin oyuyla görevden alınması mümkündür. Ancak
kuruluşundan bugüne görevden bu şekilde alınmış bir Yüksek mahkeme üyesi yoktur
[3].
ABD Yüksek Mahkemesine üye atanabilmenin eğitim, meslek vb. koşulları yoktur.
Bununla birlikte uygulamada genellikle hukuk mesleğinden kişilerin üye olarak
atandıkları görülmektedir. Üyelerin hepsini atama yetkisi Başkana aittir. Ancak,
başkanın ataması “Senatonun görüş ve onayı (advice and consent of the Senate)”na
bağlıdır (Anayasa, m.2, sek.2, par. 2). Uygulamada, Başkanların kendi siyasal
görüşüne yakın kişileri Yüksek Mahkemeye üye olarak atadıklarına şahit
olunmaktadır. Başkanın partisi Senatoda çoğunluğa sahip değil ise, Senatonun
atanan kişinin atamasını onaylamadığı da görülmektedir. Uygulamada başkan
tarafından atanan üyelerin beşte birine yakın kısmının Senato tarafından
onaylanmadığı not edilmektedir
[4].
Senato onaylamadan önce Başkan tarafından önerilen adayın sorgulamasını yapmak
için bir komite oluşturur. Komitede sorgulama sözlü ve kamuya açıktır.
Sorgulamada Komite, adayın siyasal eğilimlerini ve hatta özel hayatını dahi
araştırır. Örneğin Başkan Bush tarafından önerilen R. H. Bork’un üyeliğini
Senato siyasal görüşleri nedeniyle onaylamamıştır. Bork’tan sonra aday olan D.
H. Ginsburg da gençliğinde marihuana içtiği için çekilmek zorunda kalmıştır
[5].
Sonuç olarak ABD Yüksek Mahkemeye üye atanması ve onanması işinde siyasal
faktörlerin rol oynadığını söyleyebiliriz
[6].

2. Almanya


Alman Federal
Anayasa Mahkemesi 16 hakimden oluşur. Hakimlerin yarısı Bundestag (birinci
meclis [millet meclisi]), diğer yarısı da Bundestrat (ikinci meclis [senato])
tarafından seçilir (AY, m.94/1). Mahkeme Başkanı ve Başkan Vekili dönüşümlü
olarak Bundestag ve Bundesrat tarafından seçilir. Görev süreleri 12 yıldır.
Tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Üye seçilebilmek için 40 yaşını doldurmuş
olmak ve hakim olma yeterliliğine sahip olmaları gerekir. Üniversite öğretim
üyeliği dışında başka bir işle Anayasa Mahkemesi üyeliği bağdaşmaz.

3. Avusturya


Avusturya Anayasa
Mahkemesi bir başkan, bir başkan vekili, 12 asıl ve 6 yedek üyeden oluşur (AY,
m.147). Başkan, Başkanvekili, 6 asıl üye ve üç yedek üye Federal Hükümet
tarafından; 3 asıl ve 2 yedek üye Ulusal Konsey (=Millet meclisi) tarafından, 3
asıl ve 1 yedek üye Federal Konsey (=Senato) tarafından seçilir. Seçilen adaylar
Federal başkan tarafından atanırlar. Federal hükümet tarafından seçilen üyelerin
hakim, kamu görevlisi, veya hukuk profesörü olması gerekir.

4. Fransa[7]


Fransız Anayasa
Konseyi dokuz üyeden oluşur. Eski Cumhurbaşkanları da -dilerlerse- Mahkemenin
doğal üyesidirler. Üyeler dokuz yıl görevde kalır. Bir defa seçilen üye tekrar
seçilemez. Üyelerin üçte biri her üç yılda bir yenilenir. Fransız Anayasa
Konseyine üye atanabilmenin eğitim, meslek vb. koşulları yoktur. Üyelerin üçü
Cumhurbaşkanı, üçü Millet Meclisi ve üçü de Senato Başkanı tarafından atanır
(1958 Anayasası, m.56). Fransa’da gerek Cumhurbaşkanı, gerek Millet Meclisi
Başkanı, Gerekse Senato Başkanı, kendisine yakın kişileri Anayasa Konseyine üye
olarak atamaktadırlar. Atanan kişilerin çoğunluğu eski politikacılar veya yüksek
bürokratlardır. Atanan kişilerin yaş ortalaması da hayli yüksektir (1980’lerde
yaş ortalaması 74 idi). O nedenle Anayasa Konseyi bir “emekliler hükûmeti”
olarak nitelendirilmektedir
[8].

İmam ve müezzinler maaş müjdesi

İmam ve müezzinlere zam müjdesi

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan Teşkilat Yasası'yla din adamlarının ek göstergeleri yükseltilecek. Yeni düzenlemeyle Diyanet teşkilatında en büyük grubu oluşturan lise mezunu imamlar, Kur'an kursu öğreticileri ve müezzinlerin maaşlarına 117 TL zam gelecek. İlahiyat fakültesi mezunu imamlar ile ilahiyat mezunu Kur'an kursu öğreticilerinin aylığı ise 161 lira artacak. Vaizler de 111 lira zam alacak. Düzenlemenin ardından il müftüsünün maaşı 277 lira, Ankara, İstanbul ve İzmir'de görev yapan müftülerin aylığı ise 519 TL yükselecek. Öte yandan Diyanet İşleri başkanının maaşında 1.023 TL, strateji geliştirme başkanının maaşında da 1.738 liralık artış olacak.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hazırladığı taslak, Diyanet'ten sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından Meclis'te grubu bulunan partilerin grup başkan vekillerine sunuldu. Tasarıya, Alevi çalıştaylarında alınan kararlar doğrultusunda eklemeler yapılacak. Bu değişikliklerin ardından tasarının komisyonlarda görüşülmeye başlanması bekleniyor. İmamlara kariyer sistemi getirecek olan yasa, din görevlilerini gruplara ayıracak. Uzman imam, uzman vaiz, baş imam, baş vaiz, uzman müezzin gibi sınıflara ayrılacak. Tasarı ile din görevlilerinin maaşları da yeniden belirlenecek. Buna göre 1.492 TL maaş alan lise mezunu Kur'an kursu öğreticisi, imam ve müezzinlerin aylığı, ek göstergelerinin yükseltilmesiyle birlikte 1.609 TL'ye çıkacak. Uzman imamlar 1.795, baş imam da 1.902 lira aylık alacak. Din hizmetleri uzmanının maaşı 40, Diyanet teşkilatındaki memurların maaşı 34, şoför, aşçı, bekçi gibi görevlilerininki ise 30 lira yükselecek.

Koyunun karnındaki nedim hazar zaman gazetesi

Kurban bayramının 1. günü 25.10.2012 tarihinde zaman gazetesinde nedim hazar imzalı yer alan modernleşme sancısı içerisinde sekülerleşen ama dindende kopamayan toplumların yaşamış olduğu durumlaradikkat çeken bir yazı...

  M.Nedim Hazar




Koyunun karnındaki

Haberi okuyunca tebessüm ettim. Şöyleydi: “Kastamo-nu’nun
 Bozkurt ilçesinde pazardan satın alınan kurbanlık dananın sırtında,
 Arapça Allah yazdığını cami imamı fark etti.”
Tabii uzun sürmedi haberin sosyal medyaya düşmesi.
 Kiminin imanını ziyadeleştirdi bu haber, kiminin dudağını büktü,
alayını artırdı.Kurbanlıktaki Allah yazısını fark eden İmam Doğannar,
 ‘’Cenab-ı Allah her şeyde varlığını hissettirdiği gibi kurbanlıkta da
varlığını hissettiriyor. Bu kurbanlığımızda Allahu Teala,
Arapça çok açık bir şekilde kendi ismini yaratmış. Kurbanlıklar
 arasında çok nadir görünen bir durum.” diyor ve şöyle ekliyordu:
 ”Bu kurbanlığımızın başka özelliği ise Allah yazısının her iki tarafta
 da olmasıdır.’’ Kurbanlık satıcısının ‘’Üzerindeki Allah yazısını
 fark etseydik bu kurbanlığı satmazdım.’’ demesini pek anlayamasam da
, bu hadise aklıma yıllar öncesinde Zafer dergisinde yayımlanan
 bir haberi getirdi. Bir bal peteğinin üzerinde ‘Allah’ lafz-ı celili vardı.
 Büyük olay olmuştu. Sonra bolca gördük benzer şeyleri, domateste,
 patateste, ağaç gövdesinde vs.
Kanaatimce, her ne kadar samimi olduklarına gönülden inansam da,
 mesele ‘Rabb’ini bilmek’ meselesidir. İnsanoğlu, yaratıcı ile arasına
 mesafe koydukça ve kendini kaptırdıkça masivaya, bu tür şeyler
 ona çok enteresan geliyor ve esas mucizeleri ıskalayıp,
 böylesi boş ve hoş şeyleri abartıyor.
Bediüzzaman Hazretleri, Asa-yı Musa isimli eserinde,
Kastamonu’da yanına gelen lise talebelerinin şikayetinden bahseder.
Öğrenciler, ‘Öğretmenlerimiz bize dini anlatmıyor,
 hatta tam tersini yapıyor.’ diye şikayet etmektedir.
 Büyük alim şu enfes cümleyi söylüyor: “Sizin okuduğunuz fenlerden
 her fen, kendi lisan-ı mahsusiyle mütemadiyen Allah’tan bahsedip
Hâlık’ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.”
Sonra mikro âlemden makroya muazzam betimlemelerle evrendeki
her şeyin nasıl ‘Eser sahibi’ni anlattığını ifade ediyor.
Kurbanlık koyunun karnındaki Allah yazısını görüp,
 imanı ziyadeleşen insan, koyunun iç âlemine bakmayı unutmasa
, belki binlerce kez hayrete düşecek, milyonlarca kez
 hamd ve sena edecek! Misal, bir küçükbaş hayvanın içindeki
damar ve sinir ağının uzunluğu 70 bin kilometreden uzunmuş.
Yaratılan her canlı gibi, kurbanlık koyun da her yönüyle
Yaratıcı’yı haykırırken, derisindeki bir lekeye bakarak
 “cûş-u hurûş’a gelmek bana ilginç geliyor. Koyunun sadece
 derisi değil, içi dışı, kaşı gözü; her şeyi ayrı bir imza, ayrı bir esma…

Travmanın arka planı etyen mahcupyan zaman gazetesi

Kurban bayramının 1. günü 25,10,2012 tarihinde zaman gazetesinde yer alan demokrasi içinde ak parti , cumhuriyetin elitleri , halk arasında liberal diye tanımlanan insanların arasında son 10 yılda yaşanan gelişmelere oldukça güzel bir bakış açısıyla yaklaşılmış bir yazı...


  Etyen Mahçupyan







Travmanın arka planı

Dindar kesimde yaşanan özgüven yükselmesine zemin sağlayan
küresel post modern dönem, laik kesimde tam aksi yönde
 bir etki yaratmış gözüküyor.
Hiçbir zaman modernliğin gereğini kavrayamamış,
 onun relativist ayağını içselleştirememiş, sonuçta bireyselleşmeyi
 kişisel farklılaşma ve fırsatçılık boyutuna indirgemiş olan geniş bir kitle,
 modernliğin eleştirisini kendi güç kaybı olarak okudu
 ve bunda epeyce haklıydı da.
Çünkü bu eleştiri demokrat zihniyetin içinden yapılmaktaydı
ve Türkiye’deki laik kesimin bu zihniyetle herhangi bir
 kültürel bağı yoktu. Nitekim 1990 sonrasında laik kesimde
 bir ayrışma başladı ve bugün kendisini ‘demokrat’ olarak
 tanımlamaya eğilimli bir azınlık grup, sistemin içinden
ve aynı zamanda egemen sosyolojik kültürü hedefe koyarak
 muhalefet yapar hale geldi. Diğer yandan küreselleşmenin
getirdiği sosyal hareketlilik, laik kesimin kültürel hegemonyası
 altındaki kamusal alanın geçişken hale gelmesine neden olmaktaydı.
 Böylece daha önce ‘temiz’ kalmış olan kamusal alanın,
 ‘ikincil’ kültürel grupların sızması sonucu adım adım ‘kirlenmesi’,
 laik kesimin savunmaya çekilmesi, kendi hayat tarzını
 korumayı temel alan bir direnç tavrı sergilemesiyle sonuçlandı.
 Daha kritik olan gelişme ise laik kesimin içinden gelen
 demokratların, bu süreçte ‘ötekilerin’ haklarını savunmaları
 ve laik kesimdeki direnci entelektüel açıdan da yıpratarak
 gayrı meşru hale getirmesi oldu.
Bütün bunlar son yirmi yıl içinde laik kesimin genelinde bir
özgüven kaybı yarattı. CHP’nin performansı bu özgüven
 daralmasını destekledi. Nihayette beğenseler de beğenmeseler de,
kendilerini kültürel olarak laik kesimde gören herkes CHP’ye
 mahkûm oldu ve bu parti Türkiye’nin meseleleri karşısında
 gerçekten de çok aciz kaldı. Kısaca söylemek gerekirse
siyaset laik kesimin avuçları arasından kayıp gitti ve bu kitle
 cumhuriyet tarihi boyunca belki de ilk kez kendisini
edilgen bir takipçi, hatta bir seyirci olarak buldu.
Bu durumun hazmedilmesi kolay değildi…
AKP’nin ilk döneminde askerin operasyon hazırlıklarına paralel
 olarak direnç yükselirken, sonrasında bir uyum ve
 uzlaşma arayışının da yeşermesine tanık olundu.
 Diğer bir deyişle AKP’nin ilk dönem reformcu, sonrasında
 ‘tutucu’ olarak görülen yönetimi madalyonun bir yüzüdür.
 Diğer yüzünde ise laik kesimin ve onunla birlikte
 egemen kültürel kodları sahiplenenlerin davranış biçimi yatıyor.
 İktidarın reformculuğu sadece bazı doğrulara sahip olmalarından değil,
 ‘hayatta kalma’ mücadelesinin de gereğiydi. Sonraki dönem ise
 hem hayatta kalınacağını garantileyen, hem de gelecekteki
 direncin yetersizliğine inanan bir iktidarın özgüven genişlemesini
yansıtıyor.
AKP hâlâ Türkiye’yi demokrasi yönünde dönüştürmeyi hedefliyor ama
 onların demokrasi algısı demokrat zihniyet içinde değil,
ataerkil anlayış içinde şekilleniyor.