Sümbül Ebrusu

Sümbül Ebrusu

17 Aralık 2010 Cuma

Viyana, bizim dünyaya açılan kapımız oldu!

Viyana, bizim dünyaya açılan kapımız oldu!
Ümran Çelik ve Hatice K. Hatipoğlu, 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağı nedeniyle kazandıkları üniversiteye devam edemeyince Önder'in (İmam Hatip Liseleri Mezunları Mensupları Derneği) yardımlarıyla öğrenimlerini Viyana'da sürdürmek zorunda kalan yüzlerce genç kızdan ikisi.
Henüz on altı yaşındayken rejim için sakıncalı pozisyona düşürülüp ailelerinden uzakta hiç tanımadıkları bir ülkenin dilini beş ayda öğrendiler ve beş senede lisans ve yüksek lisanslarını aynı zamanda tamamladılar, yaşıtlarından daha hızlı olgunlaştılar. Sadece kendilerine değil, Avusturya'daki Türk işçilerinin çocuklarına da faydalı oldular. Onların serüvenini hep merak ederdim. Sivil anayasa tartışmalarının türbana kilitlendiği bir dönemde bu hüzünlü başarı hikâyelerini dinlemenin zamanı diye düşündüm.
Viyana maceranız ne zaman, nasıl başladı?
Ümran Çelik: Gölcük İmam Hatip Lisesi'ni birinci olarak bitirdim. Başörtüsü taktığım gerekçesiyle disiplin cezası almıştım. O nedenle okul birinciliğim verilmedi. Okul birincilerine sağlanan kontenjandan yararlanamadım. Bir de katsayı problemimiz var, biliyorsunuz. Türkiye genelinde derece yapabilecek bir puana sahipken imam hatipli olmamız sebebiyle istediğimiz yere giremiyorduk. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü kazandım. Ancak iki ay devam edebildim. Okuldan uzaklaştırma cezası alınca farklı arayışlara yönelmek zorunda kaldım. 2001'de Viyana Üniversitesi Uluslararası İşletme Bölümü'ne geçiş yaptım. Beş yılda lisans ve yüksek lisansı birlikte bitirdim. Bir üniversitede hoca olma hayalim, Viyana'daki zor günlerde de beni sürükleyen bir faktör oldu. Şu an doktoraya devam ediyorum.
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Konya Anadolu İmam Hatip Lisesi'ni birincilikle bitirdim ve Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ne girdim. Bir dönem eşarbın üzerine peruk takarak okula devam ettim. Ama onu bile kabul etmediler. Ben de 2003'te Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'ne geçtim. Küçüklükten beri hep gitmek isterdim yurtdışına. Tabii bu şekilde mecburen gitmem kötü oldu.
Başörtünüz ya da milliyetiniz yüzünden ayrımcılıkla karşılaştınız mı?
Ümran Çelik: Halkın yaşlı kesiminde sizi görünce başını çevirenler oluyor; ama üniversite çevresinde kesinlikle karşılaşmadım. İlk başta tetikte hissediyordum kendimi. Dışarıdan birisi sınıfa girince beni çıkarmaya geldi herhalde diye düşünüyordum. Hem başörtülüyüm hem de Türk'üm. 'Acaba kendimi geri çekmem gerekir mi' psikolojisine girmiştim.
Konuyla İlgili Diğer Haberler İçin Tıklayınız:

4.5 yılda bitirdi.






Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: İran'dan gelen arkadaşlar da var. Onlara 'niye geldiniz' diye sorulduğunda 'rejim baskısından' diyorlardı. Biz de aynı sebepten gelmiştik.:D
Onlar açılmak, siz kapanmak için Viyana'daydınız yani.
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Avusturyalılar, İran ile Türkiye'yi aynı kefeye koyuyor. Çünkü ikisinin uygulaması da antidemokratik. Bize de soruyorlar 'niye geldiniz' diye? Anlatıyoruz. Müslüman sayısının bu kadar çok olduğu bir ülkede neden kapalı okunamadığını anlayamıyorlar.
Kaç öğrenci vardı sizin gibi Türkiye'den gelen?
Ümran Çelik: O zaman yüz bayan arkadaş vardı. Şu anda yedi yüze yakın. Bunların yaklaşık üç yüzü kız öğrenci. Mezun olup dönenler herhalde on beş, yirmi kişidir. Çünkü çoğu benim gibi okulunu bitirince doktoraya başlıyor. Türkiye'de yarım kalmış hayaller, hedeflere ulaşabilmek adına bir durak gibi orası. Viyana, aslında bizim dünyaya açılan kapımız oldu. Bazı arkadaşlarımız Amerika'da, Avrupa'nın başka yerinde. Kökleri Türkiye'de kalmış, gövdesi dünyanın her bir yerine yayılmış koca bir ağaç gibiyiz sanki.
Evde mi, yurtta mı kalıyorsunuz? Derslerin dışında sosyalleşebildiniz mi?
Ümran Çelik: 34 dairenin olduğu bir binada kalıyoruz. Her dairede altı-sekiz öğrenci olabiliyor. Viyana, kültür kokan bir şehir. Açık hava müzesini andıran sokakları var. Operaya iki üç kere gidebildim. Belli etkinliklerine vakit buldukça katılıyorum. Avrupa insanı yalnızlığa âşık. Bizim o çok sosyal ailevi çevremizin onlarda gitgide daraldığını hissediyorsunuz. Annesiyle babasıyla görüşmesi bizim ikinci, üçüncü dereceden akrabamızla görüşmemiz gibi. Türk ailelerin çocukları için gerçekleştirdiğimiz eğitim projesi oldu. İlkokul çocuklarına üç sene Türkçe dersi verdim. Orada ne kendi kültürünü ne de Avusturya kültürünü benimseyebilmiş, anadili olmayan bir nesil yetişiyor. Türk ailelerin bu anlamdaki eksikliğini giderebilmek adına, eğitim çalışmalarımız oldu. Sanatla ilgili olan, ebru yapan, hat çalışan arkadaşlar kurslar düzenledi. Sosyal olarak oldukça hareketli bir yaşantımız var aslında.
Viyana deneyiminden ne öğrendiniz?
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Ben başta çok sitemli gitmiştim. Yurtdışında okumayı istememe rağmen buna zorlanmış olmak hoşuma gitmedi. Viyana'da iş imkânları kısıtlı bizim için. Genelde kendi vatandaşlarını tercih ediyorlar. Sonuçta iki ülkede de ikinci sınıf vatandaş gibiyiz. Tabii orada ufkumuz genişledi. Ünlü mimarlarla tanışma ve ders alma imkanım oldu. Burada hiç elde edemeyeceğim şeylere orada sahip oldum. Profesyonel olmayı öğrendim.
Ümran Çelik: Şer gördüğümüz şeylerde hayır, hayır gördüğümüz şeylerde de şer olabilir. Oraya hiç istemeyerek, gözyaşlarıyla gittim. Ülkemden bu şekilde koparılmak çok zor gelmişti. Orada 'çaresizseniz çare sizsiniz' sözünün anlamını öğrendim. Bu felsefe hayatıma yerleşti. Avrupa, çok kapalı bir topluluk. Amerika gibi değil. Mesela üniversitede asistanlık yapabilmek için Avrupa vatandaşı olmanız gerekiyor. Eğitimimizi aldık. Ama orada bir şeyler yapabilme şansını ne yazık ki yakalayamıyoruz. Buna rağmen karamsar değilim. Avrupa'nın önemli şehirlerinden birindesiniz. Farklılıkların, çatışmaya yol açmadan, bir arada muazzam güzellikleri ortaya koyabileceğini görüyorsunuz.
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Farklılıkları koruyarak bir arada yaşanabildiğini görmek gerçekten çok güzel. Çeşitlilik olduğu zaman verim artıyor. Sonuçta üniversiteyi niye okuyoruz? İnsanlara faydalı olabilelim diye. Ortak amaç olarak bu yeterli aslında. Orada bir yabancı arkadaşımla bir projeye imza atacaksak ben farklı bir dine mensubum diye sorun olmuyor. Hocalar da aynı şekilde gayretinizi gördüğünde diğer öğrencileri kadar size saygı duyuyor.
Ümran Çelik: Viyana'ya gittiğimde Müslüman kesimin ciddi bir temsil sorunu olduğunu fark etmiştim. Ama bir öğretmenimden şu teşekkürü aldım: "Sizlerle tanıştığım için gerçekten memnunum. Çünkü Müslümanların da güzel şeyler düşünebileceğini, güzel şeyler üretebileceğini gördük, teşekkür ederim" dedi.
Kendinizi artık Avrupalı mı hissediyorsunuz?
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Bir Avrupalı kadar özgür hissediyorum kendimi. Düşüncelerimi, korkmadan ifade edebiliyorum. Türkiye'de başörtüsü taktığım için çürüğe ayrılır gibi diğer arkadaşlarımdan farklı addedilirken Viyana'da çok farklı tipte, görüşte insanla bir araya gelip çok verimli çalışmalar yapabildim. Bir kez daha anladığım şu ki; önemli olan insanın nasıl göründüğü değil, işinde ne kadar iyi olmaya çalıştığı. Orada düşündüğüm şekilde yaşamama izin veriliyor. Yaptığım işe göre değerlendiriyorlar. Kafamdaki bütün soru işaretleri, korkularım orada yaşayınca kayboldu. Birey olmanın ne demek olduğunu daha iyi anladım. Ailemden uzakta eğitim almakla sorumluluklarımın ve tek başıma yapabileceklerimin yani içimdeki gücün farkına vardım. Tabii ki Allah'ın yardımıyla.
Sivil anayasa tartışmaları türbana kilitlendi. 'Serbest bırakılırsa mahalle baskısı olur, herkes türban takmaya mecbur kalır' deniyor. Ne diyorsunuz?
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Başörtüsü serbest olursa başörtüsüz insan kalmaz demek üniversitede okumaya hak kazanmış insanları karalamak demektir. Hiç kimse düşünmediği bir şeyi kendince ölçüp tartmadan kuru bir propagandayla yapacak kadar iradesiz değildir. Beni kapalı gören bir arkadaşım etkilenecek olsa sadece üniversite dışında kapalı olduğumu bilerek de etkilenir. Demokratik ortamlarda böyle kaygılar olmamalı.
Ümran Çelik: Birey odaklı, özgürlükçü, demokrasiyi daha iyi anlayıp yaşamımızı sağlayacak sivil bir anayasanın herkes gibi ben de ülkemize büyük kazanımlar sağlayacağını düşünüyorum. "Mahalle baskısı olur, türban serbest bırakılırsa başı açık kız kalmaz" gibi değerlendirmeleri duyduğumda gülümsüyorum. Üniversitelerde bir döneme kadar başörtülü öğrenciler ile başörtülü olmayanlar birlikte hiçbir sorun yaşamadan, birbirlerine herhangi bir baskı uygulamadan okuyorlardı. Toplumda başı açık olanla kapalı olanın yan yana, omuz omuza olduğu herkes tarafından biliniyor.
Başı açıklara kapanmaları için tebliğ yapmayı düşünür müsünüz?
Ümran Çelik: Bilkent'teyken başı açık bir bayan öğrenci, başörtülü olduğum için dalga geçmişti benimle. O dönem çok zoruma gitmişti; ama hiçbir zaman başı açık olan herkesin beni onun gibi algıladığını düşünmedim. Başörtülü birinin de sahip olduğu bilinci arkadaşına aktarması, tebliğde bulunması örneklerine rastlanabilir. Ama bunu tüm başörtülülerin tercihi olarak yansıtamayız. Bir zamanlar üniversite kapılarında başörtülü öğrenciler için oluşturulan ikna odalarında sergilenenler ne kadar rahatsız ediciyse başı açıklar için girişilecek zorlayıcı çalışmalar da o derece çirkin görüntü arz eder.
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Başörtüsüz insanlara bakarken başörtülü bir insana hissettiğimden farklı bir şey hissetmiyorum. Onları hakları, hürriyetleri, kendine ait düşünceleri olan bireyler olarak düşünüyorum. Şimdiye kadar hiçbir zaman propaganda gibi bir niyetim olmadı. Viyana'da bile onlar soru sormadıkça din konusunu pek açmıyorum.
5 yıllık Viyana serüveninden sonra kendinizi hangi açılardan Avrupalı hissediyorsunuz? Eskiden 'asla' dediğiniz hangi konulara şimdi daha ılımlı yaklaşıyor ve "neden olmasın" diyorsunuz? Dünya algınız değişti mi?
Ümran Çelik: Öncelikle Avrupalı olma kavramının "Avrupalı gibi olma" ile karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Avrupa dediğimiz zaman karşımıza bir medeniyet çıkıyor. Genelde bu medeniyetin insan hakları, demokrasi, sivil toplum gibi kavramlarla inşa edildiği göz ardı ediliyor ve yaşam tarzı, kılık kıyafet gibi simgelerle tanımlanabiliyor. Oysa bu simgeler bu medeniyetin sadece bir parçasını teşkil ediyor, tamamını değil. Yalnızca bu simgeleri hayatımıza taşıdığımızda belki Avrupalı gibi olabiliriz; ama Avrupalı değil. Avrupalı gibi görünmüyor olsam da kavramlarını hayatla iç içe yaşayan biri olarak Avrupalı olduğumu söyleyebilirim.
Hatice Kalfaoğlu Hatipoğlu: Avrupa'da yaşarken bizim için alışılagelmiş hayat tarzından ziyade çok farklı hayatlarla, kişilerle, düşüncelerle karşılaşma imkanım oldu. Bu da dünyaya bakış açısını, algıları büyük ölçüde değiştiriyor. Önceden dünya haritasına baktığımda hep Türkiye'yi bulmaya çalışırdım, şimdi baktığımda Türkiye'yi merkez alarak diğer kıtaları, içindeki ülkeleri daha net bir şekilde görebiliyorum. Bizi biz yapan değerlerimiz vardır, bunlar hayattaki olmazsa olmazlarımızdır. Bunların kaybedilmesine ya da bozulmasına karşı 'asla' sözcüğünü kullanırım. Bunun dışında sınırlayıcı olmamalıyız kanımca.

kaynak: zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder