Siyah çay içmiyorum, beysel bir tercih. Yarar, zarar, fayda hesabında değilim,
sadece içmiyorum
Ama bu siyah çayın hayatımda bu kadar kalıcı iz bırakacak bir olaya ikinci kez şahit olmak beni biraz
hüzünlendiriyor.
Bugüne kadar bir çay davetini reddettiğim için pişmanlık duymam sadece 1 defa olmuştu,
ikincisini yaşamak da bu vakitlere imiş.
Bir vesile ile inönü üniversitesi ilahiyat fakültesi kütüphanesinde okuma yapıyorum. Saat 17:00 suları, normalde kütüphanenin kapanma vakti 16:45, ama hafta içi üç gün 20:00'a kadar uzatıyorlarmış,bugünde o günlerden birisi.
Finaller haftası ama kütüphanede kendim dahil 2 elin parmaklarında ki sayı kadar öğrenci mevcut değil.
İyi dalmışım ve odaklanmışım çalıştığım metne; bir ses duyuyorum:
- Haydi arkadaşlar, sizin için çay demledim, buyrun.
Kafamı kaldırmıyorum bile, biliyorum ki çay ve ben yan yana gelmeyecek bir vakıa.
Ayrıca hayatımda hiç bir kütüphanede tarafıma yiyecek,içecek vb bir şey verildiği vaki dahi olmamış.(İSAM ve çalışanları müstesna; oradaki görevli abilerin envai çeşit ikramlarıyla yediğim tatlılar,pideler ve bir öğrenci olarak bazen mevsimin ilk meyvelerini yediğim çok olmuştur. dediğim gibi İSAM müstesna)
Kütüphane görevlisi dolaşıyor, bir avuç talebenin yanında ve hepsine tek tek aynı şeyi söylüyor:
- Haydi arkadaşlar, sizin için çay demledim, buyrun.
Ve sıra benim başımda, aynı teklifi güler yüzlü bir şekilde bana da yapıyor, ki en arkada oturuyorum ve dönüp gidiyor.
Şaşkınlığım hala üzerimde, bu kadar güzel bir çağrı elbete cevapsız kalmamalı, icabet edilmeli....
Ama heyhat...
Görevli yerine geçiyor ama peşinden sadece bir öğrenci gelmiş...
Hiç üşenmiyor tekrar o bir avuç öğrenciyi dolaşıyor, aynı samimiyetle çağrısını tekrarlıyor. En sonda ki bana kadar geliyor ve elini omzuma dokunarak:
- Haydi delikanlı, çay hazır, bardaklara döktüm soğumasın.
Ben ve yanımda ki arkadaş hariç bir avuç kalmış kütüphane eşrafı görevli abinin odasına geçiyor.
Diğer arkadaş ve ben hala yerimizde oturuyoruz.
Dedim ya ben ve siyah çay bir araya gelemeyiz. O yüzden bunca ısrara bir odun gibi tepkisiz kalıyorum.
Yanımda ki arkadaşın ise niye tepkisiz kaldığını birazdan öğreneceğim...
Görevli sanırım oturduğu yerden bakıyor ki en arkada 2 kişi hala bu davete icabet etmeyip gelmemişler.
Bu görevlinin yerinde siz olsanız ne yaparsınız?
Sizi bilmem ama ben 2 defa çağırdığım halde yerinden bile kıpırdamamış bu insanları en basit tabirle çok da umursamazdım.
Hem adam, belki babalarından bile büyük ve 2 defa ayaklarına kadar gidip çağırmış...
İnanmayacaksınız ama o görevliyi tekrar başımız da buluyorum. Eli 3. defa omzumda, bir kez daha davetini yineliyor.
Davet, dediğim gibi o kadar samimi ki, hissetmeniz lazım.
Yanımda ki arkadaş cevap veriyor:
- Abi biraz önce kantinden çay içmiştik...
- Gençler bilmiyor musunuz ben burada 5'ten sonra çay demliyorum, beraber içelim diye.
Cevap çok net ve öne süreceğiniz tüm karşı koymaları peşinen kapatıyor.
Bu sefer gitmiyor, adını sonradan levhada gördüğüm görevli Ahmet Abi. Bizim yerimizden kalkıp gelmemizi bekliyor, çünkü çaylarımızı önceden hazırlamış bekliyor bizi.
Kalkılmaz mı artık! Kalkıyorum yerimden bu davete içmeyecek olsam da icabet edeceğim.
Aklıma o an aylar öncesinden hala silinmeyen bir çay daveti geliyor birden...
Aylar önce olmuş, o reddedilen çay davetinin tekrarı gibi içime oturmasın diye kalkıyorum ve peşi sıra gidiyorum, görevlinin...
Adımlarken, bir sinema şeridi gibi dönüyor gözlerimde o eski çay daveti hatırası!..
Çaylar dökülmüş ve öğrenciler kümelenmişler çaydanlığın etrafına, benim içinde bir bardak çay hazır beklemekte.
sadece çay yok, püskevit ve biraz da börek var.
Ellerim cebimi yokluyor, bir kurtuluş için, imdadıma yetişecek bir medet bekleniyor.
Cebime ne zaman attığımı ya da ne zamana niyet edilip içilmeyen acı bir kahve çıkmasın mı?
sanırım yolculuk öncesi planlanmış bir hareket olsa gerek.
kısmetin ne zaman nerede denk düşeceği hiç belli olmuyor.
Bu tatlı davete acı bir kahve gider mi demeyin?
içilen önemli değil, mühim olan davet ve davetçi
bazen zehir bile olsa içilebileceğini ikinci defa yaşayarak öğreniyorum
kabul ediyorum kötü bir huyyy
dik kafalılık mı desem tam emin değilim
ama biraz benziyor
Çay'ı reddetmenin verdiği tereddütle, biraz da sıkılarak:
- Ben çay almasam, kahvem vardı onu içebilir miyim? diyorum.
yüzünde bir ekşime ya da kırılganlık olmadan "Tabi" diyor Ahmet Abi.
Hemen yerinden kalkıp bana boş bir bardak uzatıyor, bir kez daha utanıyorum. Benim için hazırlanmış çay ise yeni kısmetini beklemek zorunda, ama kısmet bu, nasibi olanlar için...
Kahvemi açıp, bana uzatılan bardağa boca ediyorum.
Ahmet abi yeniden söze karışıyor...
- Kupamız kalmadı, hepsine çay doldurmuştum, bununla idare edersin.
İdare etmek ne demek...
Daha iyisi var mıdır elde olanı değerlendirmekten başka.
Kahvemi ince belli çay bardağıma boşaltıyorum, üzerine sıcak su ilave etmek için çaydanlığa yöneliyorum, ama bir el benden önce davranıyor, benim daha kahvemin paketini yırtarken hazırlanmış ve sıcak su demliğini bardağıma yönlendiriyor.
Tabi ki gene Ahmet Abi...
Mahcubiyetin sınırlarının nerede olduğunu bilmiyorum, içimde bir hayranlık duygusu, yapılan davranışlar
hiç yapmacık değil, içten geldiği ve samimiyetin lahza lahza, an be an yaşandığı bir kesitteyim.
Yanımda ki arkadaş başlıyor muhabbete Ahmet abi ile,
ben hala biraz mahcubiyet duygusuyla biraz geride sırtımı cama yaslayıp, sohbeti dinliyorum.
Kulaklarım ve bedenim burada,
gözlerim bir yerlere yolculuk etmiş,
mahcubiyetim ve sırlarım tekrar ruhumda feryat ediyor...
sadece çay yok, püskevit ve biraz da börek var.
Ellerim cebimi yokluyor, bir kurtuluş için, imdadıma yetişecek bir medet bekleniyor.
Cebime ne zaman attığımı ya da ne zamana niyet edilip içilmeyen acı bir kahve çıkmasın mı?
sanırım yolculuk öncesi planlanmış bir hareket olsa gerek.
kısmetin ne zaman nerede denk düşeceği hiç belli olmuyor.
Bu tatlı davete acı bir kahve gider mi demeyin?
içilen önemli değil, mühim olan davet ve davetçi
bazen zehir bile olsa içilebileceğini ikinci defa yaşayarak öğreniyorum
kabul ediyorum kötü bir huyyy
dik kafalılık mı desem tam emin değilim
ama biraz benziyor
Çay'ı reddetmenin verdiği tereddütle, biraz da sıkılarak:
- Ben çay almasam, kahvem vardı onu içebilir miyim? diyorum.
yüzünde bir ekşime ya da kırılganlık olmadan "Tabi" diyor Ahmet Abi.
Hemen yerinden kalkıp bana boş bir bardak uzatıyor, bir kez daha utanıyorum. Benim için hazırlanmış çay ise yeni kısmetini beklemek zorunda, ama kısmet bu, nasibi olanlar için...
Kahvemi açıp, bana uzatılan bardağa boca ediyorum.
Ahmet abi yeniden söze karışıyor...
- Kupamız kalmadı, hepsine çay doldurmuştum, bununla idare edersin.
İdare etmek ne demek...
Daha iyisi var mıdır elde olanı değerlendirmekten başka.
Kahvemi ince belli çay bardağıma boşaltıyorum, üzerine sıcak su ilave etmek için çaydanlığa yöneliyorum, ama bir el benden önce davranıyor, benim daha kahvemin paketini yırtarken hazırlanmış ve sıcak su demliğini bardağıma yönlendiriyor.
Tabi ki gene Ahmet Abi...
Mahcubiyetin sınırlarının nerede olduğunu bilmiyorum, içimde bir hayranlık duygusu, yapılan davranışlar
hiç yapmacık değil, içten geldiği ve samimiyetin lahza lahza, an be an yaşandığı bir kesitteyim.
Yanımda ki arkadaş başlıyor muhabbete Ahmet abi ile,
ben hala biraz mahcubiyet duygusuyla biraz geride sırtımı cama yaslayıp, sohbeti dinliyorum.
Kulaklarım ve bedenim burada,
gözlerim bir yerlere yolculuk etmiş,
mahcubiyetim ve sırlarım tekrar ruhumda feryat ediyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder