Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

24 Şubat 2011 Perşembe

Ağladıkça elif çakır star gazetesi

Ağladıkça --- Elif Çakır



Siz hiç şimdiye kadar ekranlarda ağlayan bir komutan eşi görmüş müydünüz?
Geçen gece televizyon karşısında haberleri izlerken, Anıtkabir’e yürüyüp Atatürk’ün mozolesini ziyaret eden komutan eşlerini gördüm.
Kimi taşların üzerine kapanmış mozoleyi okşuyordu.
Ayaktakilerden bir kısmının gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu.
Kamera birkaç saniye ağlayan komutan eşlerini gösterirken, bir anda kulağımda yankılandığını hissettiğim Ahmet Kaya’nın “Ağladıkça” şarkısıyla birlikte ben de duygulandım. (Çok dinlenirdi, dinlendirirdi herkesi bu şarkı.)
Birkaç saniye (ama o birkaç saniyede zihnime o kadar çok şey hücum etti ki, birkaç saat gibi yaşadım) ekrana baktım öylece.
Sonra biraz toparlandım, “galiba bu iyiye işaret” dedim kendi kendime.
İşte yanlış anlaşılmaktan korkma noktam da burası.
“Oh ne iyi oldu, varın biraz da siz ağlayın” gibisinden bir duygu değildi bu.
Çünkü Ahmet Kaya bu şarkıyı bunun için yapmamıştı.
“Ağladıkça, bozkırlar yeşerecek, göreceksin” diye hep bir ağızdan söylerken insanlar, kendi hallerini dile getirmekten başka bir şey yapmıyorlardı.
Yüzbinler ağladı bu ülkede yıllarca. Milyonlar hatta.
Ağlayanların sesi hiç bu komutan eşlerinin kulaklarına ulaştı mı acaba, en çok bunu merak ettim ekrandaki görüntüyü izlerken.
28 Şubat sürecinden bu yana, gözyaşı döken çok subay eşiyle karşılaştım; hikayelerini dinledim, acılarına, üzüntülerine şahit oldum.

Gerçekten vatanını, milletini seven, merhamet sahibi subaylardı tanıdıklarım.
Üzüntüleri de, gözyaşları da sahiciydi, hem kendilerinin hem de eşlerinin.
Gözyaşı döken kadınlar iki kere ağlıyorlardı. Birincisi, görev süresi boyunca başarılı olan eşleri terfi etmesi gerekirken kendilerinden dolayı mağdur edildikleri için, ikincisi ise askeri lojmanlarda diğer subay eşlerinden vebalı muamelesi görüp kimsenin selam sabah vermemesine ve yalnızlaştırılmalarına...
Daha niceleri ağladı bu ülkede...
Evlerinden alınan evlatlarının acısıyla yüreği yanan anaların, kör dövüşüne döndürülen bir savaşta oğullarını kaybeden şehit analarının, okullarından atılan, hayatları ellerinden alınan başörtülü kızların, faili meçhullerin yakınlarının, Hırant’ın ailesinin ağlamaları hiç bitmedi.
Ağlayanların yürekleri aydınlandı geçen yıllar içinde. Bir insanı zulüm ile ağlatmanın ne kadar acı olduğunu yüreklerinde yaşadılar. Bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu anladılar. Zulmün er geç bir gün biteceğine inanarak ağladılar sadece. Ağladılar...
Artık öfke ya da intikam hisleri gitmiş, merhamet yerleşmişti yüreklerine.
İnsanları ağlatmamak için yürüttüler mücadelelerini.
Ama bu süreçte, ağlayan halkın seslerinin ulaşmadığı bir kristal fanusta yaşayanlar da vardı, biliyorduk.
Çünkü işitseler belki bu kadar merhametsiz olmazlardı.
İşte gün döndü, devran değişti.
Şimdi ekranlarda “komutan” eşleri, yakınları olarak siz ağlıyorsunuz.
Ağlıyor olsanız da, çok öfkeliydi yüzleriniz.
“Vardiya bizde” derken intikam kokuyordu sesleriniz.
Evet, ilk başta böyledir, çok öfkelenirsiniz.
Ne yapacağınızı bilemezsiniz...
Tekrar söylüyorum “oh olsun” demek için değil bu.
Bir şeyler iyiye gidecek ümidi.
Çünkü ağladıkça açılıyor insan.
Ağladıkça etrafındaki diğer ağlayanları da daha iyi fark ediyor.
Ağladıkça kalbi inceliyor, merhameti artıyor.
“Niye” diye soruyor ve doğru cevabı buluyor yüreğinde.
Hiç kimseyi ağlatmamak için daha bir çekidüzen veriyor kendine...
“Vardiya bizde” derken, umuyorum ki, ağlayanların vardiyasına katılırsınız.
Yoksa, ne bir şehit anasının elini tutarken, ne bir faili meçhul yakınının gözyaşını silerken görmediğimiz sizler, darbe yapmak isteyen kocalarına ağlayan kadınlar olarak hatırlarda kalacaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder