Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

22 Aralık 2012 Cumartesi

PIRANHA VOICEMASTER A TYPE 4GB KAPASİTELİ USB DİJİTAL STEREO SES KAYIT CİHAZI



yaklaşık 3 ay önce vatan bilgisayardan 87 tl ye aldığım cihazda 2 saatlik şarj ile 18 saate kadar kayıt yapılabileceği yazmaktadır. fakat haftada düzenli olarak 18-20 saat kayıt yapan birisi olarak, aletin şarj süresi gittikçe kısalmakta ve ne yazık ki alalı 3 ay olmasına rağmen şarj süresi 11-12 saat aralığına düşmüştür. devamlı ve uzun süreli kayıt tutanlar için önerilmez.  ses kayıt kalitesi fena değil 10 üzerinden 7 alır ama üstü zor.
şu an için çok fazla bir bütçem yok ve şarjlı bir alet istiyorum fazla da kullanmam ses kalitesi de normalden biraz iyi olsun derseniz işinizi oldukça iyi görür fakat devamlı ve uzun süreli kullanıcılar için asla tavsiye edilmez sizi yolda koyabilir.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Diyanet Üniversitesi olarak , istanbul 29 mayıs üniversitesi

   ülkemizde türkiye diyanet vakfının kurmuş olduğu bir üniversite mevcut adı tdv istanbul 29 mayıs üniversitesi.
okul 2010 tarihinde kurulmuş ve şuanda 3. eğitim yılı döneminde yolun başında çabalıyor.

dünyada bir dini kurumun yada yapının siz cemaat yada tarikat da diyebilirsiniz üniversite okul yada başka bir eğitim kurumu kurması oldukça normal ve hiç garipsenmiyor, hatta olmaması anormal karşılanıyor fakat ülkemizde ise durumlar yakın zamana kadar biraz daha karışık malum çağımızı(çağı takip etmekte sorgulanabilir aslında buda büyük bir karmaşa diyebilirsiniz) 15-20 yıl geriden takip ettiğimiz için bize bazı normal şeyler anormal gibi gelebilmekte yada en azından kavrayıncaya kadar yada yerleşip bir zemine oturuncaya kadar her zaman yapay sıkıntılar doğurmuştur. ilginç olan ise türkiye de yarı devletçi gözüken bir yapının yada gelir kaynağı halk ama zihniyet ve mantalite dedikleri bakış açısı ve idare şekli malesef ki devletçi ideoloji yada görüşlü denilen bir yapı ile bu güne kadar gelmiş bir vakıf olan türkiye diyanet vakfı tarafından kurulan bir üniversite olması aslında tdv nin bu üniversiteyi kurması bile ne kadar normalleşmeye yaklaştığımızın bir yansıması olarak da kabul edebiliriz, ilginç bir tezahür olarak karşımıza çıkıyor.

 üniversitenin ülkemizde ne manaya geldiği; açıkcası çok anlamlı kelimeler noktasında kısır olan türkçemize oldukça geniş bir arşiv kattığı içinde teşekkür etmemiz gerekir, yada ne kastedildiği noktasında her kesimden bir ses çıktığı için oldukça geniş ve farklı manalar tezahür ettirmektedir. herkes üniversiteyi kendi ideoloji ve 
fikriyatınca yön vermeye çalıştığı için her üniversite zihin dünyamızda ayrı ayrı fişlenmiştir ve burum normalleşme dediğimiz evreler için biraz gariptir ama şuanda daha iyisine geçmeyi hak ediyor muyuz orası da başka bir soru?

Çok çocuk bela mıdır, rahmet midir?

dünyabizim com da yayınlanmış bir yazı açıkcası çok hoşuma gitti ve orada 8 çocuk sahibi bir ağabeyin verdiği cevap 10 üzerinden 11 i hak ediyordu paylaşmak istedim.


Sana yolculuk tavsiye ederim.
Kendinle ilgili akışta tıkanma hissettiğinde...
Artık donuklaştığını, tekrara düştüğünü gördüğünde..!
Mehmet Lütfi Arslan

7 Aralık Cuma sabahı, dokuz kişilik bir ekiple İstanbul’dan Kahramanmaraş’a doğru yola koyulduk. Kendimize ait bir araçla, kendimize has bir havayla başladı yolculuğumuz. Kaptanımız huzur ve güven veren Kemal Yetkin idi. Araçtaki isimlerin çoğu Genç Dergi yazı işleri kadrosuydu: Mehmet Emin Gül, Cantürk Genç, Aleaddin Çakmak, Mücahid Emre Sever, Hüseyin Yavuz veAbdulsamet İnekçi. Tabii bir de Samet Demir bizimleydi, yolculuğumuzun renkli siması, organizatörü…adana genç
İlk hedefimiz Adana!
Tekerlekler döndükçe koyulaştı muhabbetimiz, gönüllerimiz şen oldu. Gerçekten de çok samimi ve güzel bir ekiptik, arabanın içindeki hava eşine az rastlanır cinstendi.
On iki saat sonra, akşam yedi civarı Adana’ya vardık. Bizi her zamanki gibi Halit Yasir Özoğul Ağabeyimiz karşıladı. Yani Adana deyince ilk aklımıza gelen kişi… Adana’nın ete kemiğe bürünmüş hâli…
Hızla yerleştikten sonra Uluslararası GENÇ Derneği’nin salonuna geçtik. Programa davetli olan seçme bir ekiple bir araya geldik. Bir saate yakın konferans oldu. Genel vurgu şu konu üzerindeydi: “Yük olan değil, yük çeken insan olmak lazım. Çağı iyi okumak, yeniliklere, değişikliklere hızla adapte olmak çok önemli.”
Daha sonra dergimizin tanıtımı yapıldı, hediye kitaplarla ilgili bilgi verildi. Soru cevap faslında ise Adana’daki GENÇ Gönüllüler’in istifhamları giderilmeye çalışıldı.
adana gençÇok çocuk bela mıdır?
Bizler konuşurken, dinleyiciler arasında uyuyakalan iki küçük çocuk vardı. Birisi abisinin kucağında uyuklamış, diğeri de sandalyede iki büklüm bir hâl almıştı. Orada bulunan Hüseyin Ağabeye “bunlar sizin mahdumlar galiba” dedim konferansın ortasında. Verdiği cevap herkesi gülümsetti: “Evde beş tane daha var!” Sekiz çocuk sahibiymiş Hüseyin Ağabey. Ve en büyüğü on beş yaşlarındaymış. “Hiç korkmayın, evlenin, çoğalın, hepsinin rızkı Allah’a ait, çok güzel bir şey” dedi. Gençler şaşkın ve mütebessim idi. Hüseyin Ağabeyin yüzündeki memnuniyet ifadesi gerçekten görülmeye değerdi.
Programın sonunda, yanına yaklaştım ve “Gerçekten de kolay mı abi?” diye sordum. Çok büyük nimet olduğundan bahsetti. O sırada yanımızda bulunan bir başkası “çok çocuk beladır diye bir şey okumuştum” diyerek söze girdi. Bunun üzerine Hüseyin Ağabey şu harika cevabı verdi: “İslam ahlakına göre büyütme, tek çocuk da bela olur. İslam ahlakını verirsen, bin çocuğun da olsa hepsi rahmet olur!”

10 Aralık 2012 Pazartesi

ALDI ve BİM nasıl başarılı oldu? nils Brandes in analizi

Bugünkü dikkat çekici yazımız ekonomi haber sitelerinin son bir kaç yılda adını yaptığı haber , analiz ve proje ve konferansları ile duyuran retailnews tarafından derlenmiş bir haber,
Konu ucuzluk marketi dediğimiz discount zincerlerinin başarıları ve bu noktada bu türün ilk önrenği olan Alman ALDİ nin stratejisi ve nasıl iş yaptığını gözler önüne sürmesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.

Haberi retailnews in orjinal sitesi üzerinden okumak için burdan ulaşabilirsiniz.


ALDI ve BİM nasıl başarılı oldu?



Discount uzmanı Nils Brandes Perakende Zirvesinde verdiği konferansta ALDİ ve BIM in başarı sırlarını anlattı.


    

Brandes'in sunumunda aktardığı detaylar şu şekildeydi:

Coca-Cola gibi ticari markalar sorgulanmaya başlandı ve özmarkalar ortaya çıktı.  Marketteki paketleme türü hizmetler ve hizmet reyonları kaldırıldı.

Bugün özellikle Aldi hakkında konuşmak istiyorum ama BİM'in orijinalinden daha iyi bir kopya olabileceğini söylemek isterim. Bence şu an BİM Aldi'den daha başarılı olan bir Aldi kopyasıdır.

Basit olan neden bu kadar zor?

Zorluk bir şeylerden vazgeçmek ile ilgilidir. Etrafımızda çok zeki, akademik kariyer sahibi insanlar bize zekice öneriler sunuyorlar. Biz de 'Bir zararı yok' diyerek uyguluyoruz.  Bu durum her zaman iyi midir? Bu soruya evet cevabını veremeyiz. Önemli olana odaklanıp, önemsizi devre dışı bırakmak daha iyidir.

BİM'in bir mağazasını kopyalamak oldukça basittir. Birçok insanın fark edemediği arka plandaki mekanizmanın nasıl işlediğidir. Sırlar perdenin arkasında kalır. Mağazanın görünen kısmı işleyişe dair çok az şey anlatır. Bu formatı kopyalayan birçok kişi bu yüzden ilerleyemiyor ve başarısız oluyor.

Bir örnek üzerinden devam edelim. 70'lerde Aldi paket süt satıyordu, taze süt satmıyordu. Tereyağı ve yoğurt da satmıyordu. Bugün imkansız gibi görünen bir şey bu. Rakipler 'Taze süt olmadan bu iş olmaz' derken, Aldi ise 'Bu paketi o kadar ucuza satalım ki insanlar paket süt içme alışkanlığı edinsin ve bu sütü de kullansınlar.' diyordu. Aldi 'Bu işleri daha karmaşık hale getiren bazı şeylerden vazgeçelim' dedi. Buzdolapları, enerji bedelleri, envanter çıkarılması, son tüketim tarihleriyle ilgili sıkıntı vardı. Bu vesileyle paket süt satışı gerçekleşince;  problemler azalırken, kâr da gayet iyi görünüyordu.

Aldi'de uzun yıllar taze meyve ve sebze satılmıyordu. Birçok insan bugün ‘Neden sebze meyve olmasın, doğru planlamayla bu yapılabilir.’ diyebilir. Fakat bu planlar gerçekleştirildiğinde öngörülemeyen birçok durum ortaya çıkar. Bu sebeple Aldi meyve sebze satmaya oldukça geç başladı.

Önce bir bölgede tek çeşit elma satıldı. Bu elmayla testler yapıldı. 6-8 ay sonra bu işin nasıl yürümesi gerektiği belli oldu. Redarik, lojistik ve envanter bilgisi edinildi. Akabinde sırasıyla diğer bölgeler de elma satmaya başladılar.

BİM ne yaptı?

1995'de BİM 22 milyon USD yatırımla işe başladı. Geçen hafta 6.8 milyar dolar değerine ulaşmıştı. Metro da bu anlamda bir örnektir. BİM'in değeri neredeyse Metro kadar. Fakat Metro 67 milyar euro ciro yapıyor. BİM'in 20 bin çalışanı var, 5,5 milyar euro ciro yapıyor. 

Yatırımın mağaza, lojistik, tedarik, yönetim arasındaki dağılımın net bir kriteri yoktur. Önemli olan gerektiği kadarını yapmak ve daha fazlasını yapmamaktır. Bu oranları ihtiyaç belirler.

Karmaşıklıktan kurtulun!

Birçok sektörde en büyük sıkıntının ne olduğu sorulduğunda verilen cevap karmaşıklık ve bürokrasidir.  Karmaşa, değişik birbirine bağlı çok fazla unsurdan oluşur. Basit olan ise çok daha az unsurun birbiriyle çok fazla bağlantı kurmadan bir arada olmasıdır. Örneğin Metro çok karmaşık yapılara bir örnektir. Depo, internet,  cash & carry vs. Aldi ve BİM'de ürün gelir ve boşaltılır. Hepsi budur.

Aldi bugüne kadar hep İngilizce konuşulan yerlere yatırım yaptı. Tamamen daha basit olduğu için.

Büyük projeler genelde çok zor ve karmaşıktır. Bu konuda karmaşıklık eğrisi oldukça önemlidir.  Unsurların sayısı arttıkça karmaşa artar. Karmaşayı masrafla veya giderle eşitleyebilirsiniz. Bu formülü herhangi bir şirket için kullanabiliriz. Ürünün, tedarikçinin, çalışanın, birimlerin vs çokluğu karmaşıklığı artırır. Sadece yapabileceğiniz şeye odaklanmanız gerekir.

Bu karmaşıkla baş edebileceğini düşündüğüm 3 adım var.

1-Karmaşıklıktan kaçınma
2-Karmaşıklığı azaltma
3-Geri kalan karmaşıklığı yönetme

Karmaşıklıktan kaçınma
Bu konuda izlenmesi gereken belli başlı adımlar şu şekilde:
  • Bir şeylerden vazgeçme ve net hedefler koyma
  • Sınırlı ürün yelpazesi
  • Sadece sınırlı temel ihtiyaç ürünlerini satma
  • Ürünlerin rahat yönetimi
  • En iyi kalite
En uygun fiyat

6 Aralık 2012 Perşembe

Ruhları çıplak başörtülüler! mustafa özcan

Mustafa özcanın risale haberde yer alan niceliği artan ama niteliğini kaybeden tesettür ve başörtüsü üzerine hem türkiye hemde arap dünyasındaki son günlerdeki durumu özetleyen yazısı.


Ruhları çıplak başörtülüler!

Başörtüsü temel şarttır, lakin kemal şartı değil. Kemal veya tamamlayıcı şart, kurala uygun bir şekilde giyinmek ve ruh ile beden uyumunu temin etmektir. Beden ile ruh uyumu arasındaki açık tezat, riyakarlık alanı oluşturur.
Ürdün’de yayınlanan es Sebil gazetesinden Dime Tarık Tahbub ‘Sadece başörtüsü yetmez’ başlıklı makalesinde başörtülüler için pusuda bekleyen tehlikeleri anlatırken yukarıdaki denkleme değiniyor. Tahbub yazısında, Arap ülkelerinde gizli başörtüsü düşmanlığına temas ediyor. Arap ülkelerinde başörtüsü ve başörtülülere yönelik düşmanlığın devam ettiğini lakin bunun gizli bir biçimde yürütüldüğüne dikkat çekiyor.  Eskisi gibi devlet sektöründe başörtüsü düşmanlığı yapamayanların kendi burçlarına ve kale ve köşelerine çekildiğini ve bu düşmanlıklarını özel sektör perdesi altında yürüttüklerini ifade ediyor.  Bu hususta basının da menfi rolüne de dikkat çekiyor. Başörtülüleri cahil, eğitimsiz, muhtaç ve geri olarak tasvir ve takdim ettiklerini hatırlatıyor.
Tarihi gelişmeler ve birikimler nedeniyle başörtü ve başörtülüye peşin bir şekilde menfi bir bakış açısı söz konusudur. Bu bakış açısını hemen ve ivedi bir biçimde değiştirmek de mümkün değil. Tahbub makalesinde meselenin özünü iniyor: ”Hicap ve başörtüsü bir tutam bez parçası değildir. Başörtülü kadınlar, bu kumaş parçasını yedi kat göklerden kadınlara tekrim ve onurlandırmak için geldiğini ispatlamalılar.  Başörtüsü ahlak, amel ve ilim tezyin etmedikçe ve süslemedikçe mücerret bez parçası olarak kalacaktır. Faziletlerin tamamlamadığı başörtüsü dun makamdadır. Bez parçası hükmündedir. Ona değerini veren muhtevasıdır…”
*
Tahbub’un arkasından Suudi Arabistan’da yayınlanan Şark gazetesinde konuya temas eden Abdurrahman Bekri de ‘Ruhları çıplak başörtülüler’ başlıklı yazısında niceliği artan ama niteliği düşen başörtülülere temas ediyor. Açıklık bir sosyal yara ve afet olduğu gibi ‘gizil çıplaklık’ da derin bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Abdurrahman Bekri burada ‘rubbe kasiyatin ariyat’ hadisine atıfta bulunuyor. ‘Nice kapalılar, (gizli) açıktırlar’ buyrulmaktadırlar.  Örtüyle teşhiri beraber yürütenler gizli açıktırlar.
Hadis diliyle anlatılan bu gerçek günümüzde olaylar diline tercüme olmuştur. Açıklar daha çılgınca soyunurken ve ar ve hayanın son kırıntılarını da yok ederken kapalıları da kendilerine çevirmenin yollarını arıyorlar. Son günlerde Pınar Altuğ gibi ‘sanatçılar’ başörtülü kadınları ‘şekilcilikle’ suçlamış ve kendilerini savunma pozisyonunda kapalı kadınları aşağılamışlardır. Şekilcilik suçlamasını daha ileri götürenler oluyor ve insanın hayvandan farklı olarak hayvanlar gibi örtülü olarak doğmadığını ileri sürüyorlar.  Öyleyse neden insanlar kapanma ve örtünme ihtiyacı hissediyorlar? Bu mantığa göre, giyinenler ve kapalılar anormal yaratıklardır. Oysa, insanın hayvandan farkı iradesidir. Kapalılık da bu iradenin ortaya konmasıdır. Çünkü imtihana muhataptır.  Hayvanların böyle bir muhatabiyeti ve mükellefiyeti yoktur. İnsan ile hayvanı birbirinden ayıran şey hayadır. Bu insanda potansiyel olarak vardır ve dindarlaştığında ise bu potansiyel aktivite olur ve kuvveden fiile çıkar. Bu itibarla, inanan ve inanmayanı birbirinden ayıran şey hayadır. Dolayısıyla hayası olmayan hem insanlık hem de İslamiyet burcundan düşmektedir.
*

kemalizm in özü Olmasaydın olmazdık ibrahim özdabak

varlığını bir beşeri şahsiyete isnat etmeye çalışanlara yönelik 04.12.2012 tarihli yeni asya gazetesinde ibrahim özdabak imzalı bir karikatür. herkesin mabudu tektir ama görmesini bilene