Bir ezberi bozmak
Biliyorum, birileri “Şimdi yazma bu yazıyı, adamlar zaten ötekini bile vermiyorlar, kaldı ki bu alanda verilenden yana olanlar bile daha ilerisine itiraz ederler” diyecek.
Ama yazmak lazım.
En azından bu “özgürlük işi”nin, birilerinin vermesine bağlı olmadığını, temel bir insanlık hakkı olduğunu ifade etmek için yazmak lazım.
“Özgürlük işi” deyince Türkiye’de akla ilk gelecek şeyin “Başörtüsü” olması bile ne kadar anlamlı.
Evet, “Başörtüsüne özgürlük” konusunda bir ezberi bozmak lazım, buna bütün kalbimle inanıyorum.
Ezber şu:
-Üniversite çağına gelmiş olan bir genç kız artık kendi tercihlerini yapacak durumdadır. Onun için ona giyim kuşam konusunda bir yasak uygulamak olmaz. Özgür iradesiyle başörtüsü takmak istiyorsa takabilmelidir. Ayrıca üniversite öğrencisi bir “hizmet alan” durumundadır, Devlet “hizmet alan”ın kılık kıyafetini tanzim edememelidir. Çünkü bu alandaki bir kısıtlama, mantıki olarak, toplumun her kesimine yasak uygulamayı getirir.
Ezber bu, ama, bunun ekleri var.
-Üniversiteye gelmemiş öğrenciler başörtüsü takamaz. Çünkü onlar üzerinde ebeveynlerin baskısı vardır.
-Kamu görevlileri başörtüsü takamaz. Çünkü bu, “hizmet veren” olarak ideolojik bir simgeyi devlet tavrı olarak benimsemek anlamına gelir. Bundan başı örtüsüz olanlar rahatsız olur.
Gelelim bu “ezber”in düşünce planındaki dayanaklarına:
-Bu ezber, İslam’ın mükellefiyet ve rüşd değerlendirmelerini göz ardı ediyor. İslam, kadın-erkek bir insanın rüşd yaşı olarak 18’e gelmesini beklemiyor. Mükellefiyet olarak da 18 yaşını şart koşmuyor. Bugünün gelişme şartlarında İslam’ın bu yaklaşımı çok daha geçerli. Çünkü iletişim ve eğitim imkanları, gençleri çok erken yaşta bilinçle donatıyor. Özgürlüğü konusunda hassas hale getiriyor.
-Bu ezber, başörtüsünün mutlaka bir baskı ile hayata girdiği inancını taşıyor. Bu, üniversiteye gelinceye kadarki dönem için anne-baba baskısı olarak görülüyor. Anne-baba ilişkisinin çocuğun ve gencin tercihlerinde etkili olmadığını söylemek mümkün değil. Ama bunun illa da “baskı” diye nitelenmesi tamamen bir ezber. Bu ezber, bizim ülkemizde devrimci eğitim felsefesine “çocuğu ana-babasından bile kurtarmak” biçiminde intikal ediyor. “Çocuğu ana-babasına bırakırsanız ya davulcuya verirler ya zurnacıya” yaklaşımı, devrimci muhitlerin hâkim yaklaşımıdır. “Onun için olabildiğince erken zamanda çocuğu ana-baba etkisinden çıkarıp, devlet kontrolüne almak lazımdır.” Türkiye’de ana-babanın çocuğunu “dindar” yetiştirme eğilimi ile, devletin eğitime “laikleştirme” misyonu verme iradesi hep çatıştı. Ana-babanın kız çocuklarına erken yaşlarda belirli duyarlılıklar kazandırma hassasiyeti de, devlet tarafından önemsenmedi. İslam açısından mükellefiyet yaşına gelmiş bir genç kızın başını örtme bilinci kazanmasına da devlet -ya da devlete böyle bir misyon yükleyenler- ters bakıyor.
-Bu ezber, 18 yaşına gelinceye kadar çocukların ve gençlerin üzerinde her türlü devlet tasarrufunu meşru kabul ediyor. Bu tasarruf, hem çocuğun iradesinin hem ana-baba tasarrufunun önüne geçiyor.
-Ezberin ikinci kademesinde kamu görevlileri değerlendirmesi geliyor. Bugüne kadar bu ezber, çok etkili oldu. “Hizmet veren-ideolojik simge” yaklaşımları, ezberin sahiplerine çok kuvvetli olduğu izlenimi verdi. Özgürlük talebinde bulunanlar bile, “Hiç olmazsa üniversite öğrencileri bu hakkı alsınlar” diyerek bu ezberi pek sorgulamadılar. Ama bu ezberin bence bir iğnelik gücü var. İğneyi batırıp, içinin boşaltılması gerekiyor.
Bu ezberin en temel yanlışı, “Başı açık olma”yı evrensel, tartışılmaz, lâ yüs’el, adeta “tarihin sonu” bir insani giyim tarzı olarak görüyor olmasıdır.
Gene bu ezbere göre, başı örtülü olmak da, içinde kötülük barındıran, kontrol altında tutulmazsa büyük kötülükler yapabilme potansiyeli taşıyan bir tercih niteliğindedir.
Bunun neresine inanmak, neresini kutsamak gerekiyor. Asıl bu ezberi bozmak bir insani eylem sayılmalıdır.
Bir kere “örtünme” insanlıkla beraber olan bir şeydir. İnsan olan en az bir yerlerini örter. İnsan olan açılmaya sınır getirir.
Hadi örtünmenin boyutlarını tartışmaya değer bulalım. O alan, kültürlerin, inançların ilgilendiği bir alan olsun. Ama, açıklığı kutsamak diye bir şey, insanlık lügatinde olmamalı.
Bu durumda, başı açık olmak neden tabiî-insanî-fıtrî bir şey olsun da, başı örtmek insani bir sapma olsun?
Bu ezberin ikinci yanlışı, başı örtülü olanın ideolojik davranacağı iddiasıdır.
Şimdi şöyle bir mizansen düşünelim:
Hayatı, başörtülülerle mücadele ile geçen bir bayan, yargıçlık yapıyor olsun. Onun huzuruna da başörtüsü sebebiyle problem yaşamış bir bayan davalı-davacı olarak gelsin. Sizce, başı açık yargıç, bu başörtülü bayanı yargılarken taraflı davranma kuşkusu verir mi vermez mi? Üniversitelerde, başörtüsüne karşı en amansız savaşı veren öğretim üyeleri genelde başı açık bayan öğretim üyeleri oldu. “İdeolojik tutum”sa bundan daha fahişi olabilir mi?
Kaldı ki, ideolojik tavır için, sadece simgeleri olan bir insan olmak da gerekmiyor. Bir erkek de, inanç-düşünce farklılığı bulunan kimselere karşı ideolojik davranabiliyor. Bugün üniversitelerde diyelim tezli-tezsiz yüksek lisans için, asistanlık için yapılan mülakatlar ideolojik tercihlerden soyutlanabiliyor mu? Birçok bilim adamı adayı, diyelim masonik ilişkileri bulunmadığı için akademik yürüyüşünün herhangi bir safhasında tasfiyeye uğramıyor mu? “Mahalle baskısı” deyimini Türk siyasetine ve toplum hayatına katan Prof. Dr. Şerif Mardin, TÜBA adaylığından iki kere, “başı örtülü hizmet verenler”in ideolojik tutumu sebebiyle mi dışlandı? Bir CHP milletvekili Necla Arat’ın, bir Nur Serter’in üniversitede “başı açık hizmet veren” olarak nasıl bir misyon ifa edeceğini düşünmek yeterli değil mi? Bu kişiler, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ya da Yargıtay üyesi olsalar ne yaparlardı? Nasıl bir başörtüsü gerekçesi hazırlarlardı?
Ben, “başı açık fanatizm”in çok daha kıyıcı olduğunu, olabildiğini söylersem yanlış yapmış olur muyum?
“Başı örtülü bir öğretmen”, neden “başı açık öğretmen”den daha taraflı olsun? Kim belirleyecek buradaki baskı olgusunu? “Benim çocuğumun dersine başörtülü öğretmen girmesin” diyen veliler olabilir. Ama buna karşılık “Benim çocuğuma başı açık öğretmen girmesin” diyenler de olabilir. İki veli arasındaki hangi fark birini ötekinden daha etkili hale getirebilir ki? Burada yapılacak olan, öğretmenin öğretmenlik fonksiyonlarını yerine getirip getiremediğini, ya da kılık kıyafetini bir ideolojik tavır olarak öne çıkarıp çıkarmadığını denetlemektir.
Bu meselede “ezber bozucu” çok önemli bir konu da başı örtülü bir bayanın milletvekili olup olamaması meselesidir.
Bakınız, şu anda bu hiç de konuşulmuyor. Sanki bu konu Merve Kavakçı’nın utanç verici biçimde Meclis’ten ihracı ile çözümlenmiş ve bir daha hiçbir başörtülünün Meclis’e giremeyeceği mütearife haline gelmiş gibi görülüyor. Daha önce de yazdım, Ak Parti bünyesinde -daha az olmakla birlikte diğer partilerde de var- faaliyet gösteren binlerce başörtülü bayan var, ama hepsi başı açık bayanları Meclis’e göndermek gibi bir pozisyon içinde! Niye? Çünkü Meclis’e giremeyecekleri farz ediliyor. Hizmet mi alıyorlar, hizmet mi veriyorlar? Nedir bir başörtülü milletvekili? Millet seçip gönderse bile Meclis’e sokulmamak ne? Bunun parti kapatma sebebi haline gelmesi ne?
Düşünün bir, 2002 seçimlerinde yüzde 34, 22 Temmuzdaki seçimlerde yüzde 47 oy almış bir parti bile bu alana “cıss” psikolojisi ile yaklaşıyor. Belediye meclislerinde bile başörtülü olmak, bir cendereye girmeyi göze almak anlamına geliyor. Ne bu?
Ezberimiz çok kuvvetli değil mi? Milletvekillerine uygulanan yasağı bile sorgulayamıyoruz.
Sorgulayamıyoruz, Başbakan’ın eşine kamusal alanda uygulanan ambargoyu bile, Cumhurbaşkanı’nın eşine uygulanan kuşatmayı bile...
Lise çağındaki gençlere baskı yapılırmış.
Peki Cumhurbaşkanı’nın ya da Başbakan’ın eşine ne olur ki, onlar için de bir tür yasak söz konusu?
Açık söylüyorum:
Ben, yaşı ne olursa olsun, dileyen herkesin başörtüsü takabilmesini savunacağım. Onun için “Bu iş liseye de iner” sözü, bana göre sadece, gayrı meşru bir baskı politikasını savunanların millet üzerinde tahakküm kurma hevesini yansıtıyor.
Ben, kamu alanında da herkesin, dilerse başını örtebilme hakkını savunacağım.
Türk toplumunun büyük çoğunluğu da (En son A & G’nin araştırmasına göre yüzde 74. Benzeri sonuç bugüne kadar defalarca ortaya çıktı) böyle düşünüyor.
Hiç kimse, “Millet bilmez, biz biliriz” havalarına yatmasın.
Başörtüsü, gerçek anlamda Türkiye’nin demokratikleşmesinin kriteri haline gelmiştir.
Başörtüsü yasağı, şayet onunla ilgili sembol tanımlamasını önemseyeceksek, bir azınlığın toplum üzerindeki tahakkümünün simgesi olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder