Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

5 Ekim 2011 Çarşamba

Endülüs sen neden önemlisi küre yayınları endülüs tarihi, endülüs ve tarih, Montgomery Watt


Endülüs sen neden önemlisin?!
Batı’nın önde gelen oryantalistlerinden Montgomery Watt ve kitabın üç bölümüne katkı sağlayan Pierre Cachia Endülüs Serüveninin izini Endülüs Tarihi isimli kitapla sürmüşler.


Montgomery Watt sormuş

Küre Yayınlarından çıkan Endülüs Tarihi isimli kitap, tarihsel kronolojiyi barındırıyor olmasına karşın daha ziyade kronolojinin dışına çıkıp Endülüs bağlamında felsefe, edebiyat, dil, tasavvuf gibi alanlara dair açtığı özel başlıklar açısından dikkat çekici bulunabilir. Kaynakların çok kısıtlı olmasının yanında, insanda özellikle karartılmış bir tarih intibaı uyandıran Endülüs insanının hikayesi kendisine dair cevapların hemen peşinen bulunamayacağı bir yaşam biçimini işaret ediyor. Yazar çok soru sormuş ama verdiği cevaplar çok tatmin edici midir tartışılır. Özellikle Endülüs’e hakkını vermek istediği düşünebilir Watt’ın ama bu hakkını verme noktasında neyi neyle temellendireceği hususunda zorlandığı görülüyor. İbn Rüşt ile İbn Tufeyl’in arkadaş oldukları gibi, birçok isme dair ilginç anlatılar var kitapta. Endülüs’ün ihtişamını neye borçlu olduğu, kendi değerlerini tüm topluma aşılayabilmiş bir Endülüs’ten söz etmenin ne derece mümkün olduğu, Avrupa’ya tam olarak ne kazandırmış olduğu, kitabının muhtevasının cevap aramaya çalıştığı... sorulardan birkaçı.
Arap edebiyatında ilk hikaye örnekleriEndülüs Tarihi
İki Endülüs eseri vardır yazarın özellikle dikkat çektiği. Arapçada türünün ilk örneği olan birinci eser Ebu Amir bin Şüheyd(992-1035) tarafından yazılan Risalatü’t- Tevabi ve’z- Zevabi’dir. İkinci örnek felsefe katagorisinde de kendisine değinilecek olan İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan isimli meşhur hikayesidir. Eserin temel konusunu yazar: “Beşeri melekeleri eğitmek yoluyla en yüce hakikate ulaşmak” olarak tanımlıyor; ayrıca edebiyat tarihi zaviyesinden bakılınca İbn Tufeyl’in, eserin tam adını ve genel konusunu “Doğulu filozof” İbn Sina’nın erken dönemde yazmış olduğu, bir eserden aldığını iddia ediyor. İbn Sina’nın eseri felsefi bir makaledir ve onun kahramanının ismi olan Hayy bin Yakzan daha çok semboldür. İbn Tufeyl ise bu sembolü, bir ceylanın yetiştirdiği çocuktan bahseden halk hikayesiyle birleştirip, geleneksel inançlarla yüklenmemiş ve sosyal bağlarla engellenmemiş bir ada münzevisinin zihinsel gelişimini tasvir etmek suretiyle, İbn Sina’nın spekülasyonlarını ete kemiğe bürüyor. Watt, Tufeyl’in eserine; felsefeyle halk hikayeciliğini alışılmadık bir birliktelikle sunması açısından, hem Rousseau’nun Emile adlı eserine müjdeci, hem de Arap edebiyatına çağımıza kadarki en inandırıcı ve cazip hikayeyi kazandırması gibi bir ayrıcalık atfediyor.


Endülüs’ün ilk feylesofu
Endülüs’te her ne kadar ilk dönemden itibaren felsefi düşüncelere eğilim olduğu düşünülse de Watt, İbn Bacce(1138) dönemine kadar hiçbir alimin filozof olarak tanımlanamayacağını iddia eder. Asıl eseri olarak kitapta zikredilen, Bacce’nin Tedbirü’l- Mütevahhid isimli eseridir. Bu eserin içeriğini Watt bize şöyle aktarıyor: “Dönemin yönetici sınıfının maddiyata ve dünyeviliğe düşkünlüğüne karşı ahlaki bir tepkiyi ifade etmektedir. Ona göre toplum öylesine yozlaşmıştır ki, toplumun gerçek halini anlayan insan en azından kendisini düşünce bazında ondan uzak tutmalıdır.” Ayrıca yazar, Bacce’nin bu eserinin arka planında gerçek bir “ahlaki tutku” nun varlığından söz ediyor ama devamında söylediği şey çok ilginç. Bu münzeviliğe çağırış olarak görebileceğimiz tavır, dönemin tutucu Maliki fakihlerinden kaynaklanmaktadır. İddiaya göre bu fakihlerin, düşünce hayatını kontrolleri altında tutmaları Bacce’ye sadece “uzlet ve inziva” kapısını açık bırakmıştır. Sırayı İbn Tufeyl alır bu defa felsefeciler katagorisinde. Watt burada daha önce değindiği Hayy bin Yakzan kitabını felsefi açıdan açar. İlginç tespitlerin olduğu bu açılımda, Watt;  İbn Tufeyl’in eserinde açıklık getirmediği bir noktayı tespit eder: “Filozofların tefekkür veya mutasavvıfların vecdinin sıradan insanlardan müteşekkil bir dünyevi devletin saadetine nasıl katkıda bulanabileceği hususu” Watt, Yakzan’ın kitabının felsefesi üzerine yaptığı açılımlarda Eflatun’un Cumhuriyet isimli eserine de atıf yapar.
“tek dünya”
Watt, kitabının sonunu üç  önemli soruya ayırıyor. Soruların üçüncü ve en zor olanı Müslüman İspanya’nın kendisiyle ilgili olan sorudur. Soru şu: Müslüman İspanyanın kendine özgü bir haşmeti var mıdır yoksa onun ünü, Ortaçağ Hıristiyanlarını bir dereceye kadar etkilemiş dış parlaklığının yüzyıllar boyunca oluşan bir yansıması mıdır? Soru bağlamında birkaç hususa değinen yazar, içinde yaşadığımız “tek dünya” klasikleri arasında Endülüslü hangi yazar ve düşünürün hak ettiği yerde olduğunu sormak suretiyle bir deneme yapmaya davet ediyor meraklısını. Tabi kendisi de birkaç isim vermeden geçmiyor meseleyi. Watt’ın hemen aklına gelen birkaç isim şunlar: Hıristiyan felsefesini kısmen de olsa etkilemesiyle İbn Rüşt. “Zayıf da olsa” İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan, “ölümsüzler” arasında olabilir. İbn Haldun’un da bir yeri vardır. İbn Hazm ise sınırdadır! Watt  niye sınıra koymuş Hazm’ı? Çünkü: “onun eserleri dogmatik fikir muhitiyle çok yakından bağlantılıdır ve evrensel düzeye ulaşamamaktadır.” Şairler arasında da “evrensel bir ölçek” gözeten Watt, zorlansa da bir isim bulmakta, Muhyiddin İbn Arabi gibi birkaç sufi, dünya “azizleri” panteonuna girebilirlermiş. Kitabı okurken yazarın bu lütfeden tavırları birkaç yerde okuyucunun zihnine çarpıveriyor. Yazarın “tek dünya” diye içine alınabilirleri belirlediği kriterleri biraz açmış olması iyi olurdu ama açmamış. Kitabı okurken insanın zihnine bugünün Arap ve Müslüman dünyasının Endülüs sürecine neden bu kadar yok hükmünde bakıyor oldukları da takılmıyor değil. Biz Türkler öyle ya da böyle Osmanlıyı anarız, bu anış yakın tarihimiz olmasıyla alakalı değildir sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder