Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

10 Mart 2010 Çarşamba

Irkçılık Kitabının Kapağı ve C/ismi Hakkında...Senai demirci

Senai Demirci hocamızın Irkçılık üzreine yazmış olduğu 10.02.2010 tarihli yazıyı sizlere aktarıyoruz......

Hocam selamun aleyküm, isim hakkında fikir beyan etmeden önce kitabın kapak resmi ekrandaki resim mi olacak?
Siyah ve beyaz el resmi?



Ve aleykum selam, kapak resminde zenci beyaz ayırımı var. Ama bizim Türkler olarak sorunumuz bu değil. Bizim sınavımız olmadığı için bu resim üzerinden ırkçılığı düşünmek,topu taca atmak olur, mesaj ıskalanır, boşluğa düşer.
Bizim ırkçılığımız, türk-kürt eksenli de değil sadece, sünni-alevi eksenli, zengin-fakir eksenli olanları da var. Öyle renkler üzerinden ayırdedilebilecek kadar da görünür değil; örtülü, gizli, sinsi, hatta din kisvesine bürünmüş gibi. Bilinçaltımıza yumuşacık yerleşmiş şöyle bir kabullenme var meselâ: biri bir hata ederse, onun kanının bozukluğundan açarız sözü, değil mi? Konuşan da dinleyen de razı olur bu kabullenmeye: "Türk olsaydı, bu namussuzluğu yapmazdı.." Yani, tıpkı Yahudilerin kendi ırklarını ari/saf/temiz varsaymaları gibi, biz de Türk ırkı üzerinden Yahudileşme eğilimi gösteriyoruz. Oysa, birinin doğru olmasının tek yolunun Türk ırkından olmaktan geçmediğini, Türk olanların da hata yapabileceğini pekâlâ biliyoruz.

Bir başka sorun daha var bu ülkede ki, dokunmaya elvermiyor yüreğim, ama kanatacağız bu yarayı, patlatacağız bu çıbanı... Namazında niyazında hacı ablam, hacı babam, pekâlâ namaz kıldığını, müstakim bir müslüman olduğunu bildiği halde kızını isteyen delikanlı için, "Ben sağ oldukça, bu eve kürt giremez..." diyebiliyor, "Biz de Doğululara verecek kız yok..." diye rest çekebiliyor. Ya da tam tersi, "Doğululardan gelin alınmaz; bu eve kürt gelin girmez!" diyebiliyorlar. Kimim kızını kime vereceği beni ilgilendirmez elbette, kızı/oğlu isterse ailesine rağmen tercihini kullanabilir ya da bu sevme/seçme sınavını kaybedip anne babasının onayladığı biriyle yaşamaya razı olabilir. Ama secdelerinde, "Allah'tan secdesini esirgeyen şeytan"a muhalefet ettiklerini sanan bu kardeşlerimiz, tam da şeytanın şeytanlık kariyeri olan ırkçılığın yanında bulunuyorlar, şeytanla yoldaşlığı sürdürüyorlar. Bu düşüncenin altında, ahlaksız da olsa Türk, ahlaklı Kürt'ten daha iyidir gibi şeytani bir kabullenme var. İşte ben buna karşı, bir mümin olarak tavrımı koymak zorundayım. Siz de öyle.. Böyle yaşayamazlar; böyle iman olmaz, böyle bir iman'a itibar edilmez. Kişilerinin imanının derinliğini ben ya da siz ölçecek değilsiniz elbette ama "Muhammed'in [asm] dini" yerine "atalarının dini"ni koyanlara, "sünnet-i seniye" yerine "töre"yi koyanlara karşı sessiz kalamayız, tavırsız olamayız. Dinin yerine "yeni bir din oluşturmak"tır burada yapılan.

Aynı tür "örtülü ırkçılığı" çoğunlukla "sünni"ler "alevi"lere, "alevi"ler "sünni"lere karşı yapıyorlar. Tırnak içinde kullanıyorum kelimeleri çünkü, ne sünni sünnidir, ne de alevi alevidir bu bağlamda.. Sözüm ona bir "sünni", ahlaklı bir alevîyi bir sünniden-ahlaksız ya da ahlaklı- hiç koşulsuz aşağı görüyorsa, "sünni" değildir.. Gerçi, insanların ahlak düzeyini nasıl belirleyeceğiz diyebilirsiniz? Hadi ahlakı ve dürüstlüğü göz önüne almadan konuşalım:"sünni"nin ahlaksızlığını kendi şahsına mal ederken, "alevi"nin ahlaksızlığını "aleviliği"ne mal etmek ne kadar ahlaklılıktır? Bu Batılı iktidar odaklarının topyekün biz müslümanlara yaptığı şeyin aynısı değil midir? Bir müslüman terörislik yaparsa, "İslamî terör" ama bir Hıristiyan ya da Yahudi ya da başka inançtan biri eşdeğer bir eylemde bulunursa, "Hıristiyanî terör" ya da "Yahudi fundemantalizmi" ya da "şintoist köktencilik" olmaz...

Kendimi "Türk ve Sünni" kabul ettiğim için bu taraftan bakıyorum olaya.. Ki doğrusu da budur... En önce kendi eteklerimde taşları dökmem gerek, çuvaldızı kendime batırmam gerek. Hiç şüphesiz "Kürtlerin" ve "Alevi"lerin oradan bakıldığında da benzer ırkçılıklar okunur...

Ha bir de, gözbebeğimiz bu ülkede, bin beş yüzyıllık İslam medeniyetinin önde gelen mirasçısı olan Türkiye'mizde yaklaşık 100 yıldır, özellikle resmi ideolojinin dayatmasıyla, "Türk ırkı" üzerinden "ırkçılık" meşru sayılır; ama "Kürt ırkı" üzerinden aynı şeyi yapanlar terörist ya da PKK sempatizanı sayılır.. Biz eğer dupduru bir mümin isek, saçaklı püsküllü bir imanımız yoksa, "Türk ırkı" üzerinden yapılan ırkçılığa da "Kürt ırkı" üzerinden yapılan kadar tepki duymalıyız, duymalıydık. İkisi de terördür, ikisi de terör örgütlerini besler. Bakın, hep "yasadışı terör örgütü" ile savaşırken unutturmuşlar bize; meğer bir de "yasal/yasa içi terör örgütü" de varmış. (Bakınız; Balyoz, Sarıkız, Eldiven, Kafes, Ayışığı...)

Ama hâlâ, bu yazıyı yayınlayacak olursam, "Ne varmış 'Ne mutlu Türküm diyene'" sözünü söyleyip arkasından da bana Türk düşmanı, vatan haini gibi hazır etiketleri yapıştırmaya hevesli "muhafazakâr" kardeşlerim var.. "Ne mutlu Türküm diyene..." sözü bu kadar masumdu da, niye bizim gibi aynı kıbleye dönen Kürt kardeşlerimizin memleketinin dağına taşına, meydanına duvarına ısrarla yazıldı? İnadına değil mi? Ezilsinler diye değil mi? Sindirmek için, aşağılamak için değil mi? Neden bu yazının her yazıldığı yerde tanklar ve tüfekler de geziyordu? "Zor"la demek ki...

Ve neden biz aklı başında insanlar hâlâ daha, yalan konuşmasını hiç bilmeyen küçücük Kürt çocuklarına, kara gözlü sarı saçlı utangaç Berfin'lere, ayakkabısız ve elbisesiz fukara Baran'lara, bal gibi yalan olduğunu bildikleri halde, her sabah "Turkimm, dogriyim..." dedirtilmesine en azından kalben buğz edemedik? Ve neden herkes "damarlarındaki asil kan"a güvenmek zorundaymış? Bu kan başkalarında olunca asaletini mi kaybediyor? Neymiş alyuvar ve akyvurlarda ibaret kanın içindeki o asillik, neredeymiş o asalet? Biz kardeşlik bağımızı "kan"la değil "iman"la kurmuyor muyuz? O yüzden "kanından" olduğu halde öz oğlunu "ailesi"nden saymaması konusunda uyarılmadı mı Nuh (as)? O yüzden değil mi ki, hepimiz imanca "İbrahim milleti"nden sayılma şerefiyle şerefleniyoruz da, İbrahim'in (as) putperest babası "İbrahim milleti"nden sayılmaz?

Hem sonra biz "Millî" eğitimimiz sayesinde yıllarca[şimdilerde de bizim çocuklarımız] "misak-ı millî" sınırları içinde "renkli" ama dış tarafında "kimliksiz" ve gri bir haritayla beyin yıkama telkinine maruz kaldık? Çok değil seksen doksan sene önce, bize rağmen çizilmiş o zalim sınırların ötesindekileri "yabancı" ve üstelik "düşman" diye sürekli tanımlayan eğitimin "milli"si değil midir? Biz de uzunca bir süre, düşman deyince Yunanlı'yı, hain deyince Şam'da oturan Arab'ı akla getirmedik mi? Sırf sınırlarımız dışında diye her Rus'u ve Gürcü'yü öcü saymadık mı? Sınırlarımız içinde değil diye Bağdatlı, Filistin'li, Lübnan'lı kardeşlerimizin başına atılan bombalara kayıtsız kalmadık mı? Benim evimde ve isterim ki çocuklarımın sınıfında "sınırsız" bir harita olsun; sonradan koyulan "ulus-devlet" sınırlarının bizi fiziksel olarak engellemesine bir de zihinsel olarak engellenmemiz eklenmesin...

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Az daha unutuyordum: Irkçılık ve Devletçilik başımızdaki en büyük belâ.. İkisi de din yerine din koymak için tasarlanmış.. İki siyasi partimiz var ki, birinin varlık sebebi ırkçılık, birininki devletçilik.. Şimdi bakın, bir zamanların "sağ" ve "sol"u olarak karşı uçlarda duranların, özünde nasıl da aynı tavrı paylaştıklarına...

Üstad Bediüzzaman Hazretleri yıllar yıllar önce, "ırkçılar ve halkçıların" birlikte koalisyon oluşturacağını haber vermişti.. Bakın, oldu bile...

Bugün ırkçılığa ve devletçiliğe karşı çıkmak, Efendimizin (asm) Veda Hutbesi'ne sahip çıkmanın en güncel ve kritik göstergesidir bana göre.. Veda Hutbesi'nin Türkçe mealinde şöyle yazar: "Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur.." Biz Türkler de bunu pek güzel tekrarlarız. Çünkü bize batmaz. Çünkü onca yıldır beslediğimiz "Türklük gururumuz"u tehdit etmez. Oysa, bu sözü Efendimiz (asm) Arapça olarak Araplara söylemişti. Şimdi biz de o hutbeyi bir Türk olarak Türklere şöyle söylesek mahkemelik oluruz, Türklüğe hakaretten içeri tıkılırız: "Türkün Türk olmayana üstünlüğü yoktur." Ne garip ki, bizim bilinçaltımızda da "Bir Türk dünyaya bedel"dir, "Türkün Türkten başka dostu yoktur" yazar. Bu bilinçaltıyla, bu "bilinç"le, hiç şüphesiz hiçbirimiz Türklüğe hakaret maddesini ihlalden hesaba çekilmeyiz dünyada ama asıl hesap günü çekileceğimiz hesaptan yakamızı kurtaramayız. Avrupa'daki müslüman Türk kardeşlerimizin bir kısmının, ihtida ederek müslüman olmuş, iman bağıyla kardeşleri olmuş Alman'ı, Fransız'ı, İngiliz'i, Danimarkalısını vs. hâlâ "yabancı" saydıklarını hayretler içinde gözlemlemiştim. Umarım, bir gün bize de hidayet nasip olur...

Şimdi söyleyin bakalım, bizim sorunumuz "siyah-beyaz" ayrımımı mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder