Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Bahattin Yıldız ın ardından


İlk duyduğum anda TV da aralarında ihh görevlilerinin de bulunduğu bir uçağın afganistanda Salang geçidinde düştüğü şeklindeydi... o gün hiç aklıma gelmemişti Bahattin abininde onlardan birisi olacağı ertesigün internet sayfalrını karıştırırken beynimden vurulmuşa döndüm... Bahattin Abi uçağın içindeymiş. Şahsen hiç bir tanışıklığım yok ama Bahattin abi sessiz bir efsane gibiydi.. Hala inanamıyorum.  Bahattin abimiz çok sevdiğin afganistanında Şehadet şerbetini içtin..


Aşağıda bununla ilgili bir yazı var: iki kısım.


Bir 'yıldız' daha kaydı aramızdan…
Erzurum’un en soğuk günlerinin biriydi. Yıldız semtindeki öğrenci yurdunda ısınma yok, su yok, yemekhanesi yoktu. Anadolu’dan gelen öğrenciler barınıyordu sadece burada, kirası ucuz diye.
Palandöken bembeyaz kardan bir giysiye bürünmüştü. Erzurum’un soğuğu bıçak gibi kesiyordu her yanı. Adeta nefesiniz donacak gibiydi. Su boruları dondan dolayı çalışmıyordu. Karları eriterek çay demledi arkadaşlar bize. Çaylarımızı yudumladıktan sonra iliklerimize kadar üşüdüğümüzü fark ettik.
Ankara’daki yurtta bizim her şeyimiz vardı. Sıcak su, kalorifer, üç öğün sıcak yemek ama yinede bazı ehli keyf arkadaşlar yemeklerden şikayetçi idi. Halimize şükrettim. Şikayetçi olan arkadaşlar, bir hafta bu yurtta kalsalar, acaba yine de şikayetlerine devam ederler mi, diye düşündüm.
Ben, burada tanıdım Bahaddin Yıldız’ı önce. Burada dostluğumuzun ilk temel taşları atıld, harcı kar suyundan demlenmiş sıcak çay ve dava arkadaşlığından oluşuyordu.
1975 yılında İzmir İmam- Hatip Lisesi’ni bitirmiş ve Erzurum Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne kaydını yaptırmış ve 1987 yılı Afganistan dönüşü okulunu bitirmişti.

78 kuşağından Bahaddin Yıldız’ı tanımıyan yoktur Erzurum’da ve üniversitesitede ve Akıncılar arasında. Hicri 1400 yılı dolayısıyla Mehmet Öztürk’le birlikte Erzurum’dan Ankaraya kadar maraton koşmuşlardı. İyi bir maratontoncuydu.
Palandöken dağları onun nasıl kayak yaptığına şahittir. Ve onun nasıl adam gibi bir Akıncı  olduğunu, dostları da düşmanları da çok iyi bilir.

Akıncılar İzmir Teşkilatı Başkanlığı sırasında Bahaddin Yıldız, sadece İzmir ile değil tüm Ege bölgesini kuşatan bir çalışma yapıyordu. O, 20. yılın dervişi idi. Kendisini tanıyan herkes gibi ben de, mütevazi, sessiz, kimseye zararı dokunmayan, inançlı, imanlı, davasına ve kavgasına sadık, korkusuz mangal gibi bir yüreği olan bir Müslüman olduğuna şahadet ederim.
Kendisinin çok yakın bir dostu olarak, hiçbir zaman makam, mevki, rütbe, şan, şöhret, zenginlik..vs. gibi nefse hoş gelen dünyalık değerlere boyun eğmediğini ve onlara asla pirim verme bayağılığa düşmediğini bilirim.
Dost ve arkadaşlarına karşı vefalı ve sadık biri idi… 12 Eylülden sonra bende yurt dışına çıkmak zorunda kalanlardanım. Dost ve arkadaşlarımdan çok azı annemi ve kardeşlerimi ziyaret etmiştir. Bahaddin o vefalı dostların başında gelir. Yaşlı annem başta olmak üzere bizim evde herkes Bahaddin’i bilir. Sanki ailemizin bir ferdi gibidir. Ben 10 yıl ülkeme giremedim. Bu süre içinde  Bahaddin hep annemi arayıp ziyaretine gelmiş. On yıl sonra annem bana, ‘oğlum sen bayramlarda evimizde yoktun.Ama; arkadaşın Bahaddin Allah razı olsun senin yerine hep beni ziyarete geldi’ dediğinde ne kadar mutlu olduğunu ve olduğumu tarif edemem.
Belki de O çağımızın bir Ebu Zer’i gibiydi desem yanlış olmaz. Ve, O’nu yakından tanıyanlarda bana hak verirler sanırım…
Kuşağımızın eli kalem tutan, kalemin hakkını veren ve namusuna sahip çıkan arkadaşlarımızın önde gelenlerinden biri oldu hep.


İnanıp kafasına koyduğu bir işi tek başına da olsa yapar veya yapmaya çalışırdı. Bahaddin Yıldız olarak O, tek başına bir ordu ve tek başına bir ümmet idi.

12 Eylül darbesinin mağdurlarından biri olarak, o da bir çok kardeşimiz gibi ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.
O çetin günlerin, sert iklimlerin, çileli yolların, islam davasının bir eri olarak, Rusların zulmüne uğraan Afganlı kardeşlerinin yanında omuz omuza savaşmayı tercih etti. olay ve rahat olan yollarda değil, zor ve meşakkatli olan yollarda yürümeyi denedi.
Yıllarca Afganistan’da cepheden cepheye savaştı. Palandöken dağlarında, Erzurumun karlı yollarında, soğuk ikliminde yaptığı sporlar Hindikuş Dağlarında işine yaradı.
1982 yılında cephedeyken sağ omzundan yaralandı.Peşaver’de bir hastanede tedavi görür iken, Almanyadan kendisini ziyerete gittim. Beni Peşaver havaalanında karşılamaya geldi.Omzundan ve kolundan ağır yaralar almıştı.
Orada kucaklaştık eski bir dost olarak… Çok mutlu olmuştu…Tek katlı topraktan yapılmış bir hastanede tedavi ediliyordu. Her türlü tıbbi ilaç ve aletin yok olduğu bir viraneydi kaldığı hastane. Ama; suratı asık bir yaralı görmedim ve herkes çok mutlu idi. Hele Türkiyeli olduğumu duyan yaralılar;görmeye,tanışmaya,dost olmaya geliyordu yanımıza.
Özbek kökenli bir Afgan yaralı mücahid, cephede savaşan Türkiyeli gençlerin kahramanlıklarından bahsediyor ve ‘’onlar zamanımızın sahabeleri gibidir’’ diyordu.
İşte, Gazi Bahaddin Yıldız da böyle bir yiğitti. Gözünü budaktan sakınmıyan, korku tanımaz, kavgadan kaçmıyan bir Allah eri, İslam savaşcısı idi.
Dervişti, mümindi, mücahiddi, adam gibi bir müslümandı. Müminlere karşı müşfik ama, kafirlere karşı aslan kesilirdi. Ona yatağında ölmek yakışmazdı. Ve öyle de oldu.
Afganistan’da kaldığı sürece orada gördüklerini bir gazeteci gibi Abdulhamit Muhaciri ve Ferhat Dağcı takma adıyla Türkiyede çeşitli yayın organlarında insanımızla paylaştı.
Yıllar sonra, Ferhat gibi karlı dağları, tepeleri, susuz çölleri, çileli yolları, sınırları aşarak Afganistan’dan ülkesine geri döndü.
Yargılandı. Müslüman olmaktan başka hiçbir suçu yoktu. Birçok insana isnad edilen, 12 eylül darbecilerinin iftiralarına muhatap oldu ise de delil olmadığından dolayı davalardan beraat etti.
Birçok gazete,dergi ve yayın organında Afganistan üzerine yazılar yazdı, yorumlar yaptı. Son olarak da, Almanya’da www. yorum-online.de ve Dünya Bülteni adlı yayın organında düzenli yazıları yayınlanıyordu.

