Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

15 Aralık 2011 Perşembe

15 12 2011 kyk sonuçları

 15 12 2011 kyk sonuçları açıklanmıştır ve sonucun tüm ülkemize hayırlı olması temennisi ve niyazıyla..

editörlerimizden burs çıkan mtg y de bursunu hayırlı işlerde kullanması temennisiyle burdan anıyoruz:d
www.kyk.gov.tr

17 Kasım 2011 Perşembe

bediüzzaman ve m. kemal ,Mustafa Kemal ile Bediüzzaman dost değil, hasım!

Bediüzzaman hazrertleri ve mustafa kemal dosttur diyen beyhudelerin yüzüne bir şamar olacak ir tokat olan yazıyı paylaşıyoruz.

Mustafa Kemal ile Bediüzzaman dost değil, hasım!YazdırE-Posta
Yazar: Hüseyin Yılmaz   
16.06.2009
Image
Risale-i Nur Külliyatı, müellifi Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerine göre, mirî malıdır, vakıf malı değil. Mirî malı sahiplidir; vakıf malı sahibsiz... Vakıf malı herkesindir, herkes istediği kadar tasarruf edebilir, istifade edebilir... Mirî malı sahiblidir, tasarrufu şartlara bağlanmıştır, herkes istediği şekilde kullanamaz; keyfî tasarruflar cezayı mucibdir...

Buna rağmen külliyatta tasarruf edenlerin kahir ekseriyeti, vakıf malından tasarruf eder gibi hareket ediyorlar. Bir düzineyi aşkın yayınevinin keyiflerince yaptıkları neşriyatlarda mirî malına gösterilmesi gereken itina değil, ticarî endişeler şekil veriyor. Arapça ve Farsça menşeli kelimeleri “ses uyumu” bahanesiyle tanınmaz hale getirmekten tutunuz da ömrü boyunca mealcilikten imtina gösterip nãkıs görmüş Bediüzzaman’ın rağmına sayfa altlarına çoğu eksik ve yanlış mealler düşmeye kadar bir yığın müdahale ile Risale’ler tanınmaz hale getirilmiş. Hele sayfa altlarına veya kenarlarına lügatçeler ilâve edilmiş ki, evlere şenlik... Ne şenliği, düpedüz cinãyet... Risale-i Nurlar’a , müellifine ve dile karşı işlenmiş bir yığın cinâyet...

Farklı niyetlere, çoğu zaman da ticarî endişelere dayanan bu arayışların arasında faydalı addedilebilecek tek çalışma: İndeks... Belli başlı kelime ve şahıs isimlerini hãvî bu indekslerin, bütün eksikliklerine, yer yer yanlışlıklarına rağmen faydadan hali olmadığı kesin...

İndeksli Külliyat basan yayınevlerinden birisi de Söz Basımevi... Nesil Şirketler Grubu’nun bünyesinde yer alan Söz, affa kabiliyeti olmayan, sehivle izah edilemeyecek; ya korkunç bir şuursuzluğa, ya da aynı çapta bir ihanete istinad eden bir adım atmış. Mustafa Kemâl’e de bir parentez açma ihtiyacı duyan Söz, Paşa’nın tarihçe-i hayatının ana hatlarını tãdãd ettikten sonra sözü Üstad’la temaslarına getiriyor ve aşağıdaki hezeyãna yer veriyor:

“Bediüzzaman ile Mustafa Kemal arasında, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı diyologlar gerçekleşti. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Ankara, Ankara Kalesi maddeleri) İlk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin Aksu, Son Şahitler Bediüzzaman’ı anlatıyor isimli eserin 4.cildinde yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır.

“Mecliste Mustafa Kemal ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal kendisinden yardım istedi. ‘Siz İstanbul’u ahvali dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malumdur Hocam!’ demişti. Konuşmada diğer mebus (milletvekili) arkadaşlar da bulunmuşlardı.

“Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise, ‘Memlekete hizmet edenlerin duasını Allah u Teala kabul eder. Vatan için çalışanların say u mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız.’ demişti…

“Bir gün yine Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal: ‘Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?’

“Bediüzzaman cevaben:

‘Biliyorum. Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır. Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder.’ dedi.” (1)

Şimdi, diyelim ki indeks yapmanın zarurî neticesi olarak M. Kemãl’e parentez açmaya mecbur kaldınız. Ya, “ Bir asra yakındır bu memleketin hemen bütün evlatlarına hayatı adeta ezberlettirilen kişidir, anlatmamıza gerek yok!” deyip def-i bela kabilinden kısa kesersiniz. Ya da, M. Kemâl’in Risale-i Nur sayfaları arasında yer almasına sebeb olan hakikatlere yer verirsiniz. O dehşetli hakikatlere yer vermeyip, güya Üstad’ı ona dost ve duacı gösterecek bir seviyeye düşürmek, Bediuzzaman’a ihanet, Mustafa Kemal’e de haksızlık ve hürmetsizliktir. Zirâ Bediüzzaman onu “Şeriat-ı Muhammediye’yi tahrib edecek” âhir zamanın dehşetli şahsı olarak biliyor ve karşı mücadele veriyordu. Risale-i Nur Külliyatı bütünüyle bu karşı mücadelenin neticesidir..

Mustafa Kemal de Üstad’ı, bütün icraatlarına ve inkılablarına karşı amansız bir düşman olarak biliyor, öyle de muamele ediyordu. Bediüzzaman Hazretlerinin 28 yıllık sürgün ve hapislerle geçen çileli hayatının tek sebebi Mustafa Kemal’in bütünüyle reddine dayalı karşı mücadelesidir. Bu nokta-i nazardan denebilir ki, Mustafa Kemâl, Bediüzzaman ve hizmetinin sebeb-i vücududur. M. Kemãl’in, “kara” dediğine Üstãd “ak” demekte; birincisinin “Öl!” dediğine ikincisi “Yaşa!” demektedir.

16 Kasım 2011 Çarşamba

11 Kasım 2011 Cuma

risalei nur un basımını yapan yayınevleri ve telif hakkı?

Değerli Kardeşimiz;




Bu soruların cevaplarını şu anda Antalya'da ikamet etmekte olan ve Üstad'ın avukatlığını yapmış bulunan Avukat Gültekin Sarıgül Bey'den sorduk. Kendileri yazılı olarak bize aşağıdaki bilgileri faksladılar. Şöyle ki:
**Risale-i Nur külliyatını basmak isteyen bir yayınevinin neşriyatına, bugünkü haliyle hukuken mani olmak mümkün değildir.
**Hali hazırdaki neşriyat evlerinden evvel, yeni yazı ile Risalelerin neşir yetkisi Antalya’da İleri gazetesi sahibiSuphi Türel Bey’e Üstad hazretleri tarafından şifahen verilmiştir. Küçük risalelerden bazıları 1954 yılında Antalya İleri Matbaası'nda neşredilmiştir.
Bilahare külliyatın tamamının daha mütekamil manada neşredilmesi takdir buyrulmuş, Ankara Hukuk Fakültesi talebesi merhum Atıf URAL, “Sözler” kitabını o günkü dar imkanlar tahtında neşretmiştir. Bu bir başlangıç olmuştur. Bilahare Ankara’da Said Özdemir ağabey’e neşretme mevzuunda, Üstad Hazretleri tarafından yetki verilmiştir. Keza aynı devrede İstanbul’da Ahmet Aytimur ağabeye de yine Risaleleri neşretme yetkisi verilmiştir. Bu yetkilendirmeler şifahidir. Noter marifetiyle bir vekaletname şeklinde olmamıştır.
**Üstad’ın eski ağabeylerden on iki zevatı, naşir olarak tayin ettiğine dair [Sadece üyeler linkleri görebilir. ]mektubu vardır. Bu mektup bir nevi vasiyetname şeklindedir. Ancak hukuken bağlayıcı vasfı bulunmamaktadır.
Ancak manevi ciheti düşünüldüğü takdirde neşriyat mevzuunda bu muhterem zevatın muvafakatı düşünülebilir.
** “ENVAR” yayınevi takriben otuz yıl evvel, cemaatimizin bir cenahı nezdinde icra edilen istişare neticesinde kurulmuş ve Abdülkadir Badıllı ağabey sehabetinde neşriyatına devam etmiştir. Sonraki takip edilen yıllarda yayınevi Ahmet Aytimur ağabeyin uhdesine tevdi edilmiştir. 
** “SÖZLER” yayınevi, daha önceki yıllardan beri, gayri resmi icra edilen kitap neşriyatının devamı mahiyetinde yetmişli yılların başlarında kurulmuş, mülkiyeti Mustafa SUNGUR Ağabeye tevdi edilmiştir.
** “İHLASNUR” yayınevi elli yıldan bu tarafa Said Özdemir Ağabey tarafından icra edilen neşriyatın sonradan iktisap ettiği durumdur. Yani; yayınevi şekline iblağ edilmiştir. Halen de devam etmektedir.
** “TENVİR” neşriyatın Mustafa ACET’ten icazet aldığı şeklinde bir rivayet var. Her ne kadar böyle olsa bile, cemaatin büyük ekseriyetinin tasvibi mevzubahis değildir.
** “YENİ ASYA” ve “SÖZ BASIM” herhangi bir izin ve müsaadeye bağlı olmaksızın, kendi hizmet ekiplerince verilen karar tahtında neşriyat sahasına çıkmışlar, ancak Üstad Hazretlerinin tashih ettiği şekle sadık kaldıklarından cemaat nezdinde kendilerine karşı bir muhalefet olmamıştır. 
**Üstad Hazretlerinin yeğeni merhum Suat ÜNLÜKUL, 1989 yılında Nur külliyatının tamamıyla alakadar telif hakkını Antalya 1. Noterliğinde tanzim edilen devir senediyle, Av. Gültekin SARIGÜL’e devretmiştir. Üstad Hazretlerinin kanuni varisi olmak hasebiyle hukuken kıymet ifade eden tek vesika bu devir senedidir. Fakat bugünkü haliyle, bu senede istinaden, herhangi bir neşriyatın durdurulması mümkün görülmemektedir. Bir ihtimal olsa bile asla böyle bir şey düşünülmemiştir. Çünkü külliyatın bütün Müslümanlara aidiyeti esastır. Yeter ki; asli şekline sadakat gösterilsin.
Ayrıca sermayenin tamamen neşriyata hasredilmesi, ancak hasıl olan gelirden Üstad’ın vasiyeti üzere yüzde yirmisinin ayrılarak, Üstad’ın zekatı olarak hizmet ehli kardeşlere verilmesi de şart kılınmıştır.
** Cemaat mensuplarının herhangi bir iştiraki olmaksızın, himmet ehli bir iki zat-ı muhteremin imkan tahsisi etmeleri, ayrıca tamamen şeffafiyet tahtında neşriyatın yürütülmesi gibi, tahaddüs eden zaruretler tahtında cemaatçe icra edilen istişare neticesinde RNK neşriyatın vasıtasıyla daha hesaplı ve daha kaliteli bir şekilde risalelerin neşredilmesi cihetine gidilmiştir. Av. Gültekin SARIGÜL’den istek üzere herhangi bir ücret mevzubahis olmaksızın RNK neşriyata muvafakat edilmiştir.
** Merhum Tahir ağabeyin, Hizmet vakfından ayrılırken kendi yerine Muhterem Fethullah hocayı mütevelli heyet mensubu olarak tayin ettiği bir vakıadır. Bu kitap neşriyatı mevzuunda bir müsaadeyi tazammun etmemektedir. 
Ancak sonraki yıllarda Tahir Ağabeyin kaldığı Tavruz Apartmanı yedinci kattaki dershanede Sungur Ağabey, Abdullah Ağabey, Salih Özcan ve Merhum Bayram Ağabey ve Av. Gültekin Sarıgül arasında icra edilen istişarede Risale-i Nur kitaplarının asli şekline sadık kalmak kaydıyla Fethullah Hoca ve arkadaşlarına neşriyatta muvafakat edildiği beyan edilmiştir.
Bu muvafakat Fethullah Hocaya, hemen akabinden Gültekin SARIGÜL tarafından ulaştırılmıştır. Herhangi bir rahatsızlığa meydan vermemek için ancak belki yirmi yıl sonra “IŞIK” yayınevi devreye girmiştir...


Selam ve dua ile...

Sorularla Risale Editör

engin ardıç İçi geçmiş dinsel kişi

engin ardıç ın günün anlam ve önemine dair çalakalem yazmış olduğu yazısı:


İçi geçmiş dinsel kişi

Türk Dil Kurumu Başkanı açıklamış: "Otobüse 'çok oturgaçlı götürgeç' demeyeceğiz, bu bir şehir efsanesidir..." Niçin "kent söylencesi" dememiş, ben onu merak ettim.
Serserinin biri de "flaş haber" karşılığı "zırtgel" önermiş, o da kabul görmemiş.
Bu iş, yani kelimelere ille de Türkçe karşılık bulma işi, yıllardır "ortaya atma" ve"tutma-tutmama" yöntemiyle yürütülüyor.
Oysa her dilde yabancı kelimeler bulunur. Her dil birbirinden kelime alıp verir.
Dili bozan, yabancı kelimeler değil, "yabancı sentakstır"
"Mali vaziyet" deyimini Türkçeleştirmek hevesiyle "parasal durum" yaparsanız, işte o zaman Türkçe'yi bozarsınız. Bir kere "mali"nin karşılığı "para" değildir, daha önemlisi de, dilimizde "para durumu" denir, "parasal durum" denmez!
Bu "sel-sal rezilliğini" başımıza bela edenler, dilimize hizmet değil, kötülük etmişlerdir.
Nasrettin Hoca'nın "ona değdi, buna değmedi" yaklaşımıyla "o tuttu, bu tutmadı" kafasında giderseniz de ortaya bir çorba çıkar.
Amerikan kapitalizminin elektronik teknolojisindeki büyük atağının etkisi altında kalınca da, günümüzde "Türkçe-Osmanlıca-İngilizce kırması" piç bir dil oluşmuştur.
Sekreter hanım telefonda "biz sizi geri ararız" dediğinde, kimbilir hangi budalanın "to call back" fiilini olduğu gibi aktarıp Türkçe'yi öldürdüğünü düşünemez...

medyen kavmi neden helak edilmişti , dürüst ticaret neden yapılmıyor

kemal özer beyin 2008 yılında kalem adlığı bir yazı olan medyen kavmi neden helak edilmişti adlı yasını günümüze tekrar hitap ettiği için yeniden yayınlıyoruz.



Tüccar bir arkadaşım satın aldığı yağların tarttığını çoğunun ambalajında yazan miktardan az geldiğini belirterek 'ne yapmalıyım' diye sordu? Konunun sorumlusunun Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü olduğunu belirtip, tespit yaptırmasını istemiştim. Bu pahalı yağın ambalajlarında bir ile üç litre arasında eksik olduğu resmi tutanakla da tespit edilmişti.

Bilirsiniz 'Meyden kavmi' sadece ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak edilmişlerdi. Bugün adına pazarlama numaraları ile tüketime sunulan ürünlerden 'çalmak' çok moda bir davranıştır. Dürüst olanları tenzih ettikten sonra şunu belirtmeliyiz. Ürün ambalajlarında artı/eksi ibareleri görürüz. Bunun anlamı ambalajın içerisinde şu kadar fazla yahut eksik olabilir. Bunu yasal bir zorunluluk olduğu için yazılıyor. Bazen bu tolerans aralığı (kasten) tüketici aleyhine ihlal edilebilir mi? Elbette edilebilir. Ediliyor mu? Hiç kuşkunuz olmasın. Teknolojisinin bu kadar ileri olduğu ve her türlü hassas tartımın mümkün olduğu bir çağda net ağırlıklar neden mümkün kılınmaz?

Ambalajlardaki litre ve kilogram farkları ile net-brüt farkları tüketiciler açısından genellikle yanıltıcıdır. Örneğin dondurma (diye satın aldığınız ancak süt içermeyen gerçekte ise buzlu yiyecek olarak tanımlanan bir ürünün) ambalajında 1 litre ibaresi bu ürünün 1 kğ olduğu hissi uyandırırGerçekte bu ürün 570 gr'dır.

Tereyağının içine margarin eklemek ve tereyağının ağırlığını artırmak ve tuzu yağ fiyatına satmak için tuzu gerektiğinden fazla eklemekte aynı hile yöntemlerinden biridir.

Meyden, Akabe Körfezi'nin doğundan Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan ve Kızıldeniz kıyısındaki bölgeye/şehre tarihte verilen addır. Hz Şuayb a.s. peygamber olarak gönderildiği ve burada yaşayan bu kavme, 'Meyden kavmi' diyoruz.

Medyenliler büyük oranda ticaretle meşguldüler. Bu kavmin en önemli özelliği pek çok farklı yöntem kullanarak ticarette hile yapmaları ve ölçüye tartıya riayet etmemeleridir. Altını satarken bir kısmını çalarak tam diye satar, alırken ise tartarak alırlarmış. Alış verişte hile o kadar ilerlemişler ki bu onların helakine neden olur.

Kur'ân-ı Kerim'de ibret alınması için anlatılan ilginç örneklerden biridir Medyen Kavmi. Hz. Şuayb a.s. onlara Allah'a kulluk etmeleri, ahrete inanmaları, bozgunculuk yapmamalarını, ölçüye-tartıya dikkat etmeleri, inananları yoldan çıkarmamaları ve helâl kâra kanaat etmelerini bildirir. Medyen halkı ise Hz Şuayb s.a.'ın söylediklerini anlayamadıklarını ileri sürüp, küçümserler. Ardında da tehdit ederler.

Hz. Şuayb a.s. onlara; 'Allah'tan daha mı üstünsünüz ki onu unuttunuz?' diye sorar. Dünyalık, Medyen halkı için artık bir vazgeçilmez puta dönüşmüştür. Sabrının sonuna gelen Hz Şuayb s.a. onları 'Rabbine havale eder ve başlarına gelecek felaketi beklemelerini' söyler. Ardından çıkan büyük uğultu alışverişte haddi aşan Meyden'i helak eder.

Kur'an Kerim bu süreci şu şekilde özetliyor. ?Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. O'da onlara şöyle dedi: 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını/haklarını eksik vermeyin?? (Araf 85) ?Medyen'e de kardeşleri Şuayb, Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Şüphesiz ben, sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.' (Hud 84)

Azmış bir toplum için beklenen oldu ve helâkleri mukadder oldu. ?Medyen halkının ve alt-üst olmuş kasabaların haberi gelmedi mi? Allah, onlara zulmetmiş değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.? (Tevbe 70)

risalehaber ve yeni asya meşveret kararına karşı söylenecek söz?

metin karabaşoğlunun bundan bir kaç yıl evvel kaleme aldığı ama son yeniasya meşveret akrarından sonra tekrar güncellenerek yayınlanan yazısıdır.

Devlet ve toplum düzleminde varolan yaklaşım, usul ve üslup sorunlarının bir benzerinin ‘cemaatî’ düzeyde de yaşanıyor olduğu, zaman zaman dile getirilen bir husustur.
Nasıl bu ülkede kendisini ‘eşitler arasında birinci’ gören Kemalistler belli durumlarda belli refleksler gösteriyorlarsa, İslâmî camia içinde kendisini ‘kardeşler arasında birinci’ görenlerin de benzer refleksler sergilediğine sıkça rastlanır.
Öyle ki, ironik şekilde, “Türkiye’de ‘ideolojik olarak Kemalist’ olanlardan daha fazla ‘davranış olarak Kemalist’ var” diye düşündüren bir tablodur karşımıza çıkan.
Bu ülkenin ‘eşitler arasında birinci’ Kemalist elitinin bir ‘resmî ideolojisi’ olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin ‘kardeşler arasında birinci’lerinin de bir ‘resmî ideolojisi’ vardır.
Kemalist elitin ‘resmî ideoloji’ dışındaki her türlü görüşü ‘tehlike’ olarak algılayıp bertaraf etmeye çalışmasına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘resmî söylem’ dışındaki görüşler hep bir ‘tehlike’ işaretidir.
Kemalist elitin bir ‘millî şef’inin varlığına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘cemaatî şef’ konumuna oturtulmuş isimler vardır.
Kemalist elit halkı özgür bırakıldığında ilk fırsatta ‘ya davulcuya, ya zurnacıya varır’ diye görüp vesayet altında tutmaya meyyal olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin önderleri de cemaat mensubu mü’minleri ‘ya davulcuya ya zurnacıya varmasın’ diye ‘düşünce denetimi’ne tâbi tutmaya kendilerini mecbur bilir.
Ve nasıl Kemalist elitin bu ‘demokrasi-dışı’ düşünüş ve eylemlerinin gerekçesi ‘millî birlik ve bütünlük’ ise, bu cemaatî denetimin de gerekçesi ‘cemaatin birlik ve bütünlüğü’dür.
Kemalist elitin gözünde ‘memleketimizi bölmek için fırsat kollayan’ dış güçlerin varlığına benzer şekilde, cemaatleri bölmek için ‘dış güçler’ fırsat kollayıp durur.
Ve her farklı düşünce, bilerek bilmeyerek ‘bu oyuna âlet olmakta’dır.
Ülkeyi seksen yıl böylesi bir ruh haliyle yönetmeye girişen Kemalist elitin seksen yıl sonra önümüze getirdiği tablo ortadadır: Bu ülke, bu zihniyetle yönetilmeye devam etse, gerçekten bölünecektir. Türk-Kürt, laik-antilaik gerilimi başta olmak üzere, ancak ‘farklılığa tahammül,’ ‘adalet,’ ‘özgürlük,’ ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ zemininde izale olması muhtemel bir dizi fay hattı aktif olarak mevcuttur.
Benzer şekilde, İslâmî cemaatler, ‘bölünmemek’ için sergilenen yanlış refleksler yüzünden bölünegelmişlerdir.
Risale câmiası için de durum budur.
Birinin oyunun A’ya, berikinin oyunun B’ye gitmesine tahammül son derece kolay iken; aynı Risale metninin birden fazla yorumuna tahammül son derece kolay iken; Risale câmiasında bir ‘Risale-i Nur adına üretilen farklı düşünceler ortak pazarı’na açık olmak hiç de zor değilken, “tek cemaat = tek düşünce = tek uygulama” mantığı her biri farklı ‘resmî ideoloji’ler ve ‘resmî doğru’lar barındıran bölünmüş cemaatler sonucunu getirmiş haldedir.
Susmamız istenir; çünkü ‘konuşma’nın getireceği farklılığın birliğimizi böleceğinden endişe edilir.
Birlik ve beraberlik için ‘kol kırılsa da yen içinde’ kalması istenir; bedeli, yen içindeki kırık kol sayısında artış şeklinde gerçekleşir.
Birisi A der, cemaat bölünmez; ötekisi B der, ‘cemaati bölmek mi istiyorsun?’ diye itiraz edilir.
Üstelik bütün bunlar, ‘farklılığın ontolojisi’ne dair “İkinci Dal” adlı o nefis bahsi yazan Bediüzzaman’ın sergilediği ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ tutuma rağmen gerçekleştirilir.
İşte şimdi bir örnek durum ile daha karşı karşıyayız.

Atsushi Miyazaki’yi unutmayalım, atsushi miyazaki kimdir.

van da yaşanan 7.2 şiddetindeki depremden sonra ülkemize gelen gönüllülerden birisi olan Atsushi Miyazaki kurtarma faaliyetleri gittikten sonra ülkemizde kalarak bayramı vanlılar ile geçirmek isterken ikinci depremde yıkılan bir binanın altında kalarak hayatını kaybetmiş japon gönüllüdür.
kendisi hakkında araştırma yapmak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.
http://center.shao.ac.cn/tianwu/group4/members/am.htm

basında kendisiyle ilgili çıkan haberler içinde buradan okuyabilirsiniz.
http://www.haber7.com/haber/20111111/Japon-depremzede-icin-oneriler.php
japon doktor kestirdiği kurbanlıkları dağıtmıştı
http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=126153

Gelin 'helâl'leşelim

helal gıda tüketimi ve bu konularda nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında zaman gazetesinde yer alan yazıyı sizlerin bilgi ve beğenisine sunuyoruz.

Gelin 'helâl'leşelim

Damak tadımıza güveniyoruz. Tazeliği, lezzeti sorguluyoruz hemen. Besmeleyi çekip yiyoruz en önemlisi. Peki gıda alışverişi yaparken bu kkadar dikkatli davranıyor muyuz? Cevap bu haberde...


Bir market alışverişindeyiz. Önce şarküteri bölümüne giriyoruz. Mis gibi Çerkez peyniri, krema ve yoğurdu sepete koyuyoruz. Meşrubatlara geliyor sıra. Kola, limonata, meyve suyu alıyoruz. Diş macunu, bisküviler, margarin, hazır çorba, deodorant ve deterjan da sepete atılınca alışveriş tamamlanıyor. Ürünlerin kalitesi, fiyatı ya da markası değişse bile genelde aynı şeyleri tüketiyoruz. Et ve tavuk gibi gıdaları alırken nispeten dikkatliyiz. Peki peynir, şekerleme, meşrubat alırken aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Aldıklarımızın menşeini araştırmak ve öğrenmek her şeyden önce bize düşüyor. Türkiye'de henüz gıda maddelerinin İslâmî usullere uygun olup olmadığı resmi olarak tescillenmiyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde işletmeler düzenli olarak kontrol ediliyor. Ancak her gıdanın helâl olduğunu belgeleyen bir denetim mekanizmasından söz etmemiz mümkün değil.

Geçtiğimiz günlerde dördüncüsü gerçekleştirilen 'Uluslararası Helâl ve Sağlıklı Ürünler Konferansı'nda gerekli teknik altyapılar kurulduğunda denetim ve belgelemenin kolayca gerçekleşebileceği üzerinde duruldu. Türkiye'de ithal ürünlere helâl sertifikası veren tek kurum, Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği (GİMDES). Çalışmalar şu an istenen aşamada değil maalesef. Çünkü helâl belgesi resmî olarak verilmediği sürece her ürünün denetimi mümkün olmuyor. Bu uygulama, ancak devlet kurumları tarafından yapıldığı takdirde Türkiye'nin her yerinde üretim İslâmî usûllere uygun hale gelebilir. Birçok ülkede dinî hassasiyetler dikkate alınarak 'koşer' ya da 'helâl belgesi' resmî kurumlardan alınıyor. Böylece herkes dilediği ürünü gönül rahatlığıyla tüketiyor. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi İslâm Hukuku Profesörü Mehmet Zeki Aydın, bu çalışmaların devlet eliyle yürütülmesi gerektiği görüşünü destekliyor: "Bir Müslüman olarak yapabileceğimiz, satın aldığımız, yediğimiz içtiğimiz maddeleri seçmek. Bu konuda bilgilenmeye, açıkça haram olanları içeren maddeleri kullanmamaya özen gösteriyoruz. Ancak binlerce mal ve marka arasında işin içinden çıkmakta zorlanıyoruz. İçinde sağlığa zararlı olduğu yani madden pis (necis) olanları tespit etmek doğrudan devletin birinci derecede sorumluluğu altındadır. Bu konuda söz konusu kurumlardaki görevlilere sorumluluklarının önemini bir daha vurgulamak ve hatırlatmak gerekir. Bir vatandaşın üretim yerlerine girip kontrol etmesi neredeyse mümkün değildir. Devlet yetkilileri hassasiyetleri dikkate alarak uygun kontrolleri yapmalıdır."

Belki helâl denilince aklımıza ilk gelen şey et ve tavuk. Nasıl olmasın ki sık sık etle ilgili gıda skandallarıyla sarsılıyoruz. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. Çatalca'daki bir restoranda domuz etinin müşterilere satıldığı ortaya çıktı. Bunun gibi birçok olayla karşı karşıya kaldığımız için et ürünlerinde hassasiyetimizi yüksek tutuyoruz. Neredeyse dışarıda sebzeden başka bir şeyi ağzımıza süremez hale geldik. Ancak burada panikle hareket etmek yerine yediklerimizi araştırarak tüketmek en doğrusu. Çünkü dinî hükümlere riayet eden, toplumun sağlığını tehdit eden maddelerden uzak duran işletmeler var. Burada bize düşen "Acaba ne yiyorum ben?" diyecek kadar bu işe ehemmiyet vermek sadece. Bir elbise alırken ya da sinemada hangi filme gideceğimize karar verirken harcadığımız vakit kadar bu hususa eğilsek işimiz kolaylaşır.

Şüpheliler helâl kabul edilemez

8 Kasım 2011 Salı

ahenge dil türkçe ve farsca

AHENGEDİL
çengedil ahengedir peşmi zana, noleye eşğastoa peşmi zana..
KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR,
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR
esseye dil dil kaşes tohandani. a ebeddün eşhoin dilmandani..
 AŞKIN ÖYKÜSÜ DERİNDİR İNSANI KENDİNE ÇEKER.

SONSUZA DEK BU AŞK VE BU KALP BAKİ KALIR


çengedil ahengedil peşmi zana, noleye eşğastoa peşmi zana-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR,
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

merkezi derdestu kanuneşera, şohlisazu şuhlisu zoşe'deka..

KÖTÜLÜKLER ARASINDA BİR YER
ALEV YAPAR,ALEVLENİR,ALEVLE UĞRAŞIR

hub deyib sahraconun derkengedu. ekleyes sannadeder ahengedu..

VAKTİYLE BİR MECNUNLAR ÇÖLÜ VARDI
OLDUKCA GÜZEL BİRDE SAZLIĞI VARDI

natmeyra getsirogeh benmıkone, kirmeni ateşfera benmikone..

NAĞMELERİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIR
ATEŞTEN BİR HARMAN YAPARDI

cenge dil ahengedil peşmi zana, noleye eşğastoa peşmi zana-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR,
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR



kerdehud rami hizfane şohleha taa bısuzend germiya ne şohleha

O ALEVLERE EV SAHİPLİĞİ YAPTI
ALEVLER ARASINDA YANMAK İÇİN

deeeşkin caoç meydaanikone gadrein ca kale deryaa mikonee

AŞK İŞTE BURADA TIRMANIR
DAMLA İŞTE BURADA DERYALAŞIR


rohserti tataçyin hestıi konii beşkenii ninşilşeta mestiikonii
BİR ANLIĞINA BU ALEMİ TERK EDİN HELE
KIRIPTA BU ŞİŞEYİ MEST OLUN HELE

herde bala reftodi dem hestonist raaosti nadide hodidenist-2

GÖRDÜM GERÇEĞİ KALKINCA PERDELER
SAHİ, NE GÜZELMİŞ BU GÖRÜNENLER


çengedil ahengedil peşmi zana, noleye eşğastoa peşmi zana-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR,
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

merkezi derdestu kanuneşera,şohlisazu şuhlisu zoşe'deka..

KÖTÜLÜKLER ARASINDA BİR YER
ALEV YAPAR,ALEVLENİR,ALEVLE UĞRAŞIR

hub deyıb sahraconun derkengedu, ekleyes sannadeder ahengedu..

VAKTİYLE BİR MECNUNLAR ÇÖLÜ VARDI
OLDUKCA GÜZEL BİRDE SAZLIĞI VARDI

natmeyra getsirogeh benmıkone, kırmeni ateşfera benmikone..

NAĞMELERİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIR
ATEŞTEN BİR HARMAN YAPARDI


herde bala reftodi dem hestonist raaosti nadide hodidenist-2

AŞKIN ÖYKÜSÜ DERİNDİR.
İNSANI KENDİNE ÇEKER
SONSUZA DEK BU AŞK
VE BU KALP BAKİ KALIR

çengedil ahengedil peşmi zana,noleye eşğastoa peşmi zana..-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR,
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR



kerdehud rami hizfane şohleha taa bısuzend germiya ne şohleba

O ALEVLERE EV SAHİPLİĞİ YAPTI
ALEVLER ARASINDA YANMAK İÇİN


deeeşkin caoç meydaanikone gadrein ca kale deryaa mikonee

AŞK İŞTE BURADA TIRMANIR
DAMLA İŞTE BURADA DERYALAŞIR

rohserti tataçyin hestii konii beşkenii ninşilşeta mestiikonii

BİR ANLIĞINA BU ALEMİ TERK EDİN HELE
KIRIPTA BU ŞİŞEYİ MEST OLUN HELE

herde bala reftodi dem hestonist raaosti nadide hodidenist-2

GÖRDÜM GERÇEĞİ KALKINCA PERDELER
SAHİ, NE GÜZELMİŞ BU GÖRÜNENLER


çengedil ahengedil peşmi zana. noleye eşğastoa peşmi zana..-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

herde bala refto di dem hestonist raaosti nadide hodidenist-2

AŞKIN ÖYKÜSÜ DERİNDİR.
İNSANI KENDİNE ÇEKER
SONSUZA DEK BU AŞK
VE BU KALP BAKİ KALIR

çengedil ahengedil peşmi zana, noleye eşğastoa peşmi zana..-2

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR


türkçesi

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR
AŞKIN ÖYKÜSÜ DERİNDİR.
İNSANI KENDİNE ÇEKER
SONSUZA DEK BU AŞK
VE BU KALP BAKİ KALIR

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

KÖTÜLÜKLER ARASINDA BİR YER
ALEV YAPAR,ALEVLENİR,ALEVLE UĞRAŞIR
VAKTİYLE BİR MECNUNLAR ÇÖLÜ VARDI
OLDUKCA GÜZEL BİRDE SAZLIĞI VARDI
NAĞMELERİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIR
ATEŞTEN BİR HARMAN YAPARDI

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

O ALEVLERE EV SAHİPLİĞİ YAPTI
ALEVLER ARASINDA YANMAK İÇİN
AŞK İŞTE BURADA TIRMANIR
DAMLA İŞTE BURADA DERYALAŞIR
BİR ANLIĞINA BU ALEMİ TERK EDİN HELE
KIRIPTA BU ŞİŞEYİ MEST OLUN HELE
GÖRDÜM GERÇEĞİ KALKINCA PERDELER
SAHİ, NE GÜZELMİŞ BU GÖRÜNENLER

GÖRDÜM GERÇEĞİ KALKINCA PERDELER
SAHİ, NE GÜZELMİŞ BU GÖRÜNENLER

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

KÖTÜLÜKLER ARASINDA BİR YER
ALEV YAPAR,ALEVLENİR,ALEVLE UĞRAŞIR
VAKTİYLE BİR MECNUNLAR ÇÖLÜ VARDI
OLDUKCA GÜZEL BİRDE SAZLIĞI VARDI
NAĞMELERİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIR
ATEŞTEN BİR HARMAN YAPARDI

AŞKIN ÖYKÜSÜ DERİNDİR.
İNSANI KENDİNE ÇEKER
SONSUZA DEK BU AŞK
VE BU KALP BAKİ KALIR

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

KÖTÜLÜKLER ARASINDA BİR YER
ALEV YAPAR,ALEVLENİR,ALEVLE UĞRAŞIR
VAKTİYLE BİR MECNUNLAR ÇÖLÜ VARDI
OLDUKCA GÜZEL BİRDE SAZLIĞI VARDI
NAĞMELERİ BİRBİRİNE KARIŞTIRIR
ATEŞTEN BİR HARMAN YAPARDI

KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

O ALEVLERE EV SAHİPLİĞİ YAPTI
ALEVLER ARASINDA YANMAK İÇİN
AŞK İŞTE BURADA TIRMANIR
DAMLA İŞTE BURADA DERYALAŞIR
BİR ANLIĞINA BU ALEMİ TERK EDİN HELE
KIRIPTA BU ŞİŞEYİ MEST OLUN HELE
GÖRDÜM GERÇEĞİ KALKINCA PERDELER
SAHİ, NE GÜZELMİŞ BU GÖRÜNENLER


KALPLER AYNI HIZLA AHENKLE ATAR
AŞKIN SESİDİR BU ALEVLENİR YANAR

23 Ekim 2011 Pazar

Moğalistan Ve Nurlu Müminler Diyarına Sıla-i , moğolistanda risalei nur hizmetleri

Moğalistan Ve Nurlu Müminler Diyarına Sıla-i 

Moğalistan Ve Nurlu Müminler Diyarına Sıla-i Rahim (2)
Altay Dağlarının Nur Talebeleri, bizi ilçe girişine yakın kabristan yanında karşıladılar. Hizmet için alınan Jipi de getirmişlerdi. Kazakların BeyefendisiKalimat ve arkadaşları heyecanla sarmaş dolaş oldular. Bizim gibi sıradan müminlere yapılan karşılama sultanlara layıktı.

Kalimat Beg, Komünist dönemin ilçe yönetiminde başkan yardımcılığı yapmış tecrübeli birisi. Eski Moğol başkan bugünlerde “Sizle bizim pek farkımız yok” deyişine ilginç bir cevap vermiş, Zekâvet kokan bir cevap. “Evet, pek farkımız yok. Biz topraktan yaratıldığımıza inanıyoruz. Siz topraktan ilahlar(!) yapıyorsunuz!”

Yılar önce 2002 yıllarında tanıştığımız Hayrettin Tilek Beyin dedesi, eski baskıcı dönemlerde Allah mefhumuna bile yabancı olunan dönemlerde belki bir misyoner veya bir turistten yalvararak aldığı eski bir İncil’deAllah lafızların işaretletmiş, yıllarca o kelimelere ellerini sürüp -50 derece soğuklarda, Altay dağları eteklerinde Yılkıları güderken, ağlayarak çok dualar etmiş. Yıllarca kendini ve evlatlarını ve hatta arkadaşlarını imansızlıktan muhafaza etmiş. O duaların tesiriyledir ki, İncil’in Kerameti gerçekleşmiş, torunu Tilek, seneler sonra oralara Nurlu Bir Mü’min olarak dönmüş. Hece hece de olsa, dedesinin şahadet getirmesine, “Allah Allah” diyerek de olsa, arkasında namaz kılarak vefat etmesine, yıllardır aradığı Rabbin’e inşallah Cennetlerde kavuşmasına vesile olmuş. Bu vakıayı hikâye edip Y.Asya Gazetesi ve pek çok dergide “Moğolistan’da Nurlu Müminler ve İncil’in Kerameti” diye yayınlamıştım. O muhterem dedenin kabrini oralarda ziyaret etmek nasip oldu.
altay_kazak_hk03.jpgAyrıca bir de Torun Tilek’in R.Nur sohbetlerine, 40 km’lik yoldan her hafta bazen -50 derece soğukta atla gelip, gece kalıp, ancak ertesi gün yine atla dönebilenSalih Dede var. Ömrünün sonlarında hasta olduğu için derse gelemeyince Tilek Bey ve arkadaşları bir jip kiralayıp dağlardan onun çadırına gidiyor, ders yapıyorlar. Okunan kitap da yeni Kazakça Tercümesi yapılanHastalar Risalesi’nin taslağıdır. Salih Dede, “Bunu kitap olarak basmalısınız” diyor. “Maddi sıkıntıyı halletmeye çalışıyoruz, inşallah basılacak” denince; de bütün malı olan altı koyununu hemen orada bağışlıyor. İşte o dedenin de kabrinde Fatiha okumak nasip oldu. Ruhlarına Fatihalar okunmasını, dualar edilmesini sizlerden de istirham ederiz. Bizler oralara altmış dokuz hatim götürebildik. Ancak her ibadet arkasından eller açılınca, haftalık hatimlerimizde, Ramazanlardaki dönerli ve sabit hatim organizelerimizde onları bütün Nur Talebeleri ve ehl-i iman ile birlikte de dualarımızdan asla eksik etmedik.

20 Ekim 2011 Perşembe

Keşke gerçek bir ordumuz olsaydı...


Keşke gerçek bir ordumuz olsaydı...
20 Ekim 2011 Perşembe tarihli satar gazetesinde mehmet altanın köeşesinde yer alan günlük köşe yazısıdır.
Medyamız, görebildiğim kadarıyla, Hakkâri’nin Çukurca ilçesi merkezindeki güvenlik birimleriyle sınırdaki askeri birliğe PKK’nın ağır silahlarla eş zamanlı saldırı düzenlemesi ve 26 askerin şehit olup, 22 askerin de yaralanmasından ziyade bunun ‘zamanlaması’ ile ilgili...
Bunun için de sorgu ve suallerde saldırının ‘neden ve niçin’ yapıldığı öne çıkıyor, yaptığı tahribat o sorgu ve sualin gölgesinde kalıyor...
Sabahtan akşama aynı minvaldeki sorular adeta ring yapıp duruyor:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘Başkomutan’ olarak bölgeye gitti ve sınır birliklerini bizzat denetledi. Acaba saldırı buna bir cevap mı?
PKK’lıların Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan giriş yapıp teslim oldukları günün ikinci yıldönümüydü, saldırı bu nedenle gerçekleşmiş olabilir mi?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hafta sonu kritik bir görüşme yaptı ve ilk kez Suriyeli muhaliflerle resmi temasta bulundu, acaba bununla bağlantısı var mı?
Baskına ‘neden’ arama soruları uzayıp gidiyor...
***
Hâlbuki sorulması gereken soru, baskının neden ve niçin olduğu değil...
Sorulması gereken soru, sınırdaki bir tugayın ve güvenlik birimlerinin ağır silahlarla nasıl bu kadar rahat saldırıya uğraması...
Bu kadar büyük bir can kaybı vermesi...
***

salih tuna Kürtlerin dinen caiz hakları mı var

Kürtlerin dinen caiz hakları mı var
salih tuna nın 20,10,2011 tarihli yenişafak gazetesinde çıkan köşe yazısıdır.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan bir abimiz "Biz dindarlar, Kürtlerin ıstırabını hissetmedik" şeklinde "özeleştirisini" verince "bereketli" bir tartışma başladı.
Mamafih, Akif Beki dostumuz kimi "hatırlatmalarda" bulunmakla mezkur "bereketi" az kalsın tarumar edecekti.
Neyse ki, Cengiz Çandar ve Ruşen Çakır imdada yetişti.
Biri "Dindarların bam teli"ni yazarken diğeri de "Kürt Hareketini" anlamaya koyuldu.
Zaten bu iki güzide şahsiyet böylesi konuları hiçbir zaman ıskalamamıştı.
Mesela...
Cengiz Çandar 11 Eylül saldırılarının ardından kaleme aldığı bir yazıda, "Türkiye'nin İslami düşüncesi, kendisini 'selefi' köklerden ayıkladığı ve 'referans kaynakları'nı Seyyid Kutub ve Mevdudi gibilerinden ayırdığı vakit, Türkiye'nin de, İslam Dünyası'nın da önünü açabilecek. 11 Eylül'ü bunun da 'miladı' olarak değerlendirmek mümkün..." demişti.
Üstelik o vakitler "Biz dindarlar, emperyalistlerin ıstırabını hissetmedik" yollu "özeleştiri" veren herhangi bir "abi" de yoktu.
Demek ki Cengiz Çandar'ımız durumdan vazife çıkarma yeteneğini devreye sokmuştu.
Bugünlerde "Kürt Hareketi"ni fehmetmeye çalışan Ruşen Çakır da vaktiyle İslamcıları anlamak için az emek sarf etmemişti.
Yıllar yılı "dindarların" mahallesinde dolaşıp durdu.
Edindiği "malumatı" ortalıyor, "Bu yıl hac mevsimi kurban bayramına rastlıyordu..." şeklinde enteresan tespitlerde bulunan dönemin Nokta dergisi de "voleyi" vuruyordu.
Belki bir Oliver Roy bir Gilles Kepel olamadı ama 28 Şubat sürecinde "mürteci" bilirkişiliğini Faik Bulut'a nal toplatacak kadar konuşturdu.

hüseyin yılmaz bugün gazetesi yazarının bediüzzaman ile ilgili görüşü; Üstadın insaniyet-i kübra ifadesi muhteşem


hüseyin yılmaz bugün gazetesi yazarının bediüzzaman ile ilgili görüşü; Üstadın insaniyet-i kübra ifadesi muhteşem
Bugün yazarı Hüseyin Yılmaz, İslâmiyet ile ırkçılığın aynı kalbde olamayacağını belirterek Bediüzzaman'ın sözünü aktardı.

Allah'ın, “Bir kavmin bir başka kavme üstünlüğü yoktur!” derken ırkçının, “Hayır var, kavmim üstündür!” dediğine dikkat çeken Yılmaz, "Apaçık Allah’a isyan ve itirazdır bu. Irkçılık herhangi bir günâh değildir. Meselâ namaz kılmayan, namazın farz olduğunu inkâr etmeyip sadece nefse mağlubiyetinden dolayı kılmıyor olsa bu, amelî bir zayıflıktır ve sadece günahtır. Reddettiğinden dolayı kılmazsa zâten küfürdür, o bahs-ı diğer. Ama ırkçı, Allah’ın söylediğinin aksini dâvâ edinmiş kimsedir. Farkında olsa da olmasa da neticesi küfre çıkar" dedi.
Müslüman kalarak ırkçı olmanın mümkün olmadığını ifade eden Yılmaz, yazısını şöyle sürdürdü:
"Fikr-i milliyet ırka üstünlük atfetmek olmadığı müddetçe tasvib edilebilir. Meselâ Türkler cedlerinin İslâmiyet’e yaptıkları büyük hizmetten dolayı tefâhur etseler, câizdir. Çünkü iftihar ettikleri, cedlerinin niyet ve amellerinin neticesi olan hizmetleridir. Yâni o muvaffakıyet ırkî bir tahsis değil, beşerî bir gayret, bir cehd ve ihlâsın neticesidir. Aynı şey sair kavimler için de câizdir... Meselâ Kürtler Selahaddin-i Eyyübî’nin gayret ve cehdine istinad eden muhteşem zaferleri ile iftihar etseler başkalarını rahatsız etmez. Ama o zaferleri Selahaddin’in Kürtlüğü’nün neticesi olduğunu ima etseler hem o güzel insana iftira ve haksızlık olur, hem de ırkçılık olması sebebiyle küfre kapı açar....
"Hulâsa, İslâmiyet ile ırkçılık bir arada aynı kalbde olmaz... Herkes kalbini iyi yoklamalı. Irkçılıktan eser taşıyanların vay hâline!.. Bence aslolan insan olmaktır... İnsanlığın nihaî noktası İslâmiyet’tir, zirâ Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin muhteşem ifâdesi ile “insâniyet-i kübrâ”dır o.

ibrahim kaygusuz Entelijansiya ve Bediüzzaman

Entelijansiya ve Bediüzzaman

ibrahim kaygusuz beyin risale haber de geçen 20.10.2011 tarihli Entelijansiya ve Bediüzzaman isimli yazısından alıntıdır. haberi orjinalinden okumak için tıklayınız

Bediüzzaman hazretleri vefatına kadar sürekli olarak, vefatından sonra ise sistemli periyotlar halinde siyasi ve entelektüel tartışmaların odağına girdi.Entelektüel dolaşıma girme Bediüzzaman ve Risale-i Nur için farklı bakış açılarını beraberinde getirdi.
Medrese ehlinin Risale-i Nur’un telif ve tab süreçlerinde “karşıt” tutum takınması Bediüzzaman’ın kırgınlığını beraberinde getirmişti. Medrese menşeli Osmanlı entelijansiyasının Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a karşı rakibane yaklaşımına mukabil yeni Türkiye’nin entelektüel mimarları daha “münsif”tir. Risale-i Nur’un kendi entelektüel kitlesini piyasaya kazandırması bu zorunlu insafı beraberinde getirmiş olabilir mi?
Risale-i Nur “düzey” aşıladıkça ve bu düzey piyasaya yansıdıkça dikkatler buraya yönelmektedir. Bir şey önemlidir: konuşandan ziyade konuşulanların tartışılması faydayı sağlayacaktır, aksi takdirde şahsiyatlar hükmeder ve hakikatler tali kalır. Son bir iki haftalık Said Nursi tartışmalarında Murat Belge baltayı taşa vurdu, Ömer Lekesiz üslubunu dengeleyemedi ötekiler de derecesine göre notlar aldı.
yazarlar.jpgŞerif Mardin, Mustafa Akyol ve Cemal Uşaktartışmayı tetikleyen isimler oldu. Özellikle Mustafa Akyol ve Cemal Uşşak’ın açıklamaları turnusol vazifesini gördü.
İçeriden birisi olarak söylüyorum: Entelijansiya Nurculuk dersinde hala sınıfta kalıyor!
Cengiz Çandar her zamanki yuvarlak üslubu ile topu taca atarak Nurculuk camiasının da dâhil olduğu İslami çevrelerin milliyetçilikle aralarındaki sınırı belirleyemediklerini iddia ediyor! Çok havada ifadeler. İdeolojik ve siyasi diye sayılan nedenlerin anlamına ait somut hiçbir bir delil yok.
Takriben otuz yıl önce evimizde yapılan Risale-i Nur sohbetlerinin ilkine katıldığımda ağabeylerimin Risale-i Nur’u Türkçe okuyup Kürtçe izah ettiklerinin şahidi benim. Hangi sınır çizgisinden bahsediyor. Eşim Kürtçe bilmiyor, Annem de Türkçe bilmiyor, ikisi de “Nurcu”. “Denek” benim, sorsun cevap vereyim.
Hayatı “Kürt ırkçısı” penceresi ile okumak eksik bir okumadır. Kürt sorununu ait samimi yaklaşımından şüphe etmediğim Cengiz Çandar sayısız defa araştırmak için gittiği bölgede keşke sadece bir defa “Kürt” bir nurcu entelektüel ile konuşsa idi. Kankalık yaptığı ve Kürtlerin küçük bir yüzdesini temsil eden “ideolojik ve siyasi Kürtçüler” kadar bölgenin bütününe ait bir okuma yapmadıkça Cengiz Çandar’ın yazdığı her cümle yüzeysel kalmaya mahkûmdur ve karşılık bulamaz.
Kendi ifadesi ile “Risale-i Nur geleneğinden gelmeyen” değerli Sosyolog Yasin Aktay bana göre yorumlarına çok erken girdi. Üzerinde ve ifadelerinde mahalle geleneğinin egemenliği hala çok fazla. Kitlelere mal olan şahsiyetler mahalle “dili”ni konuşturmayı devam ederlerse çıtayı yükseltemezler.
Adını vermeye gerek var mı bilmiyorum, aynı süreçten geçen birçok sosyal bilimci Müslüman entelektüel biliyoruz ki yürekten Said Nursi okumaları yaptılar ve Aktay’ın ifadesi ile “retrospektif” kalmadılar. Emile Durkheim, Talcot Parsons ve İmmanuel Wallerstein’e ait sistem okumaları yaptığımız kadar Said Nursi okumaları yapmamız zarurettir.
Said Nursi modern dünyanın “Muhammedi” nefesidir. Küresel dünyanın dip paradigmalarını okuyabilmekSaid Nursi okumaları ile mebsuten mütenasiptir. Yoksa fikrimiz hezeyanlaşır ve başkasının manasını gösteren “harf” konumuna düşeriz. Bizi “tenvim ile telkin eden” (Sünuhat) usta Hipnozcular çok “fırlama”. Avrupa kâfir zalimlerinin ve Asya münafıklarının oyuncağı olmamak için doğru yerden bakmak elzemdir. Siyasete “indirgenen” bakış açısı doğru yerde durmayı engelleyici bir perdedir. Hayatın bütününü kuşatan İslamiyet ve Kur’an, Aktay’ın ifadesi ile “sistemden ziyade "yol", "süreç", "hayat" gibi dinamik kavramlarla” tanımlanmayı hak ediyor. Said Nursi’nin hayatın bütününe ait kuşatıcı okumaları, tartışma konusu olan Avrupa’ya ait okumalarına da milliyet ve Kürt okumalarına da siyasete ait okumalarına da aynı ile yansımıştır.