Konya 11. Uluslararası Mistik Müzik Festivali 7.günü değerlendirme Sain Zahoor Ahmad sufiyane Kelam Konseri
Festivalin belkide en ilginç konseri dün akşamdı.
Pakistandan gelen ve sufi zikir icra edecek Sain Zahoor Ahmed'in konseri Konyalılar için tam bir eğlence havasında geçti diyebilirim.
Bir meczup derviş havasında ve görüntüsünde olan Zahoor Ahmad'in yaptığı her şey ilgi çekiyordu.
Sahnede giydiği kılık kıyafeti, elinde tuttuğu süslü sopa desek değil, enstrüman desen değil, ne olduğuna bir türlü karar veremediğimiz ilginç bir alet ve cezbeye gelip zikir mi yaptığı yoksa dans mı etiği belli olmayan sahnede ki hareketleri ile ilginç bir senfoni oluşturdu...
Konserin ilk girişinde bize urduca 8-10 dakika verdiği vaaz ve seyircinin bön bakışlarının sıkılmasıyla gelen alkışların ve arkadaki enstrümanda ki çocukların ses vermesiyle başladı konser.
Konserde kullanılan enstrümanlar ise ilk başta konserin havasına girinceye kadar tam bir kafa ütüleme aracı şeklinde ses çıkarıyorlardı. Hani aklınıza hindistan, pakistan bangladeş vb yerleri desem aklınıza ilk gelecek yüksek perdeden bir müzik tonu olur ya(en azından benim çocukluktan beri kulağımdaki tınılar bu çağrışımı yapabiliyordu) aynen o tonda bir ses ve müzikler arkadan sanki gürültüyü daha da artırsın havasında başladılar...
Konser öncesinde sunucu ali abi sanatçının yılardır o tekke senin bu tekke bizim misali gezip sufilerin öğretilerini bestelediğini ve bunları aktaracağını söylemişti. Zaten tanıtım kitapçığında da Zahoor Ahmad'in 10 yaşından beri evinden ayrı gezgin meczup bir derviş havasında yaşadığı bahsedilmekteydi. Bizim aklımıza da hemen Türkiyeden bilinen tasavvuf ve sufi esintiler üşüşüyor, ama sahneye çıkan adamın bir bayandan daha süslü gözüken kıyafetler ve tavırlar ile tam bir şaşkınlık ve gülümseme yüzümüze peyda olmuştu.
Yanımda bulunan ve bir haftadır her konseri beraber izlediğimiz Abdullah abi ile epey tebessüm ettik.
Konserin ilk parçasının bu olduğunu düşünün ve siz düşünün geri kalanını.
Allahım o ses nedir öyle, Allah ne verdiyse bütün tonların en üst perdeden çıkan ve nağmelerin bize inanılmaz derece yabancı olduğu bir ton gibiydi.
Biz hala sufi müzik tarzı bir şeyler bekliyoruz, birde baktık ki bizim Zahoor Ahmad sahnede her Allaaaaah deyişinden sonra dönmeye başlıyor, bizim Konyalılar da elleriyle tempo tutuyorlar.
Biz Abdullah abiyle gülsek mi tempoya mı katılsak ne yapacağımıza karar verememiş halde bakakalıyoruz. Sonra yapabileceğimiz en iyi iş olan gülümsemeyle hayret arası bir tarzda konseri izlemeye devam ediyoruz.
Birde tüm bu karmaşa yetmezmiş gibi önümüzde oturan hanımefendinin sıcağı bahane ederek üzerindeki gömleğini çıkartarak bir anda sahil moduna girmesi, bizleri iyice dumura uğratıyor.
abla zaten konserden pek bir şey anlamıyor, belli yanındaki erkeğin hatırına gelmiş konsere çektiği işkenceye daha fazla dayanamayarak uykuya dalıyor ama bize sahil görüntüsü baki kalıyor.
Sahnede Zikir çeken meczup derviş havasında bir adam Allah nidaları atıyor, yukarıda biz önümüzde sahilde uykuya dalmış bayanın arkasında sufi Konseri izlemeye çalışıyoruz.
(Ne izlediniz derseniz, o da bize kalsın,)
Konser tüm hızıyla gidiyor derken Zahoor Ahmad bir anda saat 22:05 sularında konseri bitirmeye kalkmasın mı bizim Konyalılar bir anda ayaklanıyorlar. "Bir daha" tezahüratları salonu resmen yıkıyor, yetmiyor alkışla gelen tempo inletiyordu resmen.
Bu kadar çoşkulu bir seyircinin isteği önünde hangi sanatçı geri çevirir bilmiyorum ama bizim Zahoor Ahmad tekrar geri dönüyor.
Başlıyor bir parçaya daha..
O anda bir de ne olsun, sahneye bir yaşlı amca çıkıyor ve başlıyor raks etmeye, sonradan anlıyoruz ki amca pakistanlıymış, biz gülmeye başlıyoruz, seyirciden inanılmaz bir tempo eşliğinde alkışlar kopuyor, hem sahnedeki sanatçıya hemde sahnenin önündeki raks eder gibi dönen yaşlı amcaya.
Bütün bunların üzerine birde bizim Goca konyalılardan gazını alamamış bir abinin sahneye çıkıp kaşık havası eşliğinde oynarmış gibi sahne performansına başlaması bizi bizden bir daha alıyor.
Sahnedeki adam Allah diyor bunlar yallah, biz gülmekten yıkılıyoruz, hemde büyük bir iştiyakla gözlerimizi sahneden alamıyoruz.
Tabi bu arada bizim sahil modunda ki ablanın da uykusu kaçınca o da biraz konser havasına giriyor ki sere serpe modundan biraz çıkıp bizi saolsun bayağı rahatlatıyor.
Bu da konserde söylediği Nime Kamli Yar adlı (deliyim) adlı parça ve konserin bitiş bölümü haricinde en çok seyircinin çoşkusunun ve içindeki oynama hissinin tavana çıktığı parça olmuştur.
Konya 11. Uluslararası Mistik Müzik Festivali 5.günü değerlendirme Kayhan Kalhor Konseri
Festivalin 6. akşamının Konuğu İranda'dan gelen Sanatçı Kayhan Kalhor idi.
Bugün çok fazla yazmayacağım çünkü dün gece de tıpkı diğerleri gibi muhteşemdi. Salona saat 20:30-35 gibi girmeme rağmen manzara aşağıdaki fotoğraftaki gibiydi. tıklım tıklım ve boş yer yoktu. Konyalılar Programa hak ettiği değeri veriyorlar.
Kayhan Kalhor klasik kemençesini muhteşem kullandı ve nağmeleri inletti resmen.
Dün gece kulaklarımız gerçekten 5 gündür olduğu gibi bugünde bayram etti.
Konserden 3 adet video kaydım var, düne dair ufak bir hatıra olması amacıyla.
Gelmeyenlerin ya da gelemeyenlerin çok şey kaçırdığı bir gece oldu, dün gece o salonda olduğum için kendimi bir kez daha şanslı hissediyorum.
Ebrulu eşarp yapma noktasında biraz gayret sarf ediyorum, ama hala talebe olmanın sıkıntılarını çekiyorum. Talebelik kolay değil, emek yoğun olacak ki ustalaşasın.
Hemen ekmek yok talebelikte, hele ebruda hiç yok,
devamlı çalışmak zorundasın ve biraz da kahır çekmek zorundasın.
Çok şeyi bilmediğimin, bildiğim şeylerin çoğununda uygulama noktasında eksik ve yetersiz kaldığımın az çok farkındayım ama bazen yaşamak da gerekiyor.
Aşağıdaki Ebrulu eşarpları evde yaptım, hepsi saten eşarp. Biraz deneme, biraz da öğrenme amacıyla,
bir şeyler feda etmeliyim ki değdiğim ve harcadığım zamanın getirisi olsun.
ama hala eksiklerim çok, Renk uyumu ve ahengi yakalamakta zorlanıyorum,
bunda tabi benim sanatsal kabiliyetimin de sınırlı olması, ya da bugüne kadar üzerine düşmediğim için gelişmemiş olması da büyük etken ol sebep çok şey hala eksik.
Eşarpların hepsi hediyelik, şimdiden 5-6 tanesini aldılar bile ama dileyen örtmek şartıyla alabiliyor.
Festivalin 5. geceki konuğu biraz ağır ve derin konuğu Hindistan'ın müzikte ki büyük üstatlarından Aashish Khan'dı.
Kuzey Hindistan'ın klasik müziğinin yaşayan en büyük otoritelerinden birisi olduğu tanıtım kitapçıda yer alıyordu. Her ne kadar kendisinin adını festivalden önce hiç duymasam da, festival sanatçıları açıklandıktan sonra, google de yaptığım araştırmalarda bu seneki festivale çağrılan en meşhur sima olduğunu gördüm.
Dün akşam benim en çok dikkatimi celb eden husus salona 7-8 dakika erken gelmeme rağmen salonun tıklım tıklım dolu olması hayret edilecek bir şeydi. Hani burası Konya... Tamam salon dünde dolmuştu ayakta da seyircilerden epeyce vardı, ama bir programın hemde sanatsal içeriği oldukça yüksek düzeyde bir programın başlama saatinden evvel dolup taşması, Konya gibi her program istisnasız 5-10 dk geç gidilen bir yer için alışılagelmiş bir şey değildi tabii ki...
Aashish Khan dün yaklaşık 80 dk sahnede kaldı.
İlk 10 dakikasını akort, sonrası 15-20 dakikasının ise beni uyutacak kadar ağır bir havada ilerleyen müziğin temposu yarım saatin ardından yavaş yavaş yükselip bizi ne uyutacak ne de kaldırıp oynatacak havaya gelmeden sakin ama canlı bir şekilde akan bir su misali bizi cezbederek sonuna kadar devam etti...
Festivalin 4. akşamının konuğu Bolivyadan gelen Luzmila Carpio ve ekibinin seslendirdiği
And Dağları müziğiydi.
Açıkça ifade ediyim konserler her gün daha da zevk veriyor. Her gün bir öncekine nazaran daha bir ayrı tat alarak evimize dönüyoruz. Uykumdan ettiğim feragate değiyor ve kaçırılmaması gerek diye düşünüyorum.
Bugüne kadar Latin Amerika yerlilerinden hiç bir müziği canlı dinlemediğimi öncelikle söylemeliyim. o yüzden benim içinde bu konser bir ilk olacaktı.
Salonun düne göre dolup dolmayacağı noktasında çok emin olmasam da, konserin başlamasına 2-3 dk kala salonun düne nazaran bile tıklım tıklım olması, konsere yoğun olacağının işaretiydi.
Konsere ilk başta amerikan filmlerinden kulağımıza alıştığımız yada bildiğimiz tınılar ile giriş yaptılar. Ardından (yukarıdaki video) geleneksel müzik tarzları ile devam ettiler.
Konserde özellikle davul ile çalınan ve hareketli parçalarda seyirciden tempolu destek beni müziğe daha çok ısındırırken, daha yoğun tempolu slow parçalarda ise uyukladığımı itiraf etmeliyim.
Aşağıdaki bu video ile seyircilerden en çok alkışı aldıklarını söyleyebilirim. Luzmila Hanım'ın çıkardığı onlarca kuş sesi ve en son kapanıştaki kartal sesleri inanılmaz derecede etkileyiciydi.
Seyircinin alkışların yanında ıslıklarla yoğun bir şekilde tezahürat yapması da bu parçanın hakikaten beğenildiğinin en büyük işareti olsa gerek diye düşündüm.
bugün bol bol video kaydı yaptım izleyesiniz diye, videolardan hoşlanacağınızı düşünüyorum.
(Luzmila Carpio Konya concerts - Presagio de los pájaros)
Konya Mistik Müzik Festivali'nin üçüncü geceki konuğu Tacikistan'dan gelen Badahşan Topluluğu (Badakhsan Ensemble) idi.
Salon tıpkı 1. gün olduğu gibi bugünde tıka basa doluydu. Konyalılar senede bir defa gelen bu özel geceyi kaçırmamakta haklıydılar. Bugünün tek farkı, Konya da bulunan Taciklerin de programa yoğun şekilde iştirak etmeleri, programın doluluğunu bir kat daha artırmıştı.
Tacik Grup dün akşam yaklaşık 80-85 dk sahnede kaldılar ve yoğun bir teveccühle karşılaştıklarını söyleyebilirim. Müzik tınıları gerçekten kulağımızı okşuyordu. Sanırım bu bendeki doğulu genlerimin ortaya çıkması ve müziğe bir yakınlık hissetmemin de etkisi büyüktü.
Dün akşam icra edilen müziklerini düğün ve dini törenlerde kullandıkları için hem coşku hemde hissiyat yüklü olması sanırım her kesim dinleyiciye hitap etmesini sağladı diye düşündüm.
Konya Türkiye'de düzenli ve sürekli bir sanatsal aktiviteye Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivaline 11.kez merhaba dedi. 11 yıldır süren bu aktivitenin ülkemizde ki uluslararası tek mistik müzik festivali olduğunu da belirtmeliyim.
Dün akşam on birinci kez açılan sahnede Komor adalarından gelen "Deba: Mayotte Kadın Zikri" adlı topluluk vardı. Komor Adalarına İslamiyetin ve ardından tasavvufi düşüncenin gelmesiyle kendi eski yerel inançlarıyla harmanlayarak yada karıştırarak diyebilirsiniz, ortaya çıkartmış oldukları yarı arapça, yarı svahilice derviş zikirleri söylediklerini ifade ediyor.
Uzun zamandır festivale katılamıyordum ilk günün hatırına bu bayan grubunun konserine gitmek zorunda hissettim kendimi.
Öncelikle grubun müslüman olduğunu ama bunun sadece şekilden ve taklitten ibaret olduğunu söyleyeyim ki ona göre değerlendirin diğer söyleyeceklerimi...
Grubun performansını açıkçası beğenmedim, benim zevkime uymuyordu, açılış olması hasebiyle orada bulunduğum için mecburen tahammül ettim, eğer yanımda Abdullah abi ve de onun sohbeti olmasaydı, çoktan yarıda bırakıp giderdim herhalde.
Müzik tınıları kulağımla uyuşmadı, görsellik ise sonuçta müslüman bayanlar oldukları ve de sufi zikri söylüyoruz dedikleri için çok fazla bir şey yoktu. ama bana sorarsanız bu bile bir bayan müslüman için sahnede ki hareket ve giyim tarzına uygun değildi diye düşünüyorum.
Okumadıysanız eğer bu yazı size tam bir tat vermeyebilir, onu uyarmadan geçmeyeyim?
Sanırım Agatha christie ile tanışmam 2004'ün ya sonlarında ya da 2005'in başlarını bulmuştur, ki bu da 10 yıldır büyük bir zevkle okuduğum bir muharrir olduğunu göstermesi açısından yeterli bir süre olsa gerek.
Agatha Christie, edebiyat dünyasının saylı dedektif ve cinayet roman ustalarından biridir. Eserleri sanırım bir 100 yıldır dünyamızda dilden dile dolaşan ve bir kadın yazar için, adı unutulmayacaklar listesinde bir usta; tabi ki de okuma alışkanlığı olanlar için.
Agatha Christie niçin okunur derseniz, cevabım alanında en iyilerden ve her daim öyle kalacak gözüktüğü için derim. Yıllardır okuyorum; en az 20-25 eserini okumuşumdur, hala da evde okunmamış 10-15 eseri, kindlemde ise türkçeye çevrilmiş neredeyse tüm eserleri bulunmakta, hala da okumak istiyorum, okudukça size heyecan veren ve sizi olayın sürükleyiciliğine davet etmekten imtina etmeyen yanı her eserinde mevcut.
Kafanız her cinayette, olayın esrar perdesine yönelik devamlı en az ikişer başlık olmak üzere hep farklı alternatiflere yönlendirmeyi mecbur kılıyor.
Sizi alternatifli düşünmeye zorlayan bir yazar.
Hep aynı tarz demeyin; "bir cinayet oldu sonra çözüldü" gibi sığınaklara girip bombardıman etmeden önce her cinayetteki ayrıntıların bütün içerisindeki en az iki, çoğu zaman üç'ten az olmayan alternatif yollardan nasıl bir evrilme yaşadığını görmek tam bir zeka işi ve her zaman sıradanlığı aşmasını sağlıyor.
Yazarla ilk tanışıklığımız 2012 yılında okuduğum, batı cephesinde yeni bir şey yok isimli kitapla tanışmıştım, eser hakikaten 10 numaraydı. Ardından ahbablığımızı fazla devam ettiremedim, benden mi kaynaklandı yoksa fırsat bulup yeni bir eseriyle karşılaşamadım mı tam hatırlayamıyorum ama sonuçta 2 yıla yakın uzak kaldık.
Ben Eric Maria Remarque yazıtlarını o zaman da sevmiştim, bugün bir kez daha sevdim, güçlü kalemmiş doğrusu ve insanlığa ortak hislerden seslenmesi bilmiş...
Kitap Almanya'dan kovulan yahudilerin vatansız iken Avrupa'da verdikleri yaşam mücadelesinin bir yazıtı.
Öyle kötü alman rolünün ve baş günah keçisi rollerin olduğu bir eser değil, sadece Almanya'dan olsun diğer Doğu Avrupa'dan gelen yahudilerin Batı Avrupa'da vatansız ve pasaportsuz kalmalarının hikayesini olabilecek en realize ve dramatize biçimde aktarmış.
260 sayfa ve akıcı bir eser. sonuçta bir dramatize işlenmiş, etkilenilmemesi na mümkün gibi bir şey.
sıradan insanlara reva görülen muameleler iç karartıcı tasvir edilmiş, zor günler olduğu belli; birde yahudilerin sanattaki maharetleri olanı en kullanışlı ve işe yarayacak şekilde aktarma kabiliyetleri eseri okunur kılmakta.
Acısından tatlısına, sevincinden hüznüne kadar ortak pek çok şeyi paylaştığımız
2004 eylülünde 30 kişi başlayıp 2008 haziran ayında 22 kişiyle sadece aynı mekanı hafta içi 5 gün paylaşma zorunluluğunun bittiği
ama ebedi dostluk ve arkadaşlığın devam edeceği bir yeni başlangıcın tohumlarının atıldığı
bir ortamdan mezun olmuş bir ekip MSRAİHL 2008 11/A.
dün akşamda(09.09.2014) Ahmet Nuri'nin evinde yediğimiz Maklube yemeğiyle önce midelerimize hitap edip ardından
o unutulmayacak Msraihl yıllarına uzanarak geçmişi yad ederek,
hem bizim o tatlı anılarımıza ve bugün bile gözlerimizde farklı bir özlemle yad ettiğimiz o delikanlı çağımızın en güzide günlerindeki o hatıralara ve hocalarımızla girdiğimiz hala hatırlamaktan ve gülmekten kendimizi alamadığımız diyaloglarla neşemizi ve muhabbetimize bir bağ daha eklerken hem de birbirimizle ev ortamında ki sohbetin tadına vararak tekrar beraber olmanın keyfini yaşadık.
Yıllar ayrılıkları da beraber getiriyor,
bir hediye mi yoksa bir imtihan mı?
Hayat meşgalesinden dolayı akşamki programımıza katılamayan 11/A sınıfının geri kalan tüm mensuplarına tekrar buradan selam gönderiyoruz,
emin olun sizin hakkınızda dün sizi düşünerek yedik:D)
Yemekte bizi ağırlayan ev sahibimiz Ahmet Nuri Demirci Kardeşimize tekrar teşekkür ediyoruz
Ahmet Biçer
Emin Bedri Dinçer
Salih Torun
Hasan Şimşek
Mehmet Kaynarca
Yunus Emre Koyuncu
ve
bütün bu fotoğrafları çekmek için hiç bir fotoğraf karesine giremeyen Ben,
Öncelikle elmadan pekmez yapıldığını bu yaşıma kadar bilmiyordum, bizim Konya yöresinde ne duydum ne de tattım. Benden kaynaklı da olabilir ya da hakikaten bizim bu bölgede çok bilinmeyen bir çeşit de.
Herneyse Ramazan ayının son günlerinde Kastamonu Daday ilçesin'de dolaşırken bir geleneksel ürünler satan bir tarihi konakta denk geldim, elma pekmezine.
Satıcı bayan ile konuşurken el yapımı ve doğal hangi ürünlerden bahsediyorduk, aklıma ilk pestil gelmiş ve onu sormuştum, abla ellerinde erik pestili olduğunu ve köyden geldiğini söyledi.
Bakmak istedim, getirdiği pestiller o kadar yumuşaktı ki, hiç kaçırmadan bir miktar aldım, tabii oruçluyuz tadına bakamıyorsunuz, ama pestil o kadar güzel duruyordu ki,
kaçırsaydım hakikaten üzüleceğim bir tat olurdu,
yıllarca malatyadan işlenmiş ve endüstriyel kayısı, üzüm ve dut pestillerinden usanmıştım, hele kayısının özünden koparıp içine bir alay fındık fıstık atarak onu başka bir varlığa çevirip ve de iyice kurutup bütün tazeliği ve özelliği kaçtıktan sonra satılmasından dolayı çok tercih etmiyorum artık, arada bir dışarıda açlığımı bastırsın diye abur cubur niyetine alıyordum.
bu arada hayırlısıyla şua uzatmalı malatya okul dönemini de bitirsek ve vereceğimiz 3-4 ders kalmış onlarıda verip diplomamı aldıktan sonra mümkünse malatya ya bir daha uğramam inşallah diye dua ediyorum.
Pestillerden sonra sıra sıra dizilmiş kavanozlar gözüme çarpınca onlarında ne olduğunu sormamazlık etmedim tabii,
bir kaç çeşit reçel ve marmelatın yanında elma pekmezi deyince durdum,
ilk defa duymuşum tabii
nasıl yapıldığını felan sordum, ablada az çok bildiği kadarıyla anlattı,
doğal bir ürün olduğunu köyde teyzelerin yaptığını felan feşmekan anlattı, ilgimi çekti
fiyatını sorup, pazarlığa başladık. abla ilk başta pek yanaşmadı ama sonradan fiyatı indirmese de benim pestillerde kalan gözümü görünce 2 adet daha pestil verip hem benim gönlümü hoş etti,
hemde ticareti yapmış oldu.
Bizde bu vesileyle elma pekmezimize kavuştuk,
yukarıda gördüğünüz bir şişe elma pekmezi 15 tl,
bana göre ucuz geldi,bakmayın pazarlık yaptığıma, zaten almaya çoktan karar vermiştim ama maksat adet...
Tadına gelince, tadı biraz mayhomşuluğun yanında tatlımsı bir şey. Elma tadını çok fazla hissedemiyorsunuz. boğazınızdan geçerken pekmezin o tatlı yakıcılığını hissetmenizle beraber bir meyveden yapılmış pekmezi yediğinizi o zaman anlayabiliyorsunuz.
güzel ben beğendim, bir daha kastamonu-daday taraflarına yolum düşer mi bilinmez ama bu lezzeti tattığıma kesinlikle çok memnunum,
Hayat bazen başladığın yere geri dönmekle de imtihan eder, bu sene 7. yılıma girdiğim üniversite hayatımda ilk seneden itibaren Konya merkezde; ki Selçuk üniversitesinde de başlasak, aöf haricinde okumak nasip olmamıştı. Demek her şeyin bir vakti saati varmış ki beklenmekteymiş. Bekleyişlerimizin hep hayr olması dileğiyle 2014-2015 eğitim yılında Necmettin Erbakan Üniversitesindeyiz, Hayr olur İnşallah... Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü- Tarih Y. L.
Kut'ül Amare "Osmanlının Son Zaferi" İsmail Bilgin
İsmail bilgin'in son romanı, Osmanlı Devleti'nin de son zaferi olan belkide batan güneşin hitama ermeden önceki son parlaklığını göstermesi gibi o da Kut meydan muharebesinden Kut'ül Amare üzerine.
İsmail bilgin'i ilk olarak 2006 yılında yada 2007 yılında Sarıkamış, Beyaz Hüzün kitabından tanımıştım.
Ardından gelen Medine Müdafi'i Fahreddin Paşa kitabını ise daha bir beğendiğimi söylemeliyim.
Bu kitabı da yine bir tarihi vakayı romanlaştırmış.
Tarihi roman, popülaritesi olan bir meta ve de haberdar etme yönü bakımından önemli hatta çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden tarihi roman yazanlar; ki olayın aslına bağlı kalmak şartıyla, insanlara gerçeği birazcık fısıldıyorlar, ama her şeyi söylemiyorlar.
İsmail bilgin hoca da bu işi güzel yapanlardan, kitaplarını oluşturduğu kurgunun yanında tarihi vesikalardan da faydalanması onun en büyük avantajı ve okuyucuya büyük kolaylık sağladığını düşünüyorum.
Kut'ül Amare kitabında da geçmişimizin son parıltısı güzel aktarılmış. Olay akışı, kurgu ve metin güzel ve akıcı. İnsan okurken sıkılmıyor; tarihi romanların çoğunda olduğu gibi ana karakter fikriyatı çok fazla yok, birden fazla yan karakter üzerinden yürümüş ve bu bize bir hayali, ya da gereksiz abartma yerine direkt olayı yani Kut'ül Amare'yi ön planda tutmamızı sağlıyor.
emek istiyor, emek yoğun ama neticesi güzel, bir erkek olarak ben bile beğendim kendi yaptığım eşarpları.
Eşarp seçiminde 5 adet eşarp ve 2 adet şal yaptım, şallarım henüz hazır olmadığı için fotoğraflarını koymadım ama onları da yakında eklerim herhalde.
sınıfta benle bir erkek arkadaş dışında herkes vual yada akerspot türü eşarp almışken biz sınıfın tüm eşarplarından daha yükseğe gittik ipek eşarp aldık. Ne bilelim ipeğin bu kadar değerli olduğunu.
-Gerçi değerli insanlara değerli hediye vermek için değerli şeyler tercih etmek lazım.-
İpek maceram ise bayağı sürdü, saatlerce konyada uygun sade tek renk ve açık renkte ipek aradım, konyada satan yer yok, bedesten içinde sipariş üzerine ancak getirtebildim. Saolsun onlarda metresini üzerinde felsefeci ablamızın olduğu sarı banknotlardan daha aşağıya vermediler.
elimde 4 adet ipek eşarp ve bir adet saten başörtüsü mevcuttu.
Allahın izniyle güzel bir çalışma gerçekleştirdim.
Tabii bu çalışmadan en çok kız kardeşim istifade etti, ilk başta bütün eşarplara konmak istese de, maalesef bu isteği gerçekleşmedi ama kursta yaptığımız ve herkesin gözü kaldığı ipek eşarba konmayı başardı..
Şimdilik eşarplardan bir tanesi kız kardeşimin hakkı olarak verdim, diğerlerini ise etrafta tanıtım amaçlı olsun diye 1'er defa giyme izni verdim. ama bir tanesini özel ayırdım..
Şimdi sizleri ebrulu ipek eşaplarımın fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum, satın almak isterseniz, mail adresimi biliyorsunuz:D (sabah 05:30-22:30 arası ulaşabilirsinizher )
Bu Ebrulu İpek eşarp kursta yaptığımız en güzel eşarp oldu, renk seçimi ve üzerindeki deseni(bülbül yuvası) Benan hoca yaptı ellerine sağlık, ama maalesef kız kardeşim el koydu, güle güle giymesi dileğiyle
Yelpaze Fırça (ince tüylerden oluşmalı) ya da ebru serpme fırçası
Not: burada önemli olan fırçada ki kıl sayısının az olmasıdır.
3)Eşarplar:
İpek, Saten, Vual, Akersport
ya da Bonjela türü eşarplar kullanılabilir.
Not: eşarp seçiminde açık renkteki eşarplar seçilmelidir.
4)Tekne:
102-103 cm kare boyutunda bir
kenarı yuvarlatılmış olacak, saçtan ya da çelikten olabilir.
Kenarların yüksekliği ise 5,5-6 cm arasında olacak.
5)Kıvam artırıcı:
Karin markasının kıvam artırıcısını kullanabilirsiniz. Mümkünse toz şeklinde olanı almanız tavsiye edilir. Hazır bir şekilde satılanlar uzun süre beklemeden dolayı bozulma ihtimalleri(özelliklerinin kaçmaları) daha fazladır.
6)Diğer yardımcı malzemeler:
Şap;
Çeşme suyu; (hazır su kullanmak gereksiz masrafa
olacaktır, çeşme suyu da işiniz çok rahat görür)
Spatula; (karıştırmak için 2-3 adet)
Süzme Kesesi;
15 - 20 lt su alacak bir kova
Çelik toplu iğneler (eşarpları kuruturken iz yapmaması için küçük uçlu çelik iğne seçimi önemlidir.)
Muşamba; ( Eşarpları tekneden çıkardıktan sonra ıslak olacağı için kıvam artırıcının yerlerde iz yapmaması için muşamba yada bu işi görecek başka türevleri de tercih edilebilir)
B: Hazırlanma Aşaması
Başörtünün/Eşarbın Hazırlanışı
1 çay kaşığı dolusu şap kovaya katılır ve ardından kaynamış 2 lt su kovaya dökülüp şap iyice eriyinceye kadar karıştırıyoruz. Şap iyice eritildikten sonra
el yakmayacak dereceye getirmek için takriben 2,5-3 kadar soğuk su ilave ediyoruz. Şaplı suyun içine eşarbı-başörtüyü koyup 1 dk kadar içinde gezdiriyoruz. Eşarp sudan çıkartılıp kuruması için asıyoruz. Kuruduktan sonra eşarbı açıncaya kadar ütülüyoruz. Burada ipek eşarplar biraz zor açılabilir, o yüzden dikkat edilmelidir.
Not: şaplı suyun içine direkt elle temas
edilmemesi sağlık açısından daha faydalıdır, eldiven ya da su geçirmeyen bir poşet kullanılabilir.