Gazi Bahaddin Yıldız bizim kuşağın sevilen romancısıdır aynı zamanda.
Birinci Kitabı;Savaşan Afganistan,1985 yılında Ferhat Dağcı takma adıyla Rahmet yayıncılık tarafından yayınladı.
İkinci Kitabı; Cihat Günlüğü,1988 yılında Abdulhamit Muhaciri takma adıyla,
Üçünçü kitabı;Kar Çiçeği,1995 yılında Bahaddin Yıldız,
Dördüncü Kitabı;Güllerin Vedası, 1996 yılında Bahaddin Yıldız,
Beşinci Kitabı;Kardaki Ayak izleri; 2003 yılında Bahaddin Yıldız olarak Özgün yayıncılık tarafından yayınlandı

Hanımının yurt dışı görevi dolayısıyla Bahaddin, birkaç yıldır geçici olarak Almanya’da yaşıyordu. Orada da görüştüm, kendisini ziyarete gittim.
Son görüşmemiz 14.05.2010 günü istanbuldaki evimde telefonla oldu. Bahaddin’den bir telefon geldi.
Hal hatırdan sonra;’’Arif ben Afganistana gidiyorum İHH dan bir arkadaşla beraber.Senin Serdar diye bir arkadaşın vardı Kabil’de onun telefon numarasını verebilir misin’’ dedi.
Beş dakika sonra onu ben aradım bu sefer. Meymene milletvekili olan arkadaşım Serdar’ın telefon numaralarını bulup verdim.
‘’Hakkını helal et Arif’’dedi. Helalleştik. 30 yıllık arkadaşımdır Bahaddin Yıldız… Hiç de helalleştiğimizi hatırlamam O’nunla… Ama; bu sefer O, ‘hakkını helal et’ dedi bana. Sanki, geri dönülmez bir yola gidiyor gibi. Güllerin vedası gibiydi gidişi….

Tekrar ediyorum. Bin defa helal olsun, Sivasın evladı, Erzurumun göz ağrısı, İzmirin yiğidi, Hindikuşların şahini kardeşim benim.
Ben yeni geldim, bir hafta oldu Tanrı Dağları’ndan, Kırgızistan’dan daha… Kader ise seni tekrar Hindikuşların zirvesine çekti yeniden. Kar çiçekleri açsın, diye, Hindikuşların zirvelerinde..
Rabbim seni bir vesile ile çok sevdiğin, uğruna yaralandığın, yıllarca savaştığın Afganistan’a davet etti.
Orada kardaki ayak izlerini gördü ve yanına çağırdı seni.
Bilal ile, Tekiner ile, Pencir aslanı Mesutla birlikte binlerce şehidin ve kardelenlerin yanına…
Şehadetin kutlu olsun.
Sevgili Kardeşim
Can Dostum Benim….  Dünya Bülteni



Sana Bu Ölüm Çok Yakıştı Bahattin Ağabey


Sene 2004, aylardan Mayıs. Deniz Feneri Derneği'nin Ege Bölge çalışmalarını yürütmek üzere İzmir yollarına düşünce, bana yabancı olan ‘İzmir'de kim var?’ diye sorduğumda etrafıma, Radyo 7 gn. md. Ferman Karaçam ağabey, "Hamitçiğim, İzmir'de Bahattin Yıldız var, O'nu mutlaka bul" demişti. Aylarca iletişim kuramadım Bahattin ağabeyle. Kim bilir hangi ülkenin hangi dağlarında yetim başı okşuyordu.

Tanışmamız, O'nun da hayatını adadığı mazlumlar, yoksullar ve afetzedeler için gittiği Pakistan dağlarında oldu. O, İHH adına oradaydı, ben Deniz Feneri adına. Çok güzel zamanlar paylaştık ortak misyonumuzu icra esnasında.

Mütebessim, saygın ve saygılı, vakur ama cana yakın bir duruşu vardı. Yardım işlerine yorulma molası, dostluğa darılma arası yazmazdı kitabında.

Son görüşmemizde ise, Deniz Feneri Ege Temsilciliği'nin sivil toplum yemeğine davetim üzerine katılmış, Deniz Feneri'ne yapılan saldırıları kastederek; "önce en büyüğümüzü vurdular" diyerek başladığı birlik konuşmasında hepimizi duygulandırmıştı.

ir dostun, dünyayı ardında bıraktığı ebedi gidişinin ardından neler yazılır? Yaşanmış hatıralardan örülmüş satırlar...Ölümün yakıştırılmadığı sıfatlarla övgüler...Daha yapacak çok işin vardı nakaratları...vs...vs...

Ama O'na, Bahattin Ağabey'e bu ölüm (şehitlik) öyle yakıştı ki... Dilerseniz, O'nun kendi kaleminden, gazeteci yazar Hamit Can'ın vefatı üzerine yazdığı yazıdan bazı satırları beraber okuyalım, eminim siz de benim gibi düşüneceksiniz.

İşte o satırlar.
"Gelin, Diriliş mimarının satırlarıyla başlayalım yazıya:
’’Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır…
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır…’’

Ölüm düşüncesinden hiç ayrı düşmedik biz. Uzak bilmesek de yakınlığından titremedik, bir fazla koşmaktan gayri iş bellemedik. Ölümsüzlüğü seçenlere bir kavuşmaydı mekan değiştirmeydi; ölüm.
Konu başlıklarını üst üste yığmıştım. İçinden birini önceleyip başlayacaktım, aslında kendime yazacaktım. İnanacaktım yazdıklarıma ya da paramparça olacaktım böyle olmamalıydı diye.
Analarımızın höllüğe beleyerek büyüttüğü gibi 80 öncesi gençleri olarak ölüme hazır olmak, yol azığımız olmuştu bizim. Biz, hiç yaşlılık hesabı yapmamıştık. Yılları üst üste devirmeyi konuşmak edep dışıydı. Biz yaşlanmayacaktık, ulu çınarlar gibi bedenimizi hastalıklar sarmayacak, yorgunluk dizlerimize çökmeyecekti.



Hamit’im Can’ım kardeşim. Babalarımızın yüreğini başka yetimlikler yakmıştı. Bizi başka acılar boğdu. Yaşamın en güzel tarafı Suriçi’nde; Üsküdar’da daha bilmem nerede, dostlarla selamlaşmadaydı. Ölüm düşüncesinden hiç ayrı düşmedik; Üstadın dediği gibi ‘’Uzatma dünya sürgünümü benim.’’ Sürgünün bittiği, aldatıcılardan, kavgasını verdiğimiz davanın başına oturunca mücadeleci sesimizin yerine saltanat kuranlardan kurtuluş günü o gün.
Cezayir’de, Senegal’de, Türkiye’de, İran’da, Afganistan’da vs; artık ayetler mızrak ucunda değil, aldatıcılar ayetlerden elbiseler dikip dolaşmakta ve aldatmaktalar. Duvarların içindeki evlere de çekilmedik. Hamidim kardeşim, kalp krizi nasıl vurmasın bizi, bu kalbi sökülmüş çağda. Buyruk en ağır yükün altına salmışken bizi. Sen dualarla, dostların omzunda, geldiğin yere döndün. Dönüşün mübarek olsun. Ben şimdi bu yanda, bildiğin yola devam edeceğim.
Çınar yeni yapraklar verse de düşen dostların yeri hep boş kalacak ve kalıyor. Rabbim seni rahmetine gark etsin. "

Senin de dönüşün mübarek olsun. Sana bu ölüm (şehadet) çok yakıştı Bahattin ağabey. Mekanın Cennettir senin. Evet, çınar yine yeni yapraklar verecek. Ama Bahattin Ağabey'in yeri hep boş kalacak koca hayat çınarında. Şehitliğine inanıyorum. Mizan kurulup da, senin şefaat saltanatın başlayınca, bu garibi de gözet olur mu?

Bahattin Yıldız Kimdir?

Afganistan'da şehit olduğu haberi gelen yazar Bahattin Yıldız, tüm kitaplarında Afganistan'ı ve şehadeti yazmıştı. Afganistan'dan ayrılırken gözyaşlarıyla "Hoda hafız biraderanı mücahidan! (Allah'a emanet olun mücahit kardeşlerim)" demişti.

Geçen gün Afganistan'da kaybolduktan bir süre sonra Salang geçidinde düştüğü anlaşılan uçakta roman, hikaye ve günlük türlerinde, önemli eserler vermiş yazar Bahattin Yıldız da bulunuyordu. Cihat Günlüğü, Savaşan Afganistan, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası kitaplarında Afganistan'daki savaşı farklı yönleriyle yazan Yıldız, yaşadığı ve yazdığı gibi o topraklarda şehit oldu.1956 Sivas doğumlu olan yazar, yazılarını Mavera, Güldeste, Gurbet dergilerinde ve Milli Gazete'de yayınlandı. Bahattin Yıldız'ın ilk kitabı 'Savaşan Afganistan' Ferhat Dağcı müstear ismiyle 1984'te Rahmet Yayıncılık'tan çıktı. 12 Eylül sonrasında Afganistan'a giden Yıldız, dönüşte böyle bir araştırma-inceleme çalışması ortaya koyar. Ruslarla savaşan farklı grupların yapılanmasını, alt yapılarını, askeri güçlerini ve hatta halkla ilişkilerini detaylı olarak ele alır. Ebat olarak küçük fakat hacim olarak epey büyük olan bu kitabın şimdilerde baskısı yok.

Bahattin Yıldız'ın ikinci kitabı, Cihat Günlüğü'dür. Yıldız bu kitabını da Abdülhamid Muhaciri müstear ismiyle yayınlar. Kitabın büyük kısmı Cahit Zarifoğlu ile yazışmalardan oluşur. Hatta Yıldız'ı bu kitabı yazmaya teşvik eden odur. Yıldız kitabın girişinde bunu şu sözlerle ifade eder: "Türkiye'deki edebiyat kuşağının bir dönem öğretmeni olan rahmetli Cahit Zarifoğlu ağabeyimin: 'Yaz, Abdülhamid oraları yaz. Sana önemsiz gelebilir fakat her şeyi yaz' diyerek cepheye ulaştırdığı mektupları ve teşvikleri için onu burada yad ediyor Rabbim'den rahmet diliyorum." Yazar, Özgün Yayınları'nın tek cilt halinde yayınladığı kitabın arka kapağında, 1982 yılındaki Afganistan dönüşü duygularını şöyle anlatır:

"Ayrılık saati gelmişti. Tek tek sarıldım, Paçator'a, Şirbeççe'ye. Yunus ağlamaya başladı. Yeşil gözlerinden inciler dökülüyordu. Bir anda ayrılmaktan vazgeçip kalmak isteğiyle zorlandım. Boğazıma acı bir düğüm oturdu. Yunus'un o yeşil gözlerini ve inci tanesi yaşlarını bir sevgiyle, bir acıyla, bir hasretle gönlüme unutulmaz anılarla gömüp onlara sırtını döndüm. Her adım, onlardan bir ayrılık adımıydı. Hoda hafız Afganistan! Hoda hafız biraderanı mücahidan! (Allah'a emanet olun mücahit kardeşlerim)."

Yazarın son kitabı 'Karda Ayak İzleri' ise Afanistan cihadından dönüşüne odaklıdır. Yıldız, 12 Eylül döneminin sıkıntılı günlerinde, pasaportu olduğu halde ülkeye giremediğini ve denediği farklı yolları bu kitapta anlatır. Hakkari'nin karlı dağlarında geçen çetin bir yol hikayesi bir yol mücadelesi, Karda Ayak İzleri.

MİLLİ KAYAKÇIYDI
Merhum yazar, Afganis'tan merkezli kitapları dışında iyi bir öykü ve roman yazarıydı. Güllerin Vedası'nda, Bilal Yaldızcı, Fuat Çağlar, Selami Yurdan, Metin Yüksel gibi şehitlerin kısa şehadet öykülerini yazdı. Kar Çiçeği ise Erzurum merkezli bir belgesel romandı. 1980 öncesi Erzurum'u, öğrenci hareketlerini ve Kayak Milli Takımı'ndaki spor faaliyetlerini anlattığı bu roman onun sporcu kimliğine çokça vurgu yapıyor. Aynı zamanda maraton koşucusu olan Yıldız, Erzurum'dan Kayseri'ye 'Hicri 1400' vesilesiyle koşan üç kişiden biri. Roman da zaten bu koşu ile başlıyor.


Hamit Kunt
18 Mayıs 2010



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